Hz. Muhammed (sav)

Allah Rasulü, baştan sona Cenâb-ı Hakk’ın lütuflarıyla çevrili en büyük peygamberdir; hamd sancağının sahibidir ve geçmiş gelecek bütün günahları, daha işin başında affa uğramış bir müstesna varlıktır. Yani Cenâb-ı Hakk risaleti öncesinde O’na günah işletmediği gibi, risaleti döneminde de O’nun günah işlemesine fırsat vermemiştir. O, peygamberlerin de serveridir. Cenâb-ı Hakk’ın en sevgili kulu ve habibidir. Öyle ki artık Efendimiz’e verilebilecek dünyevî ve uhrevî başka hiçbir pâye kalmamıştır; verilebilecek herşey verilmiştir O’na. Buna rağmen, İki Cihan Serveri’nin bir arzu ve talebi vardır. Buhârî ve Müslim’in rivayet ettiği hadiste, O’nun bu arzusunu nasıl dile getirildiğini görürüz:

وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَوَدِدْتُ أَنِّي أَغْزُو فِي سَبِيلِ اللهِ فَأُقْتَلُ ثُمَّ أَغْزُو فَأُقْتَلُ ثُمَّ أَغْزُو فَأُقْتَلُ

"Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ne kadar isterdim Allah yolunda gaza edeyim, öldürüleyim, bir daha gaza edeyim, yine öldürüleyim..." [1]

Rasûl-i Ekrem’in temenni ve dileği bu idi. Acaba, şehadete ne ihtiyacı vardı Mefhar-i Mevcudat Efendimiz’in? Evet "Sen olmasaydın, alemleri yaratmazdım" [2] sözü başına tâç olarak konan Hz. Muhammed (s.a.v)’in kanla abdest almasına ne gerek vardı ki, şehidlik istiyordu? Evet istiyordu, zira insan için şehadetin çözebileceği düğümler, mahkeme-i Kübrâ’da onun kazandıracağı farklı pâyeler vardı. Bu pâyelerin ne olduğunu yine O’ndan öğreniyoruz. O, bu mevzuda şöyle buyurur; "Mahkeme-i Kübrâ ve ma’dele-i ulyâ kurulmuş. Herkes ciddî ızdırap içinde. Ayakların bağı çözülmüş, kalpler âdeta gırtlağa gelmiş. İnsanlar boğulacak halde, sağdan soldan medet bekledikleri bir anda, birdenbire mahşer halkı bir kısım kimseler görecekler ki boyunlarına kılıçlarını asmış öyle geliyorlar. Ve bunlar, hesabın ve terazinin yanına gitmeden doğrudan doğruya Sırat’a doğru koşuyorlar. Mahşer halkı onlara yol veriyor; melekler selâma duruyor. "Ya Rabbi, bu mükerrem kulların kimdir?" sorusuna şöyle cevap geliyor: "Onlar eza ve cefa, mihnet ve meşakkatlerini dünyada çeken şehidlerdir. Burada onlar için hesap yoktur. Onlar, doğruca cennete gireceklerdir." [3]

Rasûl-i Ekrem (s.a.v), "Ne kadar arzu ederdim bu yolda ölüp dirileyim" derken, işte bu noktaya parmak basmaktadır. Nebiler arasında da Allah yoluna cihad eden, gaza gömleğini giyen ve nihayet şehid olan niceleri vardır. Onlar, Nebîliğin yanı sıra şehadet şerefini de kazanmışlardır. Efendimiz (s.a.v)’e bu gözlükle baktığımızda, O’nun Hayber’de Yahudi bir kadın tarafından davet esnasında bir koyuna koyduğu zehir vesilesiyle zehirlendiğini hepimiz biliyoruz.[4] İslâm tarihi içinde bazılarına göre Allah Rasulü, işte bu zehirlenme neticesi vefat etmiştir. Öyleyse bu bir mânâda şehadettir ve Nebiler Serveri şehittir. Ama O istiyordu ki, seriyyelerin arkasında şehid olsun. Fakat Cenâb-ı Hakk, O’nu koruyacağını vaadetmişti, tâ ki, Ümmet-i Muhammed dağılmasın. Dolayısıyla şehidlik talebini de başka türlü kabul buyurmuştu.



[1] Müslim, İmâre, 103-106; Buhârî, Îmân, 26; Nesâî, Cihâd, 18-30
[2] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2/214
[3] Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 10/411; el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, 2/318
[4] Ebû Dâvûd, Diyât, 6