Kader-İrade Münasebetinde Orta Yol

Kader mevzuunda zihinleri en fazla meşgul eden husus, kaderle insan iradesinin tevfiki meselesidir. Bir yanda, kaderi tenkide varan, zorlayıcı, bağlayıcı ve insanı bir kurban ve mahkûm durumuna düşürücü kader anlayışı, öte yanda, kaderi de, yaratmayı da tamamen insana veren kıt anlayış.. bu her iki anlayış da, bulundukları uç noktalarda kaderin ve iradenin hakkını vermekten çok uzaktırlar (Cebriye ve Mutezile). Hâlbuki kader adına gerçek, bu ikisinin tam ortasındadır. Yani, yukarıda izahına çalıştığımız gibi, hem bütün kâinatta ve insan hayatında kaderin hâkimiyeti bahis mevzuudur; hem de insan meyil, niyet, düşünme, muhakeme, mukayese, tercih ve karar verme adına cüz'î bir iradeye sahiptir. Öyleyse, mesele terazinin iki kefesi gibi ele alınmalı ve denge sağlanmalıdır.

Kur'ân, peş peşe iki âyette, iki makamı birden cem etmek suretiyle meseleyi halletmektedir: Tekvir sûresi 27 ve 28. âyetlerde "O (Kur'ân) âlemlere ancak bir öğüttür.. sizden istikamet üzere olmayı dileyen için." buyrulurken, hemen arkadan gelen 29. âyette ise, "Âlemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.." denilerek, her şeyi dileyenin de yine Allah (celle celâluhu) olduğu, fakat bu meşîetin, insana da bir meyil ve isteme hakkı verilmesine aykırı bulunmadığı ifade edilmektedir. Bir başka âyette, "Allah, sizi ve bütün yaptıklarınızı yaratandır."[1] buyrularak, yaratma ve var etmenin tamamen Allah'a (celle celâluhu) ait olduğu beyan edilmekte, daha başka âyetlerde ise, "İnsana çalıştığından başkası yoktur..! Allah yolunda mücahede edin.! Cennet'e koşun.! Allah'tan vesile isteyin.! Okuyun, yazın, düşünün!"[2] şeklindeki beyan ve teşviklerle, insanın kader karşısında eli kolu bağlı bir mahkûm olmadığı ve âdi bir şart olarak iradenin kullanılması gerektiği belirtilmektedir. Bazı âyetlerde bu, daha da vâzıhtır:

"Bana verdiğiniz sözü tutun ki, Ben de size verdiğim sözü tutayım."[3]

"Siz Allah'ın (dinine) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder."[4]

"Bir millet, kendi durumlarını değiştirmedikçe, Allah onların durumlarını değiştirmez."[5]

Öyleyse, 'mutlak cebir' cemadat, nebatat ve hayvanat, kısaca irade sahibi olmayan varlıklar için olup, insanlar ve cinler için ise, 'şartlı cebir' vardır. Şu kadar ki, cüz'î irade ve neticelerini yaratmak; bütünüyle Allah (celle celâluhu) tarafından önceden yazılıp çizilmiş ve kader kitabında harfi harfine tespit edilmiştir.

a) Allah (celle celâluhu), irademizle nasıl davranacağımızı önceden bildiği için kaderimizi öyle yazmıştır

Önceden izah edildiği gibi, kader insanı belli bir istikamette davranmaya zorlamaz; bilakis, kulun neyi nasıl yapacağı önceden Allah (celle celâluhu) tarafından bilindiği için, kaderi de öyle tespit edilir. Yani, kader ilim nev'inden olup, irade ve kudret nev'inden değildir; ilim ise maluma tâbidir. Ancak, Allah'ın ilmi için tâbi demek doğru da olmayabilir.

Kaderin ilim nev'inden olması demek, her şeyin Allah'ın (celle celâluhu) ilminde kesilip biçilmesi ve tayin, tespit ve sonra da bir plân ve proje hâline getirilmesi demektir. Bilmek ayrı, bilineni yapmak, yani dış âlemde tezahür ettirmek ayrıdır. Zihnimizde ne kadar plân, proje çizersek çizelim, bunlar hiçbir zaman, meselâ bir fabrika veya bir ev olmayacaktır. İlmin maluma tâbi olması da, bir tasarı veya plânın dışta, yani pratikte alacağı şekle bağlı olması demektir. -Lâ teşbih vela temsil- Allah'ın (celle celâluhu) ilminin bir unvanı olan kader de, böyle bir plân ve proje gibidir ki, bu plân veya proje pratikte insanın iradesiyle yapacağı fiillerle şekil ve hüviyete ulaşır. Bu, kâğıt üzerinde görülmeyen yazıların, o kâğıda kudret ve irade eczasının sürülmesiyle vücut bulması gibidir. İnsan, cüz'î iradesiyle teşebbüste bulununca, Allah (celle celâluhu) da, kâğıttaki görünmez yazılara kudret ve iradesiyle tecellî eder ve böylece kâğıttaki yazılar dışta bir vücut ve şekil alır. Şu kadar ki, Allah (celle celâluhu), insanın iradesiyle neler yapacağını önceden bildiğinden, hepsini önceden tek tek defterine yazmış bulunmaktadır.

İzmir-Ankara arasında çalışan bir tren düşünün. Bu trenin hangi saatlerde hangi istasyonlarda olacağı dakikası dakikasına tespit edilip, bir vakit cetveli hâlinde asılmıştır. Tren, bu vakit cetvelinde yazılı olan saatleri hiç şaşırmadan varacağı istasyonlara varır. Hâlbuki trenin hızı, üzerinde gideceği demiryolunun çeşitli hususiyetleri, trenin ne kadar yolcu veya yük alabileceği, yani taşıma kapasitesi, yol boyunca bulunan istasyonlar ve hatta mevsimler ve hava durumu trenin seyahatine tesir eden faktörler olup, bütün bu faktörler de, vakit cetvelini hazırlayan ilgili büro tarafından bilinmektedir. Şimdi tren, vakit cetvelini hazırlayan büro yazdığı için mi belli saatlerde belli istasyonlara varmaktadır; yoksa, sözünü ettiğimiz bürodan bağımsız faktörlere göre mi trenin seyahati düzenlenmiştir? İşte, iradenin durumu da böyledir.. ve o, kaderin mutlak mahkûmiyeti altında değildir.

Güneş tutulması gibi astronomik hâdiseler önceden tespit edilip takvimlere ve ilmî raporlara saati saatine, dakikası dakikasına kaydedilir. Şimdi, güneş ya da ay tutulması, takvimde yazıldığı veya ilim ehlince tespit edildiği için mi o saatte ve o dakikada gerçekleşir; yoksa o saatin o dakikasında gerçekleşeceği için mi takvimlere yazılır veya ilim adamlarının raporlarına geçer? Güneş veya ay, takvimlerde yazıldığı için tutulmuyor, bilakis tutulacağı için takvimlere yazılıyor. İnsan, yaptığını Allah (celle celâluhu) kaderinde yazdı diye yapmaz; insan yapacağı için Allah (celle celâluhu) yazar. İnsanın iradesini kullanarak yapacağı her şeyin kaderî olarak yazılması, iradesini kullanmasına nasıl mâni değilse, insanın irade sahibi olması da, yapacağı şeylerin önceden kader hâlinde yazılmasına aynı şekilde mâni değildir.

b) İradenin hesaba katılmadığı tek yönlü bir kader, bahis mevzuu olamaz

Kader mevzuunun nirengi ve can alıcı noktası diyebileceğimiz husus şudur: Allah (celle celâluhu), sonsuz ilmiyle olacağı olmadan evvel bilip Kader Kitabı'nı yazarken, insanın kesbi veya o kesbi meydana getiren iradesi bu yazının haricinde ve devre dışı bırakılmamıştır. İnsanın yaptığı şeydeki payı, kesb, yani düğmeye dokunmak, Allah'ın (celle celâluhu) ise yaratmak, meydana getirmek, neticeyi hâsıl etmektir. İşte, bu ikisinin aynı zamanda beraberce tespit edilip yazılmasına 'kader' diyoruz.

Yan odada göremediğiniz, fakat 'tik tak' sesini duyduğunuz bir saat düşünün. Size, bu saatin çalışıp çalışmadığı sorulsa "Evet, çalışıyor." diye cevap verirsiniz.. ve artık size "Bir bak bakayım, akrep ve yelkovanı da dönüyor mu?" denmez. Saatin çalışması, akrep ve yelkovan hareketi de içinde olmak üzere, bütün mekanizmanın devrede olması demektir; ya da tersinden bir deyişle, akrep ve yelkovanın durmadan dönüp saatleri göstermesi, saatin çalıştığına ve çarkın da döndüğüne delâlet eder. Aynen bunun gibi, kader varsa irade de vardır veya iradeyi ele almak istiyorsak, ancak kaderle birlikte ele alabiliriz.

Şu hâlde, insan kaderin önünde eli kolu bağlı bir robot değildir. Yani insan, bir örümcek ağı gibi kaderin ağlarıyla sarılmış, elleri arkadan kelepçelenmiş, idam fermanı boynuna asılmış, soluk alamaz hâle getirilmiş.. veya denize atılmış, sonra da kendisine, "Sakın ıslanma!" denerek alaya alınmış zavallı bir mahkûm değildir. Evet, kader bu olmadığı gibi, insan da o kader rüzgârının önünde savrulup duran kuru bir yaprak değildir. İslâm'ın her meselesinde bir itidal ve istikamet vardır. Meselâ, olur olmaz her yerde öfkelenme bir 'ifrat' ise, her söz ve davranış karşısında susma da bir 'tefrit'tir. Hiç evlenmeyip, kadını âdeta inkâr etme bir tefritse, önüne gelen her kadından istifade düşüncesi de ifrattır. Kapitali totemleştirme 'ifrat'sa, bunun tam tersi, servete hayat hakkı vermeme de bir 'tefrit'tir. İşte, kader mevzuunda her şeyi insana verme ve "İnsan kendi fiilini kendi yaratır." (İ'tizal) deme ifrat ise, bunun tam zıddı, "Kulun, kendi fiilinde hiçbir dahli ve fonksiyonu yoktur." deyip, insanı kader karşısında hiçbir uzvunu oynatamaz felçli duruma düşürmek de (Cebriyecilik) tefrittir. Bahsimiz boyu görüşlerine tercüman olmaya çalıştığımız Ehl-i Sünnet ise, "Kesb ve irade kuldan, yaratma ise Allah'tandır (celle celâluhu)." diyerek, bu mevzuda da hakikati ve itidal yolunu ortaya koymuştur.

Hidayeti de dalâleti de, sevabı da günahı da yaratan Allah'tır.[6] Hidayet ve dalâlete, sevaba ve günaha sevk etme ve bunları yaratma on tonluk bir yükse, bunların yaratılması tamamen Allah'a ait olup, kula düşen gramla ifade edilebilecek bir miktar, ama neticesi büyük bir miktardır. İnsan cami, mescit veya Allah evlerinden birine gelme istek ve niyeti taşıyıp, o yönde bir tercih ve meyil ortaya koyduğunda, Allah (celle celâluhu) da onu arzu ettiği o büyük ve mühim neticeye götürür. Bir sohbet dinlemesi ya da temiz bir arkadaşın dizi dibinde Allah (celle celâluhu) hakkında malumat edinmesi, hidayete sevkine bir vesile olabilir; çünkü düğmeye dokunmuştur artık. Öte yandan, meyhaneye gitme niyeti içinde yolu veya meyli o yöne olan bir insanı da Allah (celle celâluhu) dalâlete sevk edip, o yolda batırabilir, ama dilerse batırmayabilir de. Allah (celle celâluhu) ve Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) hakkında sarf edilen çirkin bir söz, Allah'ın (celle celâluhu) Mudill (dalâlete götüren) isminin tokmağına dokunmak olabilir ve niyetine göre ona cevap verilince de haksızlık yapılmış olmaz. Kısaca, hidayet ve dalâlet yollarından birini tercih eden insan, tercih edip yöneldiği yolun encamına ve neticesine vardırılır; vardıran Allah (celle celâluhu), varan ve varmaya meyleden kuldur.. ve amelinin cinsine göre de öbür âlemde ceza veya mükâfat görecektir.

c) Kader, sebeple müsebbebe bir bakar; iradenin elinde bulunan malzeme ve vasıtalar da Kader Kitabı'nda yazılıdır

Bir kaza, bir ölüm, kısaca üzücü bir hâdiseden sonra çok defa "Keşke oraya gitmeseydi, keşke tüfeği eline almasaydı; keşke bu kadar sürat yapmasaydı!" gibi sözler sarf ederiz. Oysa, kaderde hâdiseyle birlikte, o hâdiseye yol açacak âmiller ve insan iradesi dahilinde bulunan sebeplerle, dahilinde bulunmayan sebepler birlikte yazılmış, yani, her hâdise, hayatın her ânı bütün yönleriyle ve teferruatıyla kaydedilmiştir.

Sözgelimi, bir insan, iradesini kullanarak tüfekle bir başkasını öldürmüşse, bu hâdise Allah'ın (celle celâluhu) ezelî ilminde vukûundan evvel görülüp bilinmiş ve ikisi birlikte kaydedilmiştir. "Tüfeği kullanan bu işi iradesiyle yapacak, tetiği parmağıyla çekecek ve neticede diğeri ölecektir." diye önceden yazılmıştır. Öldürmede kullanılan veya ölüme sebep olan kurşunun atıldığı tüfeği ve parmağı oynatan sebebi ortadan kaldırınca, karşıdakinin ölümüyle ilgili takdir nasıl ve ölümüne sebep başka ne olabilirdi? Diyelim ki, "Trafik kazasında ölebilirdi." O zaman da, onun ölümünün trafik kazasından olacağı yazılmıştır deriz. Bir başka sebep gösterilip, meselâ, hastalık dense, o zaman da, netice olan ölümün, hastalıkla beraber yazıldığını söyleyecektik...

d) Netice olarak, kader iradeyi teyid eder ve ikisi omuz omuzadır. Ne irade kaderi, ne de kader iradeyi nefyeder

Mevzuu net cümleler hâlinde ifade edecek olursak:

  1. Kâinatta ilâhî bir kader ve program hâkim olup, insanda da bir irade ve meyil vardır.
  2. Allah (celle celâluhu), sonsuz ilim sahibi olduğundan, geçmişi, hâzır zamanı ve geleceği bir nokta gibi görür ve bilir.
  3. Allah (celle celâluhu), gelecekte vukû bulacak bütün hâdiseleri muhtelif kitaplar hâlinde kaydeder ve yazar.
  4. Biz yaptıklarımızı Allah (celle celâluhu) öyle yazdı diye yapmayız; bilakis, Allah (celle celâluhu) önceden irademizi hangi yönde kullanacağımızı bildiği için öyle yazar.
  5. Allah (celle celâluhu), kaderimizi yazarken irademizi dışta tutmaz ve onu nasıl sarf edeceğimizi hesaba katarak yazar.
  6. Allah (celle celâluhu), engin rahmetiyle bize lütfettiklerinden ayrı olarak, irade düğmemizi yolunda kullanmamızın neticesinde de Cennetler vaad etmektedir.

[1] Sâffât sûresi, 37/96.
[2] Bkz.: Necm sûresi, 53/39; Mâide sûresi, 5/35; Tevbe sûresi, 9/41,86; Âl-i İmrân sûresi, 3/133; Hacc sûresi, 22/78; Alak sûresi, 96/1.
[3] Bakara sûresi, 2/40.
[4] Muhammed sûresi, 47/7.
[5] Ra'd sûresi, 13/11.
[6] Bkz.: İbrahim sûresi, 14/4.