İslâmî Hakikatler ve Yaşanılan Devrin Bilinmesi
Devrimizde dünyaya bakış, eşya ve hâdiseleri değerlendirme tamamen değişmiştir. Günümüzde mantık ve akliyecilik daha bir ağır basmaktadır. Küfür, ilhad; fen ve felsefe adıyla konuşmaktadır. Bunun karşısında Müslüman aynı teknikle mukabelede bulunmak zorundadır. Bu da kendi devrinin kültürünü bilmekle yakından alâkalıdır. Zaten bir bakıma gerçek ilm ü irfan da budur. Zaten ilm ü irfan da mü'minin ayrılmaz birer vasfıdır.
Devrini bilmeyen insan, karanlık bir dehlizde yaşıyor demektir. Böyle bir insanın sair insanlara din, îman adına bir şeyler anlatmaya çalışması ise beyhudedir. Zira, zaman ve hadiselerin çarkları, onu, bugün olmazsa yarın dermansız ve tesirsiz hâle getirecektir. Onun için Müslüman günün ilim ve kültür seviyesine uygun ve denk bir paralellik içinde anlatılması gerekenleri anlatmalı ve başkalarına intikal ettireceği meseleleri de bu şekilde intikal ettirmelidir. Şunu kat'iyetle ifade edebilirim ki, günümüzde arz ettiğimiz bu noktayı tutabilen bir mübelliğ ve mürşit, âhirette aktâp ve velileri aşarak nebilerin arkasında yer alabilecektir. Evet bu vazife, o kadar mukaddes ve mübecceldir. Bu noktayı yakalamak da, o kadar zor ve zor olduğu kadar lüzumludur.
Evet, devrini bilmeyen insan yer altında yaşayanlardan farksızdır. Halbuki tebliğ adamı fezalarda seyahat etme zorundadır. O, kafasıyla yıldızlar arasında dolaşırken, kalb ve letâifiyle cennetlerin temaşâsında olmalıdır. Aklı, onu elinden tutup onu Pastör'le beraber lâboratuvarlara götürmeli, Einstein'le varlığın derinliklerinde dolaştırmalı ve tabiî ruhuyla da o hep, Allah Resûlü'nün (s.a.s) arkasında el-pençe divan durmalı ve günde birkaç defa O'nun insibağından geçmelidir. Bana göre işte hakikî mürşit de budur.
Bakın, Nebiler Serveri'ne (s.a.s)!. O, kendi devriyle nasıl hesaplaşılacaksa öyle hesaplaşmış ve onun için de tebliğ ettiği her şey muhataplarında makes bulmuştur. Zaten Cenâb-ı Hakk'tan gelen hiçbir emir, kâinatta cereyan eden hâdiselere ters değildir. Yeter ki, insan varlığın hikmet ve ruhunu kavrayabilsin; kavrayabilsin ve tebliğini ona göre ayarlasın. Sahabe de, Allah Resûlü'nden aldığı dersle yaptığı tebliğini, yine hep günün şartlarını ve muhatapların durumunu dikkate alarak yapmıştı. Bundan dolayı da çok kısa zamanda, dünyayı dize getirecek kadar güçlü, hikmetli bir seviyeye yükselmişlerdi. Daha sonra gelen ve Allah Resûlü'ne (s.a.s) varis olabilen bütün büyükler ve değişik çığırlar açıcılar da, hep aynı şekilde davranmışlardı. İmam Gazâlî, İmam Rabbânî ve Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî tebliğ gergefini hep devrin idrak ve kültürüyle örgüleyenlerdendirler. Bundan dolayı da tesirleri günümüze kadar devam etmiştir. Fakat ne yazıktır ki, iş bize düşünce kötü bir mirasyedi gibi ilme sırtımızı dönmüş, gerçek Müslüman olmanın âdâp ve erkanını alt-üst etmiş ve cehlimize kurban gitmişizdir.
- tarihinde hazırlandı.