Cuma Namazının Önemi

Cuma Namazının Önemi

Cuma namazı, namaz olarak sair namazlardan farksızdır; yani o da kıyam, kıraat, rukû, sücud ve celseden ibarettir. Başka bir ifadeyle, insanın kanat çırpıp Rabbisine yükselmesinden, bir arşiye çizip miracını gerçekleştirmesinden, fikren ve hayalen on dört asır evvel yaşamış Rehber-i Ekmel’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) yanına gidip, O’nun arkasında durmasından ibarettir. Biz, günün yirmi dört saatini beşe bölüp, her parçasını beş vakit namazla nurlandırdığımız gibi, haftayı da cuma ile böler, bir biçime koyar ve üzerine nur serperiz. Haftalık saatimizi, cuma’ya göre ayarlar, o an gelip çattığı zaman bütün hissiyat, letaif ve kalbimizle Rabbimize teveccüh ederiz. Çünkü cuma günü, Allah’ın yarattığı günler içinde en kıymetli bir gündür. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), cuma gününün hususiyetlerini şu şekilde sıralar:

“Cuma günü, (haftanın diğer) günlerinin efendisidir. Allah katında da en mühim olanıdır. O, Allah katında, Kurban ve Ramazan bayramı günlerinden daha mühimdir. Bu günün beş hasleti vardır: Allah (celle celâluhu), Âdem’i bugünde yarattı, bugünde yeryüzüne indirdi ve ruhunu bugünde kabzetti. Ayrıca bugünde bir vakit vardır ki, kul o vakitte Allah’tan haram bir şey talep etmedikçe her ne isterse mutlaka kendisine verilir. Kıyamet de bugün kopacaktır. Bütün mukarreb (Allah’a yakın) melekler, sema, arz, rüzgâr, dağ, deniz... hepsi bugünün kadrinin azametinden çekinirler.”[1]

Bu âlemde gün dediğimiz şeyler devrini tamamlarken, makro âlemde de bir dönüş vardır. Bu âlemde cuma günü, Efendimiz’in ifadesiyle yeryüzünde beşerin meydana geldiği gündür. Dolayısıyla normo âlemdeki cumalar, cumartesiler, pazarlar… makro âlemdeki günlere tevafuk ettiği zaman, kilidin noktaları birbirine gelmiş gibi şifre çözülür ve insan ancak o zaman kalbî arşiye ve kavsiyesini tamamlama imkânına sahip olur. Bu günler arasında bir ihtilaf olduğu zaman ise insanlar feyz-i akdesten gelen sırlardan istifade edemezler. İşte Yahudi ve Hıristiyanlar, cumartesi ve pazar günü demek suretiyle bu sırlardan istifade edememişlerdir. Ümmet-i Muhammed ise cuma gününün ehemmiyetine binaen, bu güne sahip çıkmış ve her hafta coşkulu bir şekilde onu idrak etmektedir, –inşâallah– kıyamete kadar da idrak edecektir. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), bu hakikati, “Allah Teâlâ, bizden öncekileri cumayı bulma işinde şaşırttı. Bu sebeple cumartesi Yahudilerin, pazar da Hıristiyanların oldu. Allah (celle celâluhu), bizi yarattı ve bizlere cuma gününü bulma hususunda hidayet nasip etti: cumayı da, cumartesini de, pazarı da (ibadet günleri) kıldı. Onlar, kıyamet günü de bize tâbidirler. Biz, dünya ehli arasında sonuncusuyuz, fakat kıyamet günü birinciler olacağız ve bütün mahlûkattan önce hesapları görülüp bitirilecekler olacağız.”[2] şeklinde ifade eder.

Evet, ifsat edilmiş bir vasıtayla yol alınamaz, bozulmuş bir sistemle mesafe katedilemez, matlub ve maksuda ulaşılamaz. Bizler, zaman itibarıyla sonradan geldik, fakat onlara sebkat ettik, yarışı biz kazandık. İşte bu yüzden cuma namazı, diğer namazlar arasında en muhtevalı ve en çaplı bir namazdır. O hâlde mü’min, onun kadr ü kıymetini bilecek ve her ne pahasına olursa olsun onu eda etmeye çalışacaktır.

Evet, cuma namazı, haftayı tamamlar ve insanları, Allah’a yaklaşabilecekleri bir yere yükseltir. Onlar da, cuma sayesinde Rabb’in rahmetinden istifade etme yolunu düşünürler. Başka bir ifadeyle, altı gün namaz kıldıktan sonra, ulûfe almak üzere belli bir gün belli bir noktaya yükselirler ki, o gün, şuurluların, Hakk’a gönül vermişlerin etekleri mücevherlerle dolar taşar. Dolayısıyla cuma, bir haftalık seyahatin neticesinde belli şeyleri Rabb’den almak üzere belli bir doruğa ulaşmanın ifadesidir. Bu hakikati Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), şu hadisiyle ifade etmiştir:  الصَّلَاةُ الْخَمْسُ، وَالْجُمْعَةُ إِلَى الْجُمْعَةِ، كَفَّارَةٌ لِمَا بَيْنَهُنَّ، مَا لَمْ تُغْشَ الْكَبَائِرُ  “Beş vakit namaz, bir cuma namazı diğer cuma namazına kadar, hep kefarettirler; büyük günah irtikâp edilmedikçe aralarındaki günahları affettirirler.”[3]

Görüldüğü gibi Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), günü, haftayı ve seneyi belli bölüm ve parçalara ayırır; o parçalarda eda edilen namazların, namazsız geçen diğer bölümleri nurlandırdığını ifade ederler.

Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerim’de, يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نُودِيَ لِلصَّلَاةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığınız zaman, alışverişi bırakıp hemen Allah’ı anmaya koşun. Bu sizin için daha hayırlıdır, bir bilseniz!”[4] ferman etmekte ve sanki, “Sizi davet eden Zât, Mâbud-u Mutlak’tır, Maksud-u bi’l-İstihkak’tır. Cuma namazına davet etmekle sizi yükseltip kurb-u huzuruna almak istiyor.” demekte ve âdeta düğün sahiplerinin, düğün davetiyesinin altına imza attıkları gibi, bu davetin altına “Allahu ekber, Allahu ekber...” sözleriyle imza atmaktadır.

Âyette “nida” kelimesiyle, ezan-ı Muhammedî kastedilmektedir. Zaten Müslümanların gülbangı, günde beş defa minarelerden semalara doğru şehbal açan ezan-ı Muhammedî’dir. “Zikir”den maksat ise hutbe ile başlayan namazdır. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) döneminde bu ezan, imam minberde iken okunur, sonra da namaz için kâmet getirilir ve namaza durulurdu. Bu uygulama Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer (radıyallâhu anhümâ) devrinde de devam etmiştir. Fakat Müslümanlar, gün be gün çoğalıp şehirler genişledikçe, ses her tarafa ulaşmaz ve duyulmaz oldu. Bundan dolayı da Hz. Osman, hatip minberde iken okunan ezana ilave olarak halka duyurmak için dış ezanı okutmaya başladı ve bu usûl üzerine icma vaki oldu. Hutbede okutulan ezana da, sünnete riayet olsun diye teberrüken devam edildi.

Sahabe, âyetteki فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللهِ “Allah’ın zikrine koşun.” ifadesi, “hemen gidin” demektir. Abdullah İbn Mesud: “Eğer bunun mânâsı bildiğimiz koşmak olsaydı, ezan okunduğu zaman, vallahi hırkam sırtımdan düşecek derecede koşardım.”[5] der. Sahabe, bu kelimeyi, şevk içinde mescide yürüme şeklinde anlamıştır ki, haddizatında namaza giderken vakar ve sekine içinde gidilmesi esastır. Belki içiniz koşmak isteyecek fakat siz, mü’mine yakışır bir vakar ve ciddiyetle, iç coşkunluğunuzu frenleyecek, ağır ağır gideceksiniz.. gidecek ve namazdan yetişebildiğinizi eda edecek, yetişemediğinizi de, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in, إِذَا أُقِيمَتِ الصَّلاَةُ فَلاَ تَأْتُوهَا تَسْعَوْنَ، وَأْتُوهَا تَمْشُونَ، عَلَيْكُمُ السَّكِينَةُ، فَمَا أَدْرَكْتُمْ فَصَلُّوا، وَمَا فَاتَكُمْ فَأَتِمُّوا “Namaz için kâmet getirildiği vakit, ona koşarak gelmeyin, yürüyerek gelin, ağırbaşlılığı elden bırakmayın, yetiştiğinizi kılın, yetişemediğinizi sonra tamamlarsınız.”[6] fermanına uyarak kaza edeceksiniz.

Sahabe efendilerimiz ne zaman namaza çağrılsalar, aşk ve şevk içinde giderlerdi ve ezan-ı Muhammedî, onların içine âdeta su serper; dünyanın boğucu ahvalinden bir nebze de olsa rahatlamalarına vesile olurdu. Bu durum, aynı zamanda bir mü’minlik şiarıdır; mü’min, Allah’tan bir davet aldığında vakit kaybetmeden davete icabet eder. İşte Kur’ân, bu ruh hâletine tercüman oluyor.

Âyette dikkat çeken başka bir husus ise, “Alışverişi bırakın.” ifadesidir. Dünyada insan için en cazip olan şey, bir kazanç peşinde koşması ve her defasında üç-beş kuruş daha fazla elde etmesidir. Dolayısıyla tüccar, kendisi için cazip olan ticaretini bırakıp camiye gelecek; memur, memuriyet masasından kalkıp camiye koşacak; işçi, tezgâhını kapatıp ezan-ı Muhammedî’ye kulak kesilecek ve camiye gidecek...

Âyetin sonundaki, “Bu sizin için daha hayırlıdır, bir bilseniz!” ifadesi şunu söyler: Rabbi hoşnut etme ve uhrevî saadetinizi temin adına, her türlü işi bırakıp Hz. Muhammed’in getirdiği ziyafet sofrasındaki ilâhî nimetlerin en üstünlerinden olan cuma namazına gitmeniz, sizin için daha hayırlıdır. Başka bir ifadeyle, Kur’ân’ın emirlerinin ne demek olduğunu ağırlığıyla vicdanınızda hissediyor ve namazın içinizde hâsıl ettiği neşveyi duyuyor iseniz, cuma’nın faziletini size anlatmaya lüzum yok, siz onu daha iyi bilirsiniz. Öyleyse nida kulağınıza geldiği an, alışverişi terk edip mü’mine yakışır bir vakar ve ciddiyet içinde mescide koşacaksınız demektir.

Bir sonraki âyet-i kerimede ise, فَإِذَا قُضِيَتِ الصَّلَاةُ فَانْتَشِرُوا فِي الْأَرْضِ وَابْتَغُوا مِنْ فَضْلِ اللهِ وَاذْكُرُوا اللهَ كَثِيرًا لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ “Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin; umulur ki, kurtuluşa erersiniz.”[7] buyrulmaktadır ki, bu lütfun ne olduğu hususunda İbn Abbas şu değerlendirmede bulunur: “Bu âyetle mü’minlere dünyalık peşinden koşmaları emredilmedi, Allah’ın lütfundan kasıt, hasta ziyaret etmek, cenazeye iştirak etmek ve Allah için din kardeşini ziyaret etmek gibi şeylerdir.”[8] Fakat biz meseleyi biraz daha şümullü ele alacak olursak şöyle diyebiliriz: Namazı eda edin ve içiniz durulaşıp berraklaşsın, sonra mesuliyet duygusu altında yeryüzüne dağılın, Allah’ın dünyevî ve uhrevî lütuflarından istifade edin. Nurlu ve yümünlü bir hayat yaşayın ki, hayatınız düzene girsin. Böylece felaha erersiniz.

Sûrenin son âyetinde de, وَإِذَا رَأَوْا تِجَارَةً أَوْ لَهْوًا انْفَضُّوا إِلَيْهَا وَتَرَكُوكَ قَائِمًا قُلْ مَا عِنْدَ اللهِ خَيْرٌ مِنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِ وَاللهُ خَيْرُ الرَّازِقِينَ “Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman Seni oracıkta bırakarak kalkıp ona giderler. De ki: ‘Allah’ın nezdindekiler, eğlenceden ve ticaretten daha yararlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.’”[9] buyrulmakta ve Efendimiz döneminde vuku bulan bir hâdiseye dikkat çekilmektedir:

Bir gün Efendimiz minberde hutbe irad ediyordu. Medine’de açlığın ve pahalılığın hâkim olduğu bu dönemde, bir ticaret kervanının Şam’dan döndüğü haberini bildiren kös veya def-davul sesi etrafta duyulunca mescittekiler Efendimiz’i dinlemeyi bırakıp kervana koştular. Tabi bu hareketi, Efendimiz’i minberde dinleme mecburiyetini henüz müdrik olmadıklarından, hutbenin ve cumanın adabı mevzuunda yeteri kadar bir şey bilmediklerinden yapmışlardı. Vakayı nakleden Selman-ı Fârisî, İbn Mesud, Bilal-i Habeşî gibi sahabiler, orada sadece on iki erkek ve bir de kadının kaldığını bildirirler. Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu duruma oldukça canı sıkılmış ve: “Muhammed’in canını elinde bulunduran Allah hakkı için eğer hepiniz gitmiş olsaydınız, vadiyi ateş seli doldurur, sizi götürürdü.” başka bir rivayette ise, “O kalanlar olmasaydı, üzerinize gökten taş yağdırılırdı.”[10] buyurmuştur.

Evet, Nebi’nin hutbede terk edilmesi korkunç bir şeydi; bundan dolayı da sahabeye korkunç bir itap vardır. Ancak az sayıdaki kutlu, işin şuuruna varmış; Allah Resûlü’nü yalnız bırakmamak suretiyle büyük bir belanın gelmesine mâni olmuşlardır. Bundan sonra sahabenin, Efendimiz’i dinlerken âdeta ayağına pranga vurulmuş gibi dinlediği bildirilir. Artık hutbe dinlerken, öylesine edep içinde oturuyorlardı ki, o oturmaları âdeta namaz hüviyeti alıyor, Said İbn Cübeyr’in ifadeleri içinde, devr-i risalette hutbe dinlemek, iki rekât namaza mukabil sayılıyordu.[11]

Hâsılı, cuma günü, günlerin efendisi olduğu içindir ki yerinde sabit durur, kendine has durumunu muhafaza eder, haftanın diğer günleri ona göre vaziyet alırlar. Bayram, Arefe vb. günler hep değişir ve farklı zamanlara denk gelir. Bu yüzden mü’minler, bayramlardan daha ziyade cumaya ihtimam gösterirler. Haftada bir defa cuma namazına gelmeyi ağır bulanlar da teselli olmak için bayramdan bayrama camiye-cemaate gelirler. Hâlbuki nerede bayram namazları, nerede cuma namazı! Sahabe, bayrama verdiği ehemmiyetin belki yüz katını cuma gününe veriyordu. Zira Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), مَنْ تَرَكَ ثَلَاثَ جُمَعٍ تَهَاوُنًا بِهَا، طَبَعَ اللهُ عَلَى قَلْبِهِ “Kim önemsemeyerek (başka bir rivayette mazeretsiz olarak) üç cumayı terk edecek olursa, Allah onun kalbini mühürler.”[12] buyurmuştu. Yani o insanda ibadet aşkı ölür, cumadan başka beş vakit namazın neşvesinden de mahrum kalır, Allah’ı sevemez, Rehber-i Ekmel’i takdir edip, O’nun arkasında yerini alamaz. Allah’ın huzuruna sanki boynunda ip, sürükleniyormuş gibi gelir.

Başka bir hadis-i şerifte de tehdit ve tedip mahiyetinde, لَيَنْتَهِيَنَّ أَقْوَامٌ عَنْ وَدْعِهِمُ الْجُمُعَاتِ، أَوْ لَيَخْتِمَنَّ اللهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ، وَلَيَكُونُنَّ مِنَ الْغَافِلِينَ “Bir kısım insanlar ya cumayı terk etmekten vaz geçecek veya Allah onların kalblerine mühür vuracaktır da gayri ondan öte gafiller güruhu içine girecek, duymaz, duygulanmaz fertler hâline geleceklerdir.”[13] buyrulur.

Evet, cuma bu kadar ağır ve bu kadar büyüktür. Bütün bu hadisler, cumanın ehemmiyeti mevzuunda Fahr-i Kâinat Efendimiz’in hassasiyetini, daha doğrusu Cenâb-ı Hakk’ın bu mevzuda O’na talim ve tebliğinin ağırlığını ifade etmektedir.


[1]  İbn Mâce, ikâme 79; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 3/430.

[2]  Müslim, cuma 22; Nesâî, cuma 1; İbn Mâce, ikâme 78.

[3]  Müslim, tahâret 10, 15, 16; Tirmizî, salât 46; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/359.

[4]  Cum’a sûresi, 62/9.

[5]  İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 1/482; Abdurrezzak, el-Musannef 3/207.

[6]  Buhârî, cuma 18; Müslim, mesâcid 151.

[7]  Cum’a sûresi, 62/10.

[8]  el-Beğavî, Meâlimü’t-tenzîl 4/345; es-Suyûtî, ed-Dürru’l-mensûr 8/165.

[9]  Cum’a sûresi, 62/11.

[10]  Ebû Ya’lâ, el-Müsned 3/468; es-Sa’lebî, el-Keşf ve’l-beyân 9/317; el-Beğavî, Meâlimü’t-tenzîl 4/345.

[11] el-Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 18/114.

[12]  Ebu Dâvûd, salât 209; Nesâî, cuma 2.

[13]  Müslim, cuma 40; Nesâî, cuma 2.

Cuma Namazı, Cuma Günü