Gülen'in Başarısı: Teslimiyet ve Hoşgörüyü Birleştirme
- Gülen'in Dini Teslimiyeti
- Gülen'in Hoşgörü Taraftarlığı
- Teslimiyet ve Hoşgörü: Barışçıl Bir İslam Tanımlaması
- Sufi Çözüm
- Diyaloğun Teorisi ve Uygulaması
- Terörizmin Kınanması
- Gülen Hareketi
"Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir, aklın nuru funun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder." (Said Nursi)
Max Weber, meşhur Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu[1] analizinde modern sosyo-ekonomik -ekonomik düzenin temellerinin iki zıt kuvvetin terkibiyle oluştuğunu ileri sürer: ekonomik kazanç ve dini takva. Bu birleşimin sonuçları tabiatta ve küresel planda önceden kestirilememiş ve önce Batı Avrupa ve sonra dünyanın birçok yerinde toplum ve kültürün değişmesine sebebiyet vermiştir. Başka bir yerde de ileri sürüldüğü üzere, Weber'in anlayışı bir kültürel değişim teorisine işaret eder: Karşıt istidatlar ya da kültürel temalar mantığın ötesinde kaynaşınca, bu süreç yeni paradigmaların, hareketlerin, kurumların oluşumlarına yön veren enerjiyi açığa çıkarır. Bir Türk bilgesi Fethullah Gülen'in koyu imani teslimiyeti ve hoşgörüyü birleştirmesi İslami diyalogun bir paradigması şeklinde sonuç verir. Ruhi teslimiyet ile iman geleneğini beslemesi amacıyla kurulan hareket, günümüzde gayri Müslim inananlara hatta inanmayanlara dahi ulaşmaktadır.
Emile Durkheim'in dinin doğası üzerine yaptığı çalışmada gösterdiği gibi, inanç genellikle toplumsal organizasyon ile ilişkilidir. Bir inanç sisteminde imanın dışavurumu eşzamanlı olarak toplumsal grubun sağlamlığının bildirisi hükmündedir. Belirli bir dini inanç sistemi, kabile, etnik grup ya da halkların oluşturduğu toplumsal organizasyondan doğar ve aynı organizasyon ile var olmaya devam eder.[2] Bazı dini inançların ve uygulamaların toplumca inşası ve meydana geldikleri toplumsal kurumlar ile yakından bağlantılı olduğu gerçeği dini inançların, ritüellerin, kurumların şiddet ve hoşgörüsüzlük hesabına kullanılmasına imkan tanımaktadır. Yirminci yüzyıldan beri yeni yıkım teknolojilerinin gelişmesi insanlığı kirletmeye devam eden çeşitli kutsal(!) savaşlara ve terörist saldırılara geçerlilik kazandırmaktadır.[3]
İnanç sistemleri insanların kainatı anlaması, dünyadaki kötülüğün yayılmaması ve sonuç olarak karmaşık bir ortama dönüşmemesi için kişinin kendisine bakışının tasarlanmasına ve bireyin başkalarına nasıl davranması gerektiğine dair paradigmalar sağlar. Birçok üst düzey siyasetçi, ortak kimlik ve otorite kavramlarını, güçlerini eşyanın tabiatından aldıklarının kabul edilmesi ve böylece Tanrı vergisi ve tabii görünmesi için daha geniş bir dünya görüşüne bağlarlar. Bu teoriye göre, birey, toplumsal düzen ile ancak kendi iç hayatını tehlikeye atarak mücadele edebilir ve kötünün toplumsal yapılanması belirli güç odaklarının düşmanlarını evrensel ve kutsal yetkiye sahip mâlum siyasi otoritenin müttefikleri olarak nitelendirir.[4]
Dini organizasyonların tarihi karşılaştırmalı olarak incelendiğinde, şaşırtıcı olan, bir yandan birçok dini öğretinin evrenselliği, diğer taraftan ise dini hissiyatın belirli rejimleri desteklemeye meyletmesidir. Örneğin görünürde bütün dini gelenekler, daha az radikal, iyi ruh halinin önde gelen gerekliliği olarak başkaları için yaşamanın, bir tür 'düşmanını sev' ahlakına sahiptir. Yine de, zamanla, dünya çapında inanç gelenekleri dinin evrenselliği nispetinde belirli rejimlerin siyasi emellerine hizmet etme zorunluluğunda kalmışlardır.
Son bin yüzyıl insanlık tarihi, dini kurumlar ve onların siyasi otoriteleri tarafından hazırlanan -ilk Hıristiyan pasifist hareketlerinden, Roma imparatorluğuna, oradan, devlet terörü ve suikast bombardımanlarına kadar her şeyi Tanrı'nın isteği şeklinde paklama çabalarına dair- söylemlerle doludur.
Dini teslimiyet ve hoşgörünün birleşimi, dünyanın maneviyat elçilerinin öğretilerinde az rastlanır şeyler değilse de, bu durum ne meşhur gazetelerin veya dünyada kaydedilen diğer yayınların sayfalarında ne de CNN ve onun yandaşlarının ekranlarında nadir de olsa yer alabilmiştir.
Bu makalenin amacı Fethullah Gülen'in hangi seviyede bu farklı kavramları teori ve uygulamada birleştirdiğini keşfetmektir. Buna, onun dini teslimiyetine kısa bir bakışla başlayacağız ve sonra onun hoşgörü ve diyalog önerisinin tabiatını tartışmaya geçeceğiz.
Bir Anadolu köyünde İslami geleneğin içinde ciddi manevi arzu ve iştiyakı olan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Gülen'i ebeveyni, hayata dair şumullü bir manevi bakış ile büyütmüşlerdi. Gülen, annesinin 'Bütün köy kadınlarına ve kendisine, Kur'an okumanın bile yasak olduğu bir dönemde Kur'an öğrettiğini' hatırlar.[5] Çocukluğunun geçtiği kırsal çevrenin, onun erişkinlik dönemine imza atacak bir dua ve tefekkür iklimini ona bahsetmiş olması muhtemeldir. 'Nezih bir sessizlik ve sükun eski köylere devamlı bir surette hakimdi' der.
Sabah güneşi koyun ve kuzuların meleşmeleri böcek ve kuş sesleri tatlı memnuniyet dalgaları halinde kalplerimizi okşar, ve bu sesler tabiatın derin, içsel korosuna dahil olurlar...
Bu dünyada -diğer dünyaya yan komşusu olarak- namaza çağrı, dua ve münacatlar, ötelerin dili bizi başka bir konsere davet eder, ve bizi daha derin, daha manevi bir atmosfere götürür.[6]
Kur'an'ı küçük yaşta ezberlemiştir, ve 'dört yaşında namaza başladığını ve o zamandan itibaren bir daha asla bırakmadığını' belirtir.[7] Kendini erkenden ibadete, tefekküre, dini yazı ve öğretimine dayanan basit bir hayat tarzına adamıştır. Aile yaşamından uzak durarak, münzevi bir yol seçmiştir, yaşamını hiçbir mal varlığı olmayacak şekilde ibadet ve dini meşguliyetlere adamıştır. Her yerde bulunan eserleri modern dünyanın iman konusuna yönelttiği sorulara cevaplardan İslami ilimlere dair temel dini başlıkları içeren geniş bir yelpazeyi teşkil eder.
Gülen'in çalışmaları Türkiye'de fazlasıyla laik bir çerçevede gayet dini olması ve çokça politize olmuş bir çevrede apolitik tavrıyla kaydadeğer niteliktedir. Bu milli çerçevede -aynı zamanda İslami ve diğer dini söylemlerin şiddetli münakaşalara vardığı ve diğerlerinin dinsiz ve hain ilan edildiği uluslararası çevrede- Gülen, dini olanla seküler olan arasında ve dini olanla dünyevi olan arasında sufilikten ilham alan insanlık sevgisi ve İslam'ın 'modernlik, demokrasi ve gelişmelerle' uyumlu olduğu üzerinde vurgu yaparak gidip gelmeyi becermiştir.[8]
Peygamber (s.a.s.), hakiki Müslümanı sözleri ve eylemleri ile kimseyi incitmeyen, evrensel barışın en güvenilir temsilcisi olarak tanımlamıştır.[9]
Fethullah Gülen'e göre, başkalarına hoşgörü ile yaklaşmak ve hakiki dinler arası diyalog sadece basit, hoş cennetvari gelecekte gerçekleştirilecek bir ideal değil, tam olarak Müslüman olmanın asli gerekliliğidir. O, gerçekten de dinin asli tabiatının bunu gerektirdiğini vurgular.[10]
Fethullah Gülen'in hoşgörü anlayışının, kavramın sıradan anlamının ötesine geçmesi mümkündür. Gülen'e göre, kişi İslam'dan önce gelen peygamberlere inanmadıkça Müslüman sayılamaz: 'Bir Müslüman olarak ben, bütün peygamberler ve kitapları tarihte farklı toplumlara gönderilmiş olarak kabul ediyor ve buna Müslüman olmanın bir gerekliliği olarak iman ediyorum.' Bununla Gülen açıkça, Batıdaki -Musevilik, Hristiyanlık ve İslam- dinlerarası diyaloğun geleneksel odağını belirtmekle kalmamakta, diğer dünya dinlerini de kapsayan bir bakış sunmaktadır.[11]
Peygamber döneminden beri Müslümanlar Yahudi ve Hristiyanlık dinlerine mensup olanların İslama (önceki iki tahrif olmuş dinin tamamlayıcısı statüsünde olması itibariyle) inananların yanında özel bir konuma sahip olduklarını vurgularlar. Gülen, bu fikri, dini 'Tanrı'nın af ve mağfiret senfonisi'[12] olarak tanımlamasıyla daha da ileri götürür. Bu tabi ki, senfoniyi oluşturan nota ve enstrümanlar topluluğunun uyum içinde bir birlik teşkil etmesi ile mümkündür.
Teslimiyet ve Hoşgörü: Barışçıl Bir İslam Tanımlaması
'İyilikleri iyi oldukları için alkışlayın, inanan gönülleri takdir edin, inananlara nazik davranın. İnanmayanlara öyle yumuşak olun ki haset ve kinleri eriyip gitsin. Mesih gibi, ölüleri nefesinizle diriltin.' (Fethullah Gülen)
Teslimiyet ve hoşgörüyü kaynaştırma süreci, İslam'ın, barikatlar kurarak kurumsal formül ve dogmalarını kendisininmiş gibi kabul etmeyenlere karşı savaşan bir din gibi değil, aksine hoşgörüyü savunan barışçıl bir gelenek olarak tanımlanmasını gerektirir. Gülen, sadece inananlara kibarca ve inanmayanlara nezaketle yaklaşmayı savunmamakta, bunu açıkça yerine getirmektedir.
Son tahlilde, dinin yaptığı, bireysel ruhları daha ulvi değerleri itina ile yaşaması için daha yüksek bir mevkiye taşımaktır. Gülen'in dediği gibi,
Mensupları inançlarını günlük yaşama nasıl uygularsa uygulasın, genel kabul gören, sevgi, saygı, hoşgörü, affetme, merhamet, insan hakları, barış, kardeşlik ve özgürlük gibi değerlerin tümü dinin kendisi tarafından yüceltilen değerlerdir. Bu değerlerin çoğu Musa, İsa ve Muhammed'in (s.a.s.), yanı sıra Buda, hatta Zerdüşt, Lao Tzu, Konfiçyüs, ve Hind kıtası Peygamberlerinin getirdiği mesajlarda en fazla önceliği olanlardır.[13]
Gülen'in İslam tanımının, bu makalenin sonuna doğru da inceleyeceğimiz birçok bileşeni vardır, bunlardan İslam geleneğinin manevi yönünü nazara veren Sufi geleneği, diyaloğun teori ve uygulaması, mütedeyyin yaşam tarzı ile ilahi huzur kazanılması, terör ve şiddetin kınanması ve dünyada manevi ve toplumsal değişim amaçlı bir hareket seferberliği kayda değer olanlarıdır.
Gülen'in teslimiyet ve hoşgörüyü birleştirebilme yeteneğinin anahtarlarından biri, İslam'ın manevi yönü ya da iç yaşamı diyebileceğimiz tasavvufa olan vurgusudur. Gülen'in İslami geleneğe bakışında Sufizmin değeri büyüktür, bu aynı zamanda genellikle Türk İslam'ının da özelliklerindendir.
İslam'ın birçok katmanı olduğu görülür -kurumsal, siyasal, şahsi, manevi vb.- Manevi olanı en önemlisi olarak gösterilir ve bu yaygın tasavvuf geleneği ile eş tutulur. Bu katmanlardan dolayı, inancın kurumsal yönünün dışta bıraktığı başkalarına karşı açık olmaya tasavvuf yönlendirmektedir. Sınırlar çizme ve farklılığı vurgulama kurum görevi iken, farklılıkları ortadan kaldıran yüce gönülleri açık tutma tavrı manevi geleneğin görevidir. Manevi tecrübelerin yüksekliği sayesinde aydan dünyaya bakıldığında sınırların görünmez olduğu gibi farklılıklar ortadan kalkar. Gülen'in yaygın yazılarında ve inançla ilgili derslerinde nazara verdiği İslamın bu yönüdür.
Gülen'e göre manevi pratik ve ahlaki ritüeller, dogmalardan daha önemlidir ki onun bu tavrı diğer inanç gelenekleriyle diyaloga kapı açar. Müminin temel sıfatı olarak sevgi üzerine sufi vurgu, odağını kurum ve ritüelden Tanrı ve başkaları için aşka yönlendirir. Gülen, 'Aşkın her varlığın en temel unsuru ve bütün zorlukları aşabilecek büyük bir güç ve en parlak ışık olduğu' konusunda ısrarlıdır. Bu yakıcı tutkudan bütün bir evren için itikadi farklılıkları en aza indirgeyecek bir şefkat hissi doğar. Eğer iman etmiş bir kişinin özelliklerine sahipsen, 'Hıristiyan, Yahudi, Budist ya da başka bir itikattan... Sen bir mümin sıfatı taşımaktasın.'[14]
Sufi geleneğinde olduğu gibi, Gülen, 'inananlar coşkun aşk insanlarıdır, aslında, bir cazibe merkezidir' der. Gülen, kişinin başkalarına açık olurken kendi geleneğinde nasıl kök salabileceğini meşhur şair Mevlana'nın metaforu ile açıklar:
Mevlana'nın ifadesini kullanacak olursak, böyle bir insan bir ayağı iman ve İslam'da sabit kadem iken diğer ayağı diğer milletlerle olan bir pergele benzer. Eğer bu görünüşte ikili olan durum Allah'a inanan biri tarafından gerçekleştirilebilirse ne mutlu ona. Kendi iç dünyasında öyle derin ve öyle sevgi dolu... Allah ile o kadar münasebet içinde; ama aynı zamanda toplumun aktif bir üyesi.[15]
Mevlana esintili, bir ayağın kendi iman geleneği içinde ve diğerinin başkalarının imanı arasında serbestçe gezinmesi ikilemi Fethullah Gülen'in diyalog üzerine vurgusunun hareket noktasıdır.
Diyaloğun Teorisi ve Uygulaması
'Günümüzde dinler arası diyalog bir zorunluluktur ve onu kurmanın ilk adımı geçmişi unutmak, tahrik edici tartışmaları önemsememek, tahrik edici noktalardan çok daha fazla olan ortak noktaları nazara vermektir.' (Fethullah Gülen)
Gülen'in İslam anlayışı hoşgörü ile başlar ve o kadarla kalmaz. Zira hoşgörünün bu denli savunucusu olmasından daha da şaşırtıcı olan, yaşamını bu prensibe ne kadar bağlayabildiğidir. Aslında İslam'ı barış için bir zorunluluk olarak tanımlama çabalarına bu kadar dikkat çeken, diyaloğun uygulanmasındaki net tavırlarıdır. En önemlisi, Türkiye'deki Ortodoks Kilisesi Lideri Barthalemeos, ve Türkiye'nin Hahambaşısı David Aseo gibi Hıristiyanlar ve Yahudilerin yanı sıra seküler entelektüeller ve sivil liderlerle diyaloğu da ilk o başlatmıştır. Sonuç olarak, kendi milli sınırlarını aşarak Katolik Papa II. John Paul ve İsrail'in Sephardic Hahambaşısı Eliyahu Bakshi Doron ile ünlü buluşmaları da o gerçekleştirmiştir.
Eğer onun düşüncesinde diyaloğun 'farzlarının' aşk, merhamet,[16] hoşgörü, affetme olduğunu bilirsek, Gülen'in diyalog konusunda bu kadar ün kazanmasının ve bunu korumasının sebebini anlamak zor olmaz. Bu ilkeler Gülen'in diyalog metodunun temellerini teşkil eder. 'Her varlığın temel unsuru, bütün zorluklara dayanabilecek ve onları aşacak büyük güç, en parlak ışık'[17] olduğunu söylediği aşkla başlamaktadır. Sonra 'kâinatın bir merhamet senfonisi olarak değerlendirilebileceğini' ve 'insanın bütün yaşayan canlılara insanlığının gereği olarak merhamet göstermek zorunda olduğunu'[18] öne sürerek merhamete geçmektedir.
Bu nihai farzları, hoşgörü -başkalarının yanlışlarına gözlerimizi kapatabileceğimiz kadar geniş- ve affetmedir ki bu ikisi 'yaralarımızın çoğunu saracaktır'.[19] Bunlar Gülen'in Kur'an'dan çıkardığı prensiplerdir. O, Kur'an'ın inananlara anlamsız ve kötü kelimelere ya da davranışlara aynı şekilde karşılık vermemelerini ve Peygamberin (s.a.s.) yaptığı gibi şiddetli düşmanlarına bile hoşgörü ve affetme ile karşılık vermeyi ve haysiyetle yanlarından geçip gitmeyi emrettiğini belirtir. Bu bağlamda, onun İslam'a teslimiyetine rağmen değil, aksine onun bir sonucu olarak başkalarına hoşgörülü olmayı savunduğu ortaya çıkmaktadır.
'Müslümanlar terörizmden her yönüyle uzak duran, nefretin ve düşmanlığın her türlü duygusundan kendilerini temizlemiş, aşkın ve şefkatin koruyucularıdır.'[20]
Müslümanlığın bir özelliği ve maneviyatın simgesi olan insanlığa duyulan aşka Gülen çok fazla önem verir ve terörizmi açıktan açığa kınamak ve İslam'ın her türlü hareketini terörizmden uzak tutmak noktasında hiç tereddüt etmez. Gülen, 'Allah'ın elçisi evrensel merhametin dini İslam'ı öğütlemiştir.' der. 'Ancak kendini hümanist ilan etmiş bazı kişiler bu dini 'kılıçların dini' diye adlandırır. Bu tamamıyla yanlıştır.'[21]
Tavrını açıkça ortaya koymak için Gülen, Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon'a yapılan 11 Eylül saldırılarından sonra Washington Post'a yazdığı mektupta terörizmi ciddi bir biçimde lanetlemiştir. Ve davasını şöyle ortaya koymuştur:
Her kim tarafından ve her ne amaçla yapılırsa yapılsın terörist eylemlerin barışa, demokrasiye, insanlığa ve bütün dini değerlere yapılmış en büyük saldırı olduğunu belirtmek isterim. Bu sebeple, hiç kimse -ve özellikle hiçbir Müslüman- herhangi bir terörist eylemin taraftarı olamaz. Terörizmin bağımsızlık ve kurtuluş arayışında hiçbir yeri yoktur. Masum insanların canına mal olmaktadır.
Bazıları kendi amaçları için dini sömürse de 'İslam terörizmin hiçbir şeklini onaylamaz. Terörizm hiçbir İslami amacı gerçekleştirmek için kullanılamaz. Hiçbir terörist Müslüman olamaz ve hiçbir Müslüman terörist olamaz.'[22] diye cesur bir şekilde bu konudaki fikrini belirtir. Daha net olunamayacak bir şekilde açıklamasına şöyle devam eder: 'İslam kişisel hakların ihlaline toplum için olsa bile izin vermez ve 'Hz. Muhammed Müslüman, diliyle ya da eliyle hiçbir şeye zara vermeyen kişidir der'.'
Gülen terörist eylemlerin olmasına sebep olan duygunun adaletsizlik olduğunun tamamen farkında olsa da, bu sebebin masum insanlara zarar vermek için bir bahane teşkil edemeyeceği fikrindedir. Bunun yanı sıra, eylemleri Müslümanların mağduriyetini simgeleyen durumlar olarak kabul etmez. Terörist eylemler yanlıştır. Bunları yapanlar Müslüman değillerdir.
Gülen hareketinin tabiatı halini alan teslimiyet ve hoşgörünün aynı potada eriyebileceğinin en çarpıcı timsalleri, herkesçe bilinen şekliyle bilgiye olan inancının ve daha iyi bir dünya kurulabileceğinin de bir örneğini teşkil eden farklı ülkelerde açılan yüzlerce eğitim kurumudur. Okullar açıktan açığa İslami propagandaya yer verilmeden, daha geniş bir anlamda öğrenimi geliştirmek için kurulmuş ve insanlığın hizmetine sunulmuştur. Gülen, okulları kendisinin açmadığını belirtmiştir, ancak zaten gençlerin ufuklarını ve bilgisini genişletmekte eğitimin önemi ve böyle bir ortamın oluşturulmasının gerekliliğini her zaman vurgulamış ve bunun temsilciliğini yapmıştır. Gülen'in de ifade ettiği gibi okul;
Evrende parça parça bulunan her şeyin bir arada sergilendiği bir tiyatro sahnesidir. Ögrencilerine sürekli okuma imkânını verir ve hatta sessizken bile onları eğitir. Bu sebeple, hayatın sadece bir aşamasını kaplıyormuş gibi görünse de aslında okul bütün zamanları ve bütün deneyimleri yönetir. Her öğrenci hayatının geri kalan kısmında okulda öğrendiklerini uygulamaktan başka hiçbir şey yapmaz ve okuldan ömrünün geri kalanında da sürekli etkilenir.
Bu yaklaşımın sonuçları Vatikanın Dinlerarası Diyalog Kürsüsü genel sekreteri Dr. Thomas Michel'in Müslüman ayrılıkçıların eylemlerinin hükümet güçleriyle silahlı çatışmaya dönüştüğü kuzey Filipinler'in Mindanao adasında bir okula yaptığı ziyaretle ilgili yorumlarda görülebilir. Onun da belirttiği gibi;
Çocuk kaçırmanın çok sık yaşandığı, gerilla güçlerinin kol gezdiği, saldırıların, tutuklanmaların, ortadan yok olmaların, askeri ya da asker destekli cinayetlerin işlendiği bir ortamda okul yüksek standartlarda bir eğitimle birlikte Müslüman ve Hıristiyan Filipinli çocukların birbiriyle olan iletişiminde ve yaşam tarzında daha iyi bir köprünün kurulmasını sağlamaktadır.[23]
Sonuç olarak okul hareketinin amacı insanların kendi değerlerine güvendiği ve başkalarının da daha iyi olması için çaba sarf ettiği bir dünyada daha insani ve hoşgörülü bir dünya vatandaşlığını oluşturmaktır.
Aras ve Caha Gülen'in kadın hakları konusunda görüşlerinde her zaman ilerici bir tavra sahip olduğunu ve Gülen'in birçok İslam düşünürünün aksine 'kadınların yönetici olabileceğini'[24] ifade ettiğini belirtmişlerdir.
Gülen akımının kapsamlı bir haritası bu keşfin sınırlarının çok ötesine gitmektedir, ancak okulların bu kadar geniş ve şekilci olmayan, onlarca ülkeye ve dünya çapında 4 milyon insana ulaşmış ve çok çeşitli kurumları ve etkinlikleri olan bu hareketin sadece bir bölümü olduğuna dikkat etmekte fayda vardır.
Gülen'in yandaşları İslami ve laik düşünürleri bir araya getiren Gazeteciler ve Yazarlar Cemiyetini kurmuş ve dinler arası diyaloğu geliştirme adına sempozyumlar düzenlemiştir.[25] Başka bir kuruluş 3 ayrı dergi yayınlamakta, sempozyumlar, paneller, konferanslar düzenlemektedir; ayrıca hareketin medya kolunda, günlük yayınlanan Zaman gazetesi, bir haber dergisi, televizyon kanalı ve bir radyo istasyonu vardır.[26] Hareket devingen bir hal almış, çok önemli düşünürleri (özellikle Türk olan) yapısına dâhil etmiş ve hatta daha önce Sovyetler Birliği egemenliğinde bulunmuş olan Türkî Cumhuriyetlerde ekonomiyi iyileştirmek adına faizsiz bankacılık ilkelerine uyan bir banka (125 milyon dolar sermayeyle) kurmuştur.
Saygın insanların ve hükümet görevlilerinin çocuklarının da eğitim aldığı okullarında, özellikle daha çok emek harcadıkları Orta Asya'da, gerçekten çok kaliteli bir eğitim verildiği gerçeği göz ardı edilmemelidir ki, bu daha yüksek düzeyde ittiaklara zemin teşkil etmeye başlamıştır.[27]
Son olarak göz önünde bulundurulması gereken şey şudur: Gülen'in merhameti sadece insanlığa değil tüm yaratılanlara ulaşır. Gülen hareketine dâhil olan bir kişi ondan ilham alan bir grup gençle kamp yaptığı zamanı anlatmıştı. Kampa giren bir yılanın hemen öldürülmesi üzerine Gülen aslında sorumlu kişi olmasa da çok derinden bir üzüntü duymuş ve üç gün tövbe orucu tutmuştur.
Buna benzer bir şekilde, Hz. Muhammed'in (s.a.s.) hayatına dair eserinin bir cildinde Gülen, Peygamberin (Efendimizin) bir arkadaşının atına yalan söylemesi üzerine onu uyarmasıyla ilgili hikâyede geçen şu sözü hatırlatır: 'Hayvanlara yalan söylememelisin. Hatta onlara muamelende bile hilekâr olmamalısın.'[28]
Üzerinde durduğumuz nokta teslimiyet ve hoşgörünün aynı kapta eritilmesi paradoksuydu; ancak Gülen görünüşte birbiriyle çelişen başka zıtlıkları da bir araya getirmiştir. İngiltere'de metotçu akımın kurucusu olan John Wesley; 'İzin verin uzun zamandır ayrı tutulan bilgiyi, hayatı ve diyaneti bir araya getirelim.' diye ifade eder. Gülen'i markalaştıran başka bir özelliği dini girişimlere olduğu kadar bilimsel araştırmalara da çok açık olmasıdır. Aslında, belki de din okulları olma imajını kırmak adına Gülen hareketinden ilham alan birçok okul dünya çapında yapılan birçok bilim yarışmasında ve Bilim Olimpiyatlarında aldıkları ödüllerden de anlaşılabileceği gibi gerçekten mükemmel bir eğitim vermektedirler.
Eğer insanoğlu varlığını diğer bir yüzyıla taşıyabilecekse -ki şiddetin artmasıyla 21. yüzyıl önceki yüzyılların rekorunu kıracak gibi görünüyor- Fethullah Gülen'in kurduğu gibi din birlikleri hiç şüphesiz bunda ehemmiyetli rol oynayacaktır. Gülen'in görüşleri bu konuda en kayda değer fikirler olarak göze çarpmaktadır zira, dünya siyasetinde belirleyici olan şiddeti haklı göstermekle suçlanan iki gelenekten -Müslümanlık ve Hıristiyanlık- birinin bizzat içinden gelmektedir.
Belki de kültürel paradokstaki yenilikçi fikirleri küresel muammaya bir çıkış yolu bulması için insanlığa ilham verecektir.
Lester R. Kurtz, Teksas Üniversitesi, Austin, Teksas
[2] Bkz. Clifford Geertz, The Interpretation of Cultures, (New York, Basic Books, 1973)
[3] Bkz. Lester R. Kurtz, 'War'
[4] Robert Benford and Lester Kurtz, 'Performing the Nuclear Ceremony: The Arms Race as a Ritual' Journal for the Applied Behavioral Sciences (Aralık, 1987): 463-482
[5] Ali Ünal ve Alphonse Williams, Advocate of Dialogue, (Fairfax Virginia: The Fountain, 2000)
[6] A.g.e., sayfa 11. Fethullah Gülen, Zamanın Altın Dilimi, (İzmir, 1994)
[7] A.g.e., sayfa 13. Latif Erdoğan, Fethullah Gülen Hocaefendi 'Küçük Dünyam'
[8] Bülent Ecevit'in Eyüp Can ile yaptığı söyleşideki yorumları, Ufuk Turu, İstanbul, 1996
[9] el-Buhari, 2. kitap, 9
[10] Ali Ünal, Advocate of Dialogue: Fethullah Gulen, (Fairfax: The Fountain, 2000) s. 193-94
[11] Fethullah Gülen, Toward a Global Civilization of Love and Tolerance, (New Jersey: Light, 2004) ss. 75-76
[12] A.g.e.
[13] Ünal ve Williams, a.g.e., 242
[14] A.g.e., 207. Nevval Sevindi, Fethullah Gülen İle New York Sohbeti, Yeni Yüzyıl, Ağustos 1997
[15] Ünal, Ali ve Alphonse Williams, Advocate of Dialogue: Fethullah Gulen, (Fairfax: The Fountain, 2000) s. 207
[16] Ünal ve Williams, a.g.e., 253
[17] A.g.e.
[18] A.g.e.
[19] Fethullah Gülen, Toward a Global Civilization of Love and Tolerance, (New Jersey: Light, 2004) s. 81-130
[20] Fethullah Gülen, True Muslims Cannot Be Terrorists, The Fountain, ss. 95-100
[21] Fethullah Gülen, Islam as a Religion of Universal Mercy, The Fountain, ss. 44-50
[22] A.g.e.
[23] Thomas Michel, Gülen as Educator and Religious Teacher, ss. 101-113 The Fountain, a.g.e., 102
[24] Aras ve Çaha, a.g.e.
[25] Lester R. Kurtz, Local Gods and Universal Faiths, ss. 155-160
[26] Aras ve Çaha, a.g.e.
[27] A.g.e
[28] Fethullah Gülen, Prophet Muhammad, 94; el-Buhari, İman 24
Lester R. Kurtz, The Muslim World, Temmuz 2005 Özel Sayısı
- tarihinde hazırlandı.