Prof. Dr. Niyazi Öktem'le Papa Görüşmesi Üzerine
Mehmet Gündem: Türkiye'de birkaç yıldır, Fethullah Gülen Hocaefendi ile sembolize edilen diyalog arayışı var. Siz bu diyalog çabalarına nasıl bir anlam yüklüyorsunuz?
Niyazi Öktem: Benim anlayışıma göre, dünyadaki kavgaların, gürültülerin patırtıların gerisinde ekonomi kadar ideolojik farklılıklar da yer almaktadır. İdeoloji ve düşüncelerden dolayı insanlar savaşmışlar. Kendinden olmayan düşünce hep karalanmıştır. Oysa tanımamaktan geliyor bu tahripkar tavır. Sayın Fethullah Gülen'in bu diyalog arayışlarını çok önemli buluyorum. Bir de bunun uluslararası alana taşınması, Müslümanlık açısından da çok önemli. Diyalog arayışı bize çok yabancıydı. Yâni bir Müslüman'ın bir Hıristiyan'la, Yahudi'yle diyaloğa girmesi çok yabancıydı. 1992'de Birinci Din Şurası'na katıldım, diğer din ve mezheplerle diyalog lâfını nihai bildiriye sokabilmek için, Ethem Ruhi Bey'le bizim göbeğimiz çatladı. Hıristiyan misyonerler gelir bizi Hıristiyan yapar, zehirli fikirlerini bize aktarır, şeklinde yorumları çok duyduk. Gelsinler aktarsınlar, güçlü olan neden korkuyor ki? Fethullah Hocaefendi'nin böyle bir kaygısı yok. İnanmış bir Müslüman olarak da diyalog kapılarını o açıyor herkese. Eğer kendini güçlü hissediyor, düşüncene, inancına itimat ediyorsan, senden farklı olanla gireceğin her diyalog zenginlik demektir. Bu türlü hareket ve çabalar topluma moral verdi, kutuplaşmaları törpüledi.
MG: Felsefi boyutları da ihmal edilmeden, diyalog yoğunlaşıyor ve somutlaşıyor. Bu olgunun arka planında ne görüyorsunuz?
NÖ: Birtakım insanlar ısrarla arkasında 'hinlik' arıyorlar. Ben, bu çok önemli sosyal gerçeklik ve fenomenin, böyle bir komplocu bakışla negatife indirgenmesini asla tasvip etmiyorum. Kimseyi kendi hayallerimizde ürettiklerimizle yargılayamayız ki. Bir düşünceyi onaylamak, onu karalamak hakkını vermez kimseye. Peki ama arkasından ne gelecek diye kuşkuyla bakmak ortadaki güzellikleri görememekten ileri geliyor sanıyorum. Diyaloğun getirmiş olduğu somut sevgi ve barış ortamını düşünmek lâzım şimdi.. Fethullah Hocaefendi, daha önce Sayın Bartholomeos'la görüştü. Ben o görüşmeyi ''Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli olaylarından biri'' olarak yorumlamıştım ve hâlâ aynı fikirdeyim. Çünkü iki inanç grubunun insanları birbirlerini düşman biliyordu. Bilenler hâlâ vardır. İki liderin bir araya gelmesi, önce soru işaretlerini doğuruyor, arkasından olumlu yaklaşımlar, sevgi ve barış ortamını doğuruyor. Şimdi Hocaefendi'nin Katolik dünyanın ruhanî lideri olan Papa ile görüşmesi daha da önemli.
MG: Nedir bu önem?
NÖ: Küresel boyutta önem taşıyor. Batı'nın gözünde çok olumsuz bir 'Müslüman' imajı var; diyaloğa girmeyen, üretemeyen, hırçın, kavgacı, terörist... Batı'nın gözünde İslam böyle bir din. Böyle bir dönemdi, Papa'ya giden Hıristiyanlıkla diyalog kurmak isteyen bir dini lider, bu Hıristiyanlık açısından çok önemli. Aynı zamanda, Türkiye'nin Batı'ya yönelmesinde, 'biz İslâm'la diyalog kuramayız' korkusu içindeki Avrupalıları tekzip ediyor. İki şeye takılıyor onlar; insan hakları ve din faktörü. 'İslâm, diyaloğa açık bir din değildir' imajı hakimken, önemli bir Müslüman lider, Katolik dünyasına, 'insanlığın hayrına olacak her türlü diyaloğa açık' olduğu mesajını veriyor.
MG: Hıristiyan AB, dinden kaynaklanan o katı tavrını yeniden gözden geçirebilir mi?
NÖ: Fikirler birdenbire hop diye değişmez; ama müspet bir değişime zemin hazırlanıyor Batı'da.
MG: Peki, 'Fethullah Gülen hangi sıfatla görüştü ki?' türü eleştiriler dile getirildi bazı çevreler tarafından...
NÖ: Öyle anlaşılıyor ki, Fethullah Hocaefendi'yi Vatikan, bizdeki pek çok insandan daha iyi anlamış gözüküyor. Papa öyle herkesle görüşmez. Biliyorsunuz Papa'nın randevuları yıllar öncesinden belirleniyor. Şimdi randevu isteseniz ancak beş yıl sonrası için konuşulabilir. Hocaefendi-Papa görüşmesi niyetlerinin mazisi bir yıl öncesine dayanıyor. Vatikan Hocaefendi'yi önemli bir yere koyuyor ki bu görüşme oldu.
MG: Nereye?
NÖ: Ben bu olayı, bir bilim adamı olarak 'yirminci yüzyılın en önemli olayları' arasında sayıyorum. Dünya tarihindeki olumlu gelişmeleri devletin resmi aktörleri değil de, daha çok gönül ve kendini bir davaya adamış insanlar gerçekleştirmiştir. Bunların resmi unvanları hiç olmamıştır; ama halk ve kitlelerin sevgisini kazanmışlardır. Büyük olayları bu tür insanlar gerçekleştirir hep. Fethullah Hocaefendi, karizmatik kişiliği ve arkasındaki güçlü ve etkili oluşumla önemli bir noktada bulunmaktadır. Bu güçlü gruba halk sahip çıkmıştır. Ben isterim ki sadece halk değil, devlet de sahip çıksın. Çünkü Türkiye'deki fundamentalist molla takımından endişem var. Fethullah Hocaefendi'nin diyalog ve açılımcı tavrı keskin zemini yumuşatıyor. Türkiye'deki İslam'ın çağdaş bir açılıma geçmesinde Fethullah Hocaefendi gibi insanlar büyük işlevleri yükleniyorlar. Yani 'aman yobazlık var, yasalarla bunu ezelim, keselim, asalımla bir yere gidilmez. Fethullah Hocaefendi tavırlarıyla Türkiye için bir şans. Devletin bekası açısından da önem taşıyor. Dolayısıyla devletin de ona sahip çıkması gerekir. Vatikan'da büyükelçimiz tarafından karşılanıp onuruna bir yemek tertip edilmesi de, o derin devlet içerisinde bazı güçlerin bu sosyal gerçekliğin farkında olduğunu göstermektedir.
MG: Ertuğrul Özkök, köşesinde bu görüşmeyi yorumlarken; 'Bu görüşme Fethullah Gülen'in uluslararası planda bir isim olmaya başladığını gösteriyor.' dedi. Bilim adamı Niyazi Öktem gözüyle, 'Fethullah Gülen' nerede?
NÖ: Özkök'ün yargısına katılıyorum. Türkiye ideolojik açıdan Batı ideolojisi içindedir; ama İslam da çok önemli bir sosyal vakıadır. Bu sosyal olgu, uzun bir süre siyasete alet edilmiş, aslına vurgu yapılmamış ve hem içeride hem de dışarıda kötü bir ünlenmeye maruz kalmıştır. Fethullah Gülen ve grubunun önemi İslam'ın özünde oluşan sevgi, diyalog, kul hakkı, insan hakları gibi birçok konuyu ön plana çıkartmasında yatar. Öze bağlılıkla birlikte çağdaş değerlerin farkına varan bir hareket bu. Fethullah Gülen ve grubu Türkiye'de herkesin herkesle birlikte yaşayabileceği konusunda topluma fikir veriyor. Kemalizm, Batı felsefesini reddetmiyor. İslam'ın ciddiye alınmasını sağlıyor Sayın Gülen'i, Cumhuriyet tarihi İslâm Rönesans harekâtı içerisinde ele alıyorum.
MG: Papa görüşmesi vesilesiyle Hocaefendi; 'İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur; fakat bunun sebeplerinden bir tanesi de Müslümanların kendisidir.' dedi. Bunu nasıl karşılıyorsunuz?
NÖ: Bizde polis hata yapmaz, asker hata yapmaz, Müslüman hata yapmaz. Bizde özeleştiri diye bir şey yokken, Katolik alemin önünde 'biz de hatalıyız' demek bir erdemdir. Bunu dünyaya deklare etmek İslam'a puan kazandırır.
MG: Vatikan açısından bu görüşmenin önemi nedir?
NÖ: Vatikan 1962-63 yılına kadar asla diyalogdan yana değildi. Bu dönemde seri toplantılar başladı ve 65 yılında dinler arası sekreterya kuruldu. Onun başında olan Kardinal Arenzi ile de Sayın Gülen görüştü. Kardinal Türkiye'ye geldiğinde birlikte Bartholomeos'u ziyarete gitmiştik. Daha evvel kilisenin resmi bir doktrini vardı. 'Hıristiyanlık dışında esenlik yoktur.' 65 yılından sonra bu görüşten tamamıyla vazgeçti Vatikan. Diğer dinlerle, kurmuş olduğu sekreterya vasıtasıyla yoğun temas kurmaya başladı. Türkiye ile temaslarını üst düzeyde Ankara Üniversitesi'yle 80'li yıllarda kurdular. Karşılıklı toplantılar yapıldı. Bir din adamlarını da gönderip Hıristiyan teolojisi üzerine Ankara, Konya ve İzmir İlahiyat fakültelerinde ders verdirdiler ve halen de devam ediyor bu. Ancak kitlesel bir diyalog yoktu. Sayın Gülen'le birlikte artık bu diyalog kitlesel düzeye geçmiştir. Çünkü, onun arkasında çok büyük bir kitle vardı. Bu Vatikan açısından büyük önem taşıyor.
MG: Din, günümüzde uluslararası ilişkilerde daha etkin bir misyon mu yükleniyor?
NÖ: Din tarih boyunca her zaman önemli bir misyon üstlenmiştir. Fakat ne yazık ki, bu misyonu birçok aydınımız göremiyor. Bir süre ben de görememiştim. İnsanları savaşlara sürükleyen iki faktör; biri ekonomi, diğeri inanç. Bu derecede güçlü bir sosyal vakıanın olumlu halde yorumlanması, savaş yerine barış getirmesi elbette mümkün. Şimdi İslam evrensel alana çıkıyor. İnanç sahiplerine, başka inançta olanların düşman olmayacağının söylenmesi kin ve nefret duygularını ortadan kaldırır. Bu uluslararası boyutta önem taşır. İkinci bir şey de, devletler arası ilişkilerde, 'siz farklı dindensiniz, ben farklı bir dindenim' anlayışını da bu tip diyaloglar ortadan kaldırır. Dinin misyonu çok önemlidir ve önemli de olacaktır.
MG: Bu diyalogların medeniyetler arası ilişkilere etkisi nasıl olabilir?
NÖ: Ben çok farklı medeniyetler varmış gibi görmüyorum. Medeniyetleri hep birbirinin devamı olarak yorumluyorum. Antik Yunan'dan Roma'ya, Roma'dan İslam alemine geçen bir medeniyet ve kültür zinciri var. İslam aleminin çok önemli büyük katkıları var, gerek Abbasiler, gerek Endülüs Emevileri döneminde. Fikriyatı oluşturur, kitleleri hep düşünce ve tefekküre kanalize eder. Bunu ben tek bir altın zincir olarak görüyorum. Zaman zaman yapılan reddetme ve yok saymaları isabetli görmüyorum. Tüm bunlarda karşılıklı etkileşimler olmuş. Günümüzde yine aynı noktaya gelindi, yani o altın çizgiyi sürdürme noktasına. Papa da, Fethullah Hocaefendi de bir katkıda bulunmuştur bu yolda.
MG: Papa görüşmesinde, Hocaefendi somut teklifler dile getirdi...
NÖ: Bunlardan birincisi, ''Hıristiyanlığın üç bin yılına girişi münasebetiyle Ortadoğu'da ve Antakya'da, Tarsus, Efes, Kudüs gibi kutsal yerlerde müşterek ziyaret yapılması''yla ilgiliydi. Hz. İsa, bizim dinimiz açısından da çok önemli. Allah, 'biz ona ruhumuzdan üfledik' diyor Kur'an da. Mesih olarak kabul ettiğimiz İsa'nın doğumunun iki bininci yılını Müslümanların Hıristiyanlarla ortaklaşa kutlaması çok anlamlı. Sayın Gülen'in ''Kudüs'ü, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanların hiçbir kısıtlama hatta vize dahi olmaksızın serbestçe ziyaret edebileceği uluslararası bir bölge olarak ilan etmeye yönelik çalışmalar'' teklifi tarihi bir teklif. Haçlı Seferleri'nin temel nedeni kutsal yerlerin rahatça ziyaret edilememesiydi. Haçlı Seferleri sona erdikten sonra da hep sorun olarak gündeme gelmiştir bu konu. Artık bunun bir kenara atılıp, tüm inananların, rahatça kutsal yerlere gidebilmesi teklifini bir Müslüman liderin öneriyor olması müthiş bir şey. Bir diğer teklif de ''Üç büyük din liderlerinin işbirliğiyle, muhtelif dünya başkentlerinde bir konferanslar serisinin gerçekleşmesi.'' Buna şimdiden ve hiç vakit kaybetmeden başlamak lazım. Katılımların, temsil konumunda geniş ve renkli olması, savaş ortamının yumuşamasına da yararlı olur. ''Hıristiyan dünyasıyla öğrenci değişiminin ve Harran'da ilahiyat okulu veya üç dinin ihtiyaçlarını temin edebilecek bağımsız bir üniversite kurulması''düşüncesi ise yine tarihi bir teklif. Tüm bunların yaşanabilir bir dünya için çok önemli açılımlar getireceğine inanıyorum. Dilerim uygulama fırsatı bulunur.
MG: Türkiye, dünyada daha önemli bir konuma gelebilir mi bu tekliflerin gerçekleşmesiyle?
NÖ: Harran'daki projenin liderliğini biz yaparsak Türkiye'yi dediğiniz gibi çok önemli bir konuma getirir. Devleti kendi haline bıraksaydık bu türlü teklif ve projeler asla gündeme gelmezdi. Ben bu yaklaşımın tabandan geldiğini, yani Fethullah Gülen'in tabanın önemli temsilcilerinden olduğunu söylemek istiyorum. Birtakım insanlar dünya barışına katkıda bulunmuşsa, tabandan gelen iyi niyetli ve halisane taleplere devletler, hükümetler katkıda bulunmak zorunda hissederler kendilerini. Demokrasinin gereği de budur. Demokratik ve sivil toplum gelenekli talep bunlar. Bu açıdan da çok olumlu.
MG: Sizce, Türkiye için ne anlam taşıyor bu teklifler?
NÖ: Fethullah Gülen, sürekli devleti düşünen bir yaklaşım ortaya koyuyor. Bu tekliflerinde de böyle bir yön var. Türk devletinin yücelmesini düşünen bir yaklaşımdır bu. AB ve Hıristiyan aleminde Müslüman Türkiye'ye olumsuz bir tutum vardı. Tekrar ediyorum, bu tür bir girişim ve diyalog Türk devletinin lehinedir.
MG: Yani Türk Devleti adına artı puan mı?
NÖ: Tabii. Düşünün ki Papa, dini reddeden, ''din, toplumunun afyonudur'' felsefesini uygulayan komünist Küba'ya gidiyor. Castro, Papa'ya büyük bir itina gösteriyor ve çok şaşaalı karşılanıyor. Devletler üzerinde Papa'nın büyük bir etkisi vardır. Bu konumdaki Papa'nın, Sayın Fethullah Hoca ile görüşmesi, diğer Hıristiyan devletlere Türk devletiyle ilgili olumlu bir mesajın verilmesi anlamına gelir.
MG: Bütün bunları bir tarafa koyup, Türkiye'ye dönmek istiyorum. Hâlâ sıkıntılar, önyargılar ve birbirimiz hakkında cehaletlerimiz kısmen de olsa sürüyor. Nedir diyalogun önündeki engeller?
NÖ: En büyük engeli karşısındaki insanı tanımama ve bilmeme olarak görüyorum. Üstelik bilme ve tanıma gayretlerimiz de çok fazla değil. Tanımadığımız için ''bakma sen şimdi onun öyle göründüğüne, aslında öyle değil o...'' Bu tür saplantıları Türkiye'de şu iki grup arasında yoğun olarak görüyorum: İslam'ı referans alarak kendilerini tanımlayan radikal kesimler. Bunlar Sayın Gülen'in her faaliyetini karalıyorlar. Çünkü, bunlar geri kalmış, çağını yakalayamayan, hatta İslam'ın özünü kavrayamayan, fazla politize olmuş insanlardır. İkincisi ise, laik kesimden gelen bir reaksiyon. Hemen söyleyeyim ben de, laik kesim içinde yer alan bir bilim adamıyım. Fakat bu laik kesim içinde yer alan herkes gerçekten laikliği de biliyor değiller. Laikçilik oynayanlar var. Bunlar için her türlü inanç bir kenara atılmalıdır. İnancın toplum üzerinde olumlu fonksiyonu yoktur bunların nezdinde. Bence bunun sebebi, sosyoloji, din sosyolojisi ve felsefeden uzak olmalarıdır. Bunlar salt pozitivist ruhlu kişilerdir. Biraz din felsefesi, din sosyolojisi, tarih okusalar (iyi niyetli olduklarını varsayıyorum) bu önyargılarından kurtulabilirler. Bir parça da bunların ruhunda fazla militarizm var. Sosyal olayları değerlendirirken (din de bir sosyal olaydır), onu kendi doğasına uygun. Laik cephe içerisindeki fanatikler bu hataya düşüyor ve etüt etmeden yargılıyorlar. Bu da diyalogsuzluğumuzun bir diğer nedeni.
- tarihinde hazırlandı.