Gelecekten Umutluyum
Hayatta takip ettiğiniz misyon nedir? Dünyadaki insanlara mesajınızı nasıl açıklarsınız?
Hususi bir misyonum olduğuna inanmıyor, sadece insanlar içinde bir insan olmaya çalışıyorum. Allah'ın "insan" olarak bize bahşettiği şeref bana yeter. İnsan, mutlaka anlaşılması icab eden bir varlıktır. O, çimlenme ve büyüyüp, kemâle erme istidadı taşıyan tohumlara benzer. İlâhî kudret tohuma belli istidatlar bahşetmiştir ve tohum, bu istidatların gelişmesi için toprağın bağrına gömülür. Eğer o, bu istidatları geliştirme zeminini bulamaz ya da zararlı şeylere maruz kalırsa orada çürür gider. Buna mukabil, istidatlarını geliştirme vasatını bulduğu takdirde toprak altındaki mayalanma mahbesinden kurtulur ve meyve veren mükemmel bir ağaç hâlini alır. İlâveten, o çok cüz'î mahiyetiyle, küllî bir hakikati temsil eden bir külliyet kazanır.
Bunun gibi, Kudret Eli, bizim özümüze de büyük istidatlar yerleştirmiştir. Bu istidatlardan müteşekkil tohumumuzu maneviyat toprağında iman ve ibadet suyuyla çimlendirir ve manevî melekelerimizi yaratılış gayeleri istikametinde kullanırsak, dalları ebediyete uzanan ve dünyada fazilet, âhirette ebedî saadet meyveleri veren muhteşem ağaçlar haline gelir, cennette de sayısız nimetlerle nimetleniriz.
Demek ki insan olarak biz, dünyaya ilim ve iman yoluyla kemâle ermek için gönderilmiş bulunuyoruz. Diğer varlıklar arasındaki hususi yerimiz ve donanımımız sebebiyle hayatımızın gayesi, ilim ve iman yoluyla yeryüzünü imar edip, orada adaleti gerçekleştirmektir. Bu gaye de bize, Yaratıcı'mıza ve diğer varlıklara karşı bir kısım vazifeler yüklemektedir. Hz. Muhammed (sas), "Allah katında en hayırlı insan, şirk koşmadan O'na inanan ve insanlara hizmet edendir" buyurur. Keza, "Bir milletin efendisi, ona hizmet edendir" ferman eder. Bu itibarla fakir, dünyadaki vazifemin bu olduğuna inanıyorum.
Dünyada demokrasiyi, karşılıklı anlayışı ve insan haklarını gerçekleştirme adına dinden nasıl istifade edebiliriz? Dinin bütün bunları gerçekleştirmedeki rolü ne olabilir?
Din; sözünü ettiğiniz evrensel değerleri gerçekleştirmeye hizmet etmekle kalmaz, ayrıca bu değerleri garanti de eder. Allah, dini insanın ferdî ve içtimaî saadeti için va'zetmişitr. Din, temelde Allah'a iman ve ibadet esasına dayanır. Bir Allah'a iman ve ibadet bütün inananların, canlı cansız tüm varlıklarla içten münasebetini de gerektirir. Kişinin Allah'a iman ve teslimiyeti ne kadar derinse, başka varlıklara karşı duyduğu alâka da o kadar içtendir. Gerçekte Allah'la insanlık arasında ve bütün şartları insanlığın hayrına bir mukavele olan din, insan dışında diğer varlıkların boyun eğdiği İlâhî sisteme teslimiyet esasına oturur. Yani, bizim dünyamız dahil bütün kâinat, Allah'ın tespit buyurduğu kanunlar bütününe itaat eder ve neticede bir birlik, nizam ve âhenk oluşur. Allah'a bu şekilde itaat eden diğer varlıkların aksine, biz insanlarda irade vardır. Bu irade ve onun tabiî neticesi olan bir kısım sorumluluklar bize, varlığımızı bütün varlıkla hemâhenk hale getirmek ve böylece insanî terakki ve kemalâtı gerçekleştirmek için verilmiştir. Allah, zulmü ve fitneyi asla istemez. O, barış içinde ve adalet ölçülerine göre yaşamamızı diler. Dolayısıyla, Allah'a inanan ve O'na ibadet edenlerden beklenen, dünyada barış, kardeşlik ve adaleti sağlama istikametinde çalışmaktır.
Din, umumî manâda insan hayatı için bilgi, disiplin, insan hakları ve vazifeleri, ayrıca ferdî ve içtimaî hayatta insanlık için neyin yararlı neyin zararlı olduğunu belirleyen İlâhî bir sistemdir. Şu halde din açısından hayat, dine inananların uymak mecburiyetinde oldukları birtakım haklar ve vazifelerin bütünüdür. Bu bakımdan din; hayatımızı, Allah ile, bizzat kendimizle, başka insanlarla ve tabiî çevremizle münasebetlerimiz çerçevesinde ele alır. Netice olarak, dine inanıp bağlananların onu günlük hayatlarında hangi ölçülerle tatbik ettikleri bir tarafa, bugün genellikle kabul edilen aşk, hürmet, hoşgörü, insan hakları, af, merhamet, barış, kardeşlik ve hürriyet, dinin bizzat üzerinde durup yücelttiği değerlerdir. Din, bütün insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduklarını söyler. O, ırk, renk, yaş, milliyet ve fizîkî hususiyetler temelinde herhangi bir ayrımcılık ve imtiyazı kabul etmez. O, "Hepiniz Âdem'densiniz, Âdem ise topraktandır. Şu halde ey insanlar, kardeş olunuz!" buyurur.
Din, başlıca şu temel disiplinleri getirmiştir:
Kuvvet haktadır; aksine, hak güce tâbi değildir.
Adalet ve kanun hakimiyeti esastır.
İnanç ve düşünce hürriyeti, hayat, hususî mülkiyet, aile kurup çoğalma, akıl ve beden sağlığı gibi temel haklar asla çiğnenemez.
Ferdî hayatın mahremiyeti ve dokunulmazlığı koruma altındadır.
Kimse, aksine bir delil olmadıkça suçlanamaz ve bir başkasının -bu bir başkası, onun en yakınları bile olsa- işlediği suçlarla cezalandırılamaz,
Fertler barış içinde, bir arada yaşamak maksadıyla işbirliği yapmak durumundadırlar.
Din nazarında içtimaî hayatın temeli güç değil haktır. Düşmanlık, kabul edilemez. İnsanlar arası münasebetler, çatışma ve bencilce menfaatlerin gerçekleştirilmesine değil, inanç, sevgi ve yardımlaşma, karşılıklı saygı ve anlayış üzerine oturmalıdır. Hak, birliği; faziletler, yardımlaşmayı ve dayanışmayı; inanç da kardeşliği getirir. Yine, din nazarında bütün insanlar Allah'ın kullarıdır ve hiçbir insanın diğerine ırk, renk ve aile gibi kendinde insan iradesinin hiçbir rolü olmayan faktörlere dayalı bir üstünlüğü yoktur. Ona göre, kanun hakimiyeti esas olup, kimse kanunun üstünde olamaz. Kanunlar, kişiler arasında hiçbir ayırım gözetmeksizin uygulanır ve mahkemeler tamamen hukuka göre hareket ederler. Din, kamu malını veya devlet hazinesini bir emanet olarak kabul eder. Bu hazineden alınacak her şeyi hak ve kanunlara göre belirler. Herhangi bir idarecinin bu hazineyle olan münasebeti, bir emanetçinin kendisine tevdî edilen emanetle olan münasebeti gibidir.
Hırsızlık, soygun, cana kıyma, zulüm ve vahşet, Allah nazarında en ağır günahlardandır. Din; hakkı, adaleti; anne-babaya iyi davranmayı, akrabaya, fakire ve yolcuya yardım etmeyi emreder. Zinayı, fakirin ve kimsesizin malına el atmayı, ölçü ve tartıda hile yapmayı yasaklar. "Bilmediğiniz konuda konuşmayın; yeryüzünde çalımlı hareket etmeyin; birbirinize yumuşak söz söyleyin; birbirinizden yüz çevirmeyin ve öfkeli davranmayın; hareketlerinizde mülâyim olun; kimse kimseyle alay etmesin ve kimse kimseye kötü lâkap takmasın; sûi zandan sakının; başkalarının günahlarını araştırmayın; kendi aleyhinize, anne babanızın ve yakınlarınızın aleyhine de olsa doğru şahitlikten kaçınmayın ve aranızda adaleti hakim kılın; bir kişiye ve topluluğa olan öfkeniz, sizi onlara karşı adaletsizliğe sevk etmesin; öfkenizi tutun ve affedici olun; kötülüğü iyilikle savın; affedici olun; alkol kullanmayın ve şans oyunları oynamayın" diye emreder.
Ayrıca, "Hepiniz insansınız ve bütün insanlar, Allah katında eşittir. Ancak Allah'tan korkan, gerçek manâda dindar olan, söz ve davranışlarıyla doğruyu temsil eden, yüce ve şereflidir. Doğum, ırk ve renk büyüklük derecesi olamaz. Hepiniz ölecek ve bilâhare yüce bir mahkemenin önünde dünyada iken yaptıklarınızdan hesap vereceksiniz. O gün rüşvet ve kayırma geçmez; ancak sağlam iman ve sâlih amel geçer" diye ilan eder. Kısaca, din gerçekten ne ise o olarak öğretilip yaşandığında, bütün insanî hak ve hürriyetlerle birlikte, her iki dünyada da saadetin anahtarı ve garantisidir.
Gittikçe artan cinayetler ve sosyal kötülükler karşısında, dünyada barışın sağlanabileceğine dair ümidiniz var mı?
İnsan, ümidin çocuğudur ve ümit ettiği sürece yaşar; o, ümidini kaybettiği andan itibaren fizikî varlığı devam ediyor görünse de, hayat ateşi sönmüş demektir. Ümit ise, inançla mebsûten mütenasiptir. Bu sebeple inanıyor ve ümit ediyorum ki, geleceğin dünyası daha mutlu, daha âdil ve daha merhametli olacaktır. Ümitlerimizi besleyen gelişmelerden ve gerçeklerden biri, şimdilik bir tomurcuk seviyesinde de olsa, İslâm, Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi dinlerin mensupları arasındaki yakınlaşmadır. Ben şahsen, hep insanlığın barış ve huzur içinde yaşayacağı cennetâsâ bir dünyayı bekledim ve bekliyorum da. Şu yaşlı dünyamız artık, savaşlardan ve çatışmalardan bıkmış bulunuyor. Bu sebeple de merhamet, şefkat, manevî refah ve barışa havadan, sudan ve ekmekten daha fazla muhtaç. Bu mülahaza ile şimdilerde, hemen her ülkedeki insanların böyle bir dünyaya hazır olduklarına inanıyorum. Evet, gittikçe globalleşen, bir köy halini alan, haberleşme ve seyahat vasıtalarının gittikçe hepimizi tek bir evde oturan kişiler haline getirdiği bir dünyada insanlar, birbirlerini daha yakından tanıma ve artık kavga etmek yerine yardımlaşma mecburiyeti duyacaklardır.
Önceki nesiller, hiç olmaması gereken bir başka çatışmayı da yaşadı: Din-ilim çatışması. Bu çatışma, ilmî materyalizmi doğurmuş, o da dev bir silah endüstrisine, sonu gelmez silahlanmaya ve dehşetengiz ebatta çevre kirlenmesine yol açmıştır. Oysa, Allah'ın İlim, İrade ve Kudret tecellilerinin eseri olan "tabiat"ı ve insanı inceleyen ilim ile, insanlık tarihinde öncelikle Allah'ın Kur'an, Tevrat ve İncil gibi kitaplara da kaynaklık eden ve kelâmının tecellisi olan dinin çatışması mümkün değildir. Ama artık, birtakım Müslüman ve Hıristiyan din ve ilim adamlarının gayretleri neticesinde birkaç asırdır süren din-ilim çatışmasının, en azından gereksizliği anlaşılmaya başlamıştır. Öyle ümit ediyorum ki, böyle bir anlayış ilmin "tabiat"ın kirlenmesine ve kitle kıyımlarına sebep olacak şekilde istismarını önleyecek, hiç olmazsa sınırlayacaktır.
Din-ilim çatışmasının durması, beraberinde din ile ilmi kaynaştıran, yanlarına manevî-ahlâkî değerleri de alan bir eğitim sistemini de getirecek ve neticede zihinleri ilimlerle, kalpleri din, ahlâk ve maneviyatla aydınlanmış nesiller yetişecektir. Bütün insanî değerleri yücelten bu nesillerle dünyamız, çok güzel bir bahar yaşayacaktır. Bu bahar, her türlü istismarın sona erdiği, en azından olabildiğince sınırlandığı, zengin-fakir uçurumunun yeterince daraldığı, iş-sermaye-ihtiyaç dengesinin sağlandığı, ırk, renk, dil ve dünya görüşüne dayalı ayırımların sona erdiği, temel insanî hak ve hürriyetlerin tanındığı bir bahar olacaktır. (Hezron Mugambi)
- tarihinde hazırlandı.