Bin Ladin, İslâm'ın Çehresini Kararttı

İzlenim

Fethullah Gülen'le birlikte diş doktoruna da gittik. Arabaya binerken, yine şeker dizlerine vurmuştu. Yürümekte zorlandığı görülüyordu. Diş doktoru 15 dakika uzaktaydı. Gülen, daha önce bir iki sefer yine gelmiş buraya. Doktor ve hemşireler tanıyorlar onu. Oldukça sıcak karşıladılar. Dişçi koltuğunda yaklaşık bir saat oturdu. Sanıyorum köprü yapacaklardı. Burada kalbi Gülen'i biraz zorladı. Gittiği her yere olduğu gibi, Gülen buradaki doktor ve hemşirelere de hediye götürmeyi ihmal etmedi. Bugünkü hediyeler arasında Türk lokumu da vardı.

İslâm'dan taban tabana zıt iki söylem nasıl çıkabiliyor: Ladin'in terör, Gülen'in sevgi, diyalog, hoşgörü söylemi. İkisinde de kaynak olarak din gösteriliyor…

Bin Ladin ailesi, zannediyorum 30'a yakın evladıyla geniş bir aile, aynı zamanda devlete borç verecek kadar da mali güce sahipler. Hacca gittiğimde o aileden birisi ile tanışmıştım. Mazbut bir insandı. Ailelerinin onu reddettiğini söylemişti. O zamanlar Afganistan'da ABD tarafından Ruslara karşı kullanıldığı ve Suudi Arabistan'a giriş yasağının olduğu söyleniyordu.

Hangi tarihlerdeydi?

Zannediyorum, 74 yılındaydı. O zaman Ruslara karşı kullanıldığı için, insanların ilgisine mazhar oluyordu belki, ama ben hiç alaka duymamıştım. Daha sonrasını biliyorsunuz zaten. Bin Ladin denilince terörün babası akla geliyor. Sık sık ortaya çıkarılan videolarda, sakalı, sarığı ve elindeki silahıyla oluşturulan imaj, sanki Müslümanlara karşı nefret uyarmak için betahsis (özellikle) yapılıyor gibi.

Belki, Ladin'in fikirlerinde yalnız olmayabileceğini, onun gibi düşünen başkalarının da çıkabileceğini eklemek lazım. Bir yönüyle bakılacak olursa –uygun düşmeyecek belki ama- bir buçuk milyarlık Müslüman dünyanın içinde böyle üç beş tane sergerdanın (başıboş) çıkmış olmasını. İslâmi bünyenin ifrazatı (dışkı) saymak da mümkündür. Yakışıksız davranışlarıyla İslâmın pırıl pırıl çehresini karartıyor, yeryüzünde Müslümanlığı anlatacak olanların manevra alanlarını daraltarak işlerini zorlaştırıyorlar. Bu terör meselesi herkesin sırtına vurulmuş öyle ağır bir yük oldu ki, ondan kurtulmak için verilen emekle İslâmın güzelliklerini anlatıp pek çok insanın gönlüne girmek mümkündü. Şimdi Müslümanlar, kendilerini anlatma adına işe başlarken önce karşısındakini, kendisinin terörist olmadığına, radikalce davranmadığına ya da canlı bomba olmadığına inandırmak, onu ikna etmek için uğraşmak mecburiyetinde kalıyor.

Aynı kaynaklardan birbirine zıt iki görüş nasıl çıkıyor?

Bin Ladin, Kur'an'a ve sünnete dayandığını kendince söyleyebilir. Şayet Allah beni Müslümanların küçük fertlerinden bir fert olarak kabul buyuracaksa, İslâm mütefekkirlerinin (düşünür, sosyologlarının, hukukçularının) düşüncelerine dayandığımızı, Müslümanların içinde neşet etmiş (ortaya çıkmak) felsefeci, sosyolog ve İslâmı çok iyi bilenlerin de büyük çoğunluk itibariyle bizim recamızda (dileğimiz) müttefik olduklarını söyleyebilirim.

Eğer Efendimiz ve Raşit halifelerin uygulamaları esas alınacaksa, orada Bin Ladin'den söz edilemez, onun yaptıklarıyla Efendimizin icraatları katiyen aynı çizgide ele alınamaz. Siyer felsefesi mantığıyla Efendimizin seriye-i seniyyeleri tahlil edilirse, adeta kendisini bir yerlere çekenlere karşı meşru müdafaa hakkını kullanarak kendi paktının savunmasını yaptığı görülür.

Ya da kendi sistemine veya paktına karşı anlaşmaları bozup ihanet edenleri tedip maksatlı hareket etmiştir ki, bu da çok normaldir ve Mekke'nin fethi de böyle bir ihanetin sonucunda gerçekleşmiştir. Bugün, modern demokrasilerde de oluyor böyle şeyler ve BM de sesini çıkarmıyor. Mesela bazıları demokrasiyi oturtmak için Irak'a girdiklerini söylüyorsa şayet, böyle düşünen insanların Efendimizin yaptıklarına söyleyecekleri hiçbir şey olamaz.

Bin Ladin'in bakışı?

Efendimizin uygulamalarını esas alırsak, Bin Ladin'in meseleye bütüncül bir nazarla bakamadığı ortaya çıkar. Kitap, sünnet ve selefi salihinin anlayışlarına genel nazarla bakmıyor, sadece bazı yerleri alıyor demektir. Çok kullanılan bir örnek vardır: Ordu Bizans önlerine gelmiş, askerin üzerine taşlar, oklar atılıyor, kılıç çalınıyor, kafalarından aşağı kızgın yağlar dökülüyor. Bu arada birileri ayet okuyarak "Ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" diye bağırmaya başlıyorlar.

Eba Eyüp el-Ensarî müdahale ediyor: "Yanlış anlıyorsunuz. Bu ayet bizi ikaz sadedinde geldi. Ayet, 'Size verdiğimiz şeyleri, mallarınızı ve canlarınızı Allah yolunda infak edin. Eğer infak etmeniz gerektiği yerde siz mallarınızı ve canlarınızı ortaya koymazsanız ellerinizle kendinizi tehlikeye atmış olursunuz' manasına gelir" diyerek yanlış anlaşılmayı düzeltiyor. Yani Çanakkale'de, İstiklal Savaşı'nda canlarınızı ortaya koymazsanız, bütün bir milleti tehlikeye atmış olursunuz, bunun manası budur.

Yine aynı şekilde öncesine, sonrasına bakmadan "Müşrikleri nerede görürseniz öldürün" kısmı alınıyor ve aynı şekilde benzer yanlış sonuçlar çıkarılıyor. Bunun manası sizi kabul etmiş, içinize girmiş sonra da başkaldırmış ve düşmanca tavırlara girerek millete ihanet etmiş kişiler olursa cezalandırın, demektir. Bu tür başkaldırılara karşı her devlet kendini korur, asileri tedip eder. Konunun devamında, "Sonra döner gelir, namaz kılar, oruç tutar ve eski çizgilerini bulurlarsa ellerinizi onlardan çekin" deniliyor. Konu siyak ve sibakından (bağlamından) koparılarak cımbızlanır gibi bir kelimeye bağlı olarak alınırsa, o zaman Bin Ladin ve benzerlerinin mülahazaları çıkar karşımıza.

Sorunu metodolojik mi görüyorsunuz?

Evet. Meseleye tek taraflı yaklaşılıyor. Müslüman denildiği zaman eğer bu kelimenin arkasında insanlığın iftihar tablosu, Kur'an ve sünnet görülmüyorsa, bizim kaba ve haşin davranışlarımız onlara perde oluyor ve çehrelerini karartıyorsa o zaman biz iyilik değil, büyük kötülük yapıyoruz demektir. Bugün Ladin hayatta mı, değil mi belli değil. Dilerim o ölmüş olsun, böyle çarpık bir anlayıştan Müslümanlar kurtulsunlar.

Irak'ta kaçırılıp kafası kesilenler hakkında ne düşünüyorsunuz? İslâm adına yapıldığı söylenilen bu davranışa din nasıl bakıyor?

Öncelikle usul bakımından oradakiler esir değil, rehindirler. Çoğu rehin alınıyor ve öldürülüyor. Eğer bunu oradaki Müslümanlar yapıyorlarsa, din adına ciddi bir cinayet işliyorlar demektir.

Çünkü, "Hiçbir insan başkasının suçundan dolayı cezalandırılamaz" düsturu, Kur'an'ın önemli bir düsturudur. Tavırları ülkelerini işgal eden bir millete ise, o zaman yapmaları gerekli olan şey, onlar karşısında yiğitçe bir istiklal mücadelesi başlatmaktır.

Amerika oraya girdiği zaman, abarta abarta anlattıkları tümenleri, kolorduları, ordularını harekete geçirselerdi. Türk Milleti'nin bir dönemde Çanakkale'de, Balkanlar'da yaptığı gibi, orada ya devlet başa ya kuzgun leşe deselerdi. Savaşanların yarısı ölseydi, Çanakkale'de şehit düşen Mehmetçik gibi, geriye kalanları en azından hür bir ülkenin temsilcisi olurlardı. Mücadele edilmesi gerekli olan yerde savaşmayıp sonra Amerikalıların oradan çekilmesi için masum insanları tutacak ve öldüreceksiniz, böyle şey olmaz.

Bu yoldan bir neticeye ulaşmaları mümkün değildir. Meselenin bir diğer yanı da şudur; eğer o cinayetler oradaki bazı servisler tarafından yapılıyorsa şayet, o zaman meseleyi kızıştırmak için yapıyorlar demektir. Mesela Türk müteşebbisler oradan elini eteğini çeksin isteniyordur.

Mesela, büyükelçiliğin korumasını üstlenmek için giden güvenlik görevlilerine yapılan zalimce saldırı affedilebilir bir şey değildir. Belli ki, birileri orada meseleyi karıştırmak istiyor. Allah'a inanmış bir Müslüman'ın bu işleri yapacağına ben ihtimal vermiyorum. Gözünün dönmüş olması lazım ki yapabilsin.