Şemsettin Günaltay'dan Alıntı Yaptınız mı?
İzlenim
Fotoğraflar…
Bu röportajda ilginç fotoğraf kareleri ortaya çıktı. İçeride, çalışırken, kitap okurken, konuşurken, dinlenirken… Dışarıda, arabaya binerken, arabanın içinde, göz doktorunda, göz muayenesinde, dişçi koltuğunda… Yağmurlu havada yürürken, karlı bir günde kaldığı evin kapısında konuşurken, misafirleri giderken onlara camdan el sallarken…
Dizinin anonslarında yayımlanan, uzun ince bir yolda birlikte yürüdüğümüz fotoğraf, diş doktorundan dönerken çekildi. Arabayı Cevdet Bey kullanıyordu. Ona dedim ki, "Şurada bir yol var, idealim Gülen'i o yolda tek başına yürürken görüntülemek." Cevdet Bey o yolun tam ortasında durdu. Gülen, "Ne oldu?" dedi. Söz bana düştü ve "Rica etsem, bu yolda birlikte birkaç adım yürüsek." "Peki" dedi. İndik ve yürümeye başladık. Hava soğuk ve hafif hafif yağmur bırakıyordu. Gölge doktoru 'olmadı' der gibi bakıyordu bize. Bir şemsiye Gülen'in üstünde belirdi. Ve bu dizide benim favori karelerim ortaya çıktı. Uzun ince bir yolda tek başına yürüyen Gülen fotoğrafı…
Bu çapta bir hareketin, bağımsız kalması, siyasete ya da başka şeylere kaymaması normal şartlarda çok zor bir şey. Bu zorluğu nasıl izah edersiniz?
Allah nezdinde en büyük sermayemiz, aczimizi, fakrımızı (Allah'a ihtiyacımızı) bilmemiz, yetersizliğimizin farkında olmamız ve bu mülahazalarla ellerimizi açıp bizi takviye etmesi için dua etmemizdir. Ortaya konan hizmetleri, ilhamla, kerametle, fevkaladeden bir sezgi veya deha ile açıklamak mümkün değildir.
Bizler eksiklerimizin, zaaflarımızın, yetersizliğimizin, hatta yer yer tutarsızlığımızın farkındayız; olan şeyleri kendimizden bilemeyiz, aklımıza veremeyiz; zira Türkiye'de bizden çok daha akıllı insanlar vardır.
Aleyhinde her gün yeni yeni komplo teorileri üretilen bu hareket olmasına rağmen, halkımızın bu hizmetlere destek verme hususundaki kuvve-i maneviyesinin sarsılmamasına ve bu yolda yürümeye devam edişine bakınca, "Bu netice bizim düşüncelerimize ve gayretlerimize verilemez; demek ki Cenab-ı Hak, milletimize hizmet ettirme istikametinde bizleri –çok defa biz farkına varmadan- bir yerlere çekiyor, bize iyi şeyler yaptırıyor" diyoruz ve O'na karşı minnet hisleriyle doluyoruz.
Bağımsızlık meselesine gelince, -yine Cenab-ı Hakk'a minnet ve şükranlarımızı ifade ederek arz etmeliyim ki- bu gönüllüler hareketiyle alakalı araştırma yapan yerli ve yabancı akademisyenlerin de en çok üzerinde durduğu husus, hareketin bağımsızlığıydı. Bu hareketin bağımsız olması çok önemlidir.
Bu hareketi başkalarına el açar hale getirmek, mesela, siyasete bulaştırmak onun bağımsızlığına kerte vuran, onu delen ve kıran bir husus olur ki, bu çok tehlikelidir.
Eğer bu mesele bir iman meselesiyse, Türk milletinin birkaç bin yıllık, -çok iyi bir açılma dönemi yaşanmış olması bakımından bin yıllık kültürünü tanıtma adına, ancak gönüllü kahramanların yapabileceği bir meseleyse, Türk dilini bir dünya dili haline getirme meselesiyse şayet, ilerde idareye ve siyasete talip olma, bağımlı hale gelme gibi şeyler bu meseleyi kırar, çürütür. Meselenin özü budur; ama arkadaşlarımızın bu konuda yaptığı bazı şeyler, başvurdukları argümanlar belki de ilk anda anlaşılmayabilir.
Örneklendirir misiniz? Anlaşılmayan nedir?
Mesela, "Gidiliyor da ne oluyor, bir şey anlatılamıyor, İngilizce dersler veriliyor" gibi şeyler söylüyorlar. Eğer gittiğiniz ülkenin eğitim müfredat programı ne ise onu uygulamazsanız, sizin yapacağınız şeylere müsaade ederler mi? Türkçe derslerini bazı yerlerde seçmeli olarak, bazı yerlerde de mecburi ders olarak koymanıza izin verirler mi? Diyalog ve hoşgörü diyoruz –o da sorgulanıyor gerçi ama- eğer, siz onlara doğru bir adım atmazsanız, başkalarının konumuna saygılı olmazsanız, onlarla bazı şeyleri paylaşabilecek olgunlukta davranmazsanız, onlar da size yaklaşmazlar.
Bunlar kendimize ait değerleri anlatma adına işi kolaylaştıracak şeylerdir; aksi takdirde, meselenin organize yönü size ait olsa bile, siz davranışlarınızdaki katılığı sürdürürseniz başkalarına bir şey anlatmanız mümkün olmaz. Belli bir dönemden sonra bir şey anlatamamış olmamız da zaten aramızda meydana getirilen suni uçurumlardan dolayıdır; yan yana gelememişiz ki, kendimizi anlatma fırsatı bulalım.
Bugün yapılanları bazıları yadırgıyor olsa da, bütün bunlar o yüce mefkure adına, kendimizi ifade etme, dünyadaki yeni oluşumlara katkıda bulunma ve daha ileriye matuf (yönelik) Huntington gibilerin işaret ettiği herc ü mercin (katliamların) önünü alma adına elimizden gelen çabayı sarf etmek için yapılıyor.
Eski bir makalenizde Şemsettin Günaltay'dan yapılmış bir alıntı medyada çeşitli şekillerde tartışıldı…
Değişik zamanlarda farklı kimselerden istifade ettiğimi söylemiştim. Günaltay, Nurettin Topçu, Necip Fazıl, Mehmet Akif gibi, yine mesela, İsmail Safa'nın Kur'an'la alakalı şiirini ve Peyami Safa'nın eserlerini zevkle okumuşumdur. Okuduğum kişilerde tasvip edeceğim şeyler de vardır, etmeyeceğim şeyler de… Bunların da birbirleriyle ilgili tenkitleri olmuştur. Mesela, Merhum Topçu, yine saygıyla karşıladığımız Necip Fazıl tarafından Rapor'larda çok ağır bir şekilde tenkit edilmiştir.
Ben olumsuzluklara takılmaktansa, her ikisini de sevmeyi tercih ettim. Mesela Mehmet Akif, Nurlar'dan (Risale-i Nur'u kastediyor) daha evvel ufku, samimiyeti, endişeleri, eğitim ve ilim sistemi adına ortaya koyduğu çerçeveyle, düşünce hayatıma tesir eden bir insandır.
Şemsettin Günaltay da öyledir. Bir dönem başbakanlık yapmış, Ankara İlahiyat Fakültesi onun zamanında açılmış, maalesef 163. maddenin çıkışında da sanki ondan cevaz alınmış gibidir. Dolayısıyla onda da tasvip edeceğimiz şeyler olduğu gibi, etmeyeceğimiz şeyler de vardır. Burada üzerinde durulması gereken önemli bir husus var.
Nedir?
Çok meşgul olduğunuz insanlar bir yönüyle sizin zihin muhassalanız (birikim) haline gelir. Siz farkında olmadan onlardaki mazmunu (anlam, nükteli ve sanatlı söz) kendi üslubunuzla sunarsınız, bazen hiç farkında olmadan şiirdeki tevarüdler gibi olur, belki de aynı şeyleri söylersiniz. Bazen de bir üslup diyorsunuz, kime ait olduğunu hatırlamıyorsunuz ya da falanın üslubuyla bu mesele şöyledir, diyorsunuz.
Ben farkında olmadan bir şey söylüyorum, daha sonra bu 'Tereddütler' serisinde yahut 'Prizma'da çıkıyor; oradan okuduğum zaman fark ediyorum, kafam Nurlardaki mazmun ve disiplinlerle öylesine yoğrulmuş ki, oradaki mazmunu aynıyla vermiş oluyorum. Mehmet Akif'in şiirinde geçen mazmunlar, mantuklar, mefhumlar (kavram) o kadar çok nesir olarak tecelli etmiştir ki, şimdi yazılan şeyleri bundan sonra araştırmaya kalksam birçok şey çıkar.
Bunu benim anlayacağım bir cevaba dönüştürseniz, örneklendirseniz?
Mesela, Mecelle'deki "Zaruret miktarı mahzurlu şeyler mubah olur.." kuralını düşünün, ben kuralı aynen almamışımdır ama, "İnsanlar bazı şeylere muzdar olurlar, kendileri veya çocuklarıyla alâkalı hayatî tehlike olur, dolayısıyla bu tür durumlar bizim zararlı saydığımız bazı mahzurlu şeyleri mubah kılabilir" demişimdir. Ben o kuralı aynıyla ifade etmemiş olsam da, söylediklerim o kurala bağlı şeylerdir. Yani bunun gibi sözlerimize, satırlarımıza girmiş mantuklar, mefhumlar olabilir.
Benim aynı şekilde –sadece takdir ettiğim kimselerin değil- mesela, bütün eserlerini okuduğum halde takdir etmediğim Sartre gibi Camus gibi kişilerden de, romantizmini beğenmediğim halde okuduğum Balzac'ın Vadideki Zambak'ından da aklımda kalan bazı şeyler olmuştur.
Diğer taraftan, zihinlerde şüphe uyarmak için serrişte edilen yazıyı, 1984 senesinde bir arkadaşa dikte ettirerek yazdığımı ifade etmeliyim. O dönemde yazdığım yazılara ismimi koydurmuyordum; Sızıntı dergisindeki diğer yazar arkadaşlar da, kaleme alınanlarda bir güzellik varsa onun kendilerine mal edilmesini istemiyor, bir mahviyet duygusuyla müstear isimle ya da isimsiz yazıyorlardı.
Derginin o sayısı ve sonrakilere de bakılınca görülecektir, herhangi bir isim yoktur başyazıların altında. Çünkü, bizim derdimiz, o yazdı, sen, ben yazdık, değildi; güzel bir düşünce, faydalı bir fikir varsa milletimiz bundan istifade etsin diyor ve hoşumuza giden şeyleri herkesle paylaşma isteğiyle neşrediyorduk. Ayrıca, kitapları basan yayınevi de bu konuda bir açıklama yapmış, tebyiz (yazı taslağını temize çekme) esnasında müstensihin "ifadenin Günaltaycasıyla" kısmını hataen atladığını belirtmişti.
Bir insan, bütün bu hususları görmezlikten gelerek yakışıksız ithamlarda bulunursa insafsızlık yapmış olur kanaati acizanemce.
- tarihinde hazırlandı.