Güç Asli Çözüm Değil
Binlerce insanın ölümüne sebep olan ve adını koymakta bile yoğun tartışmaların yaşandığı Doğu ve Güneydoğu'daki sorunlar için Fethullah Gülen Hocaefendi bölgesel barışa dikkat çekti. 'Yavuz Selim oradaki aşiret reisleriyle anlaşıp birkaç asırlık bir sulh yemini hazırladıktan sonra dört asır hiçbir problem olmamış.' diyen Hocaefendi'nin ilgili sorulara verdiği cevapları yayınlamaya devam ediyoruz.
Kimine göre PKK ve terör sorunu, kimine göre Kürt sorunu. Acaba bu sorun da sizin öngördüğünüz hoşgörü, tolerans yöntemiyle çözülebilecek mi? Hangi aşamadayız, bu konuda?
Aslında o çok eskilere dayanan bir sorun. Güneydoğu sorunu demek belki daha iyi. Yavuz Selim oradaki aşiret reisleriyle anlaşıp birkaç asırlık bir sulh yemini hazırladıktan sonra dört asır hiçbir problem olmamış.
Ruslar Türkiye'den çekilirken, Erzurum'dan çekilirken, silahları Ermeni Taşnaksiyonu'na teslim etmişler. Ve o zaman zannediyorum Güneydoğu'daki bazı vatandaşlarımızın da ayranı kabarmış. Bugün olduğu gibi bazıları onlarla müşterek hareket etmiş. Ama hiçbir zaman Doğulu ve Güneydoğulu, o bölgedeki bu olumsuz hadiselere toptan iştirak etmemiş. O gün de dünya kadar insan, hem orada Ermeni mezalimini göğüslemiş, hem Ruslara karşı savaşmışlar, hem de kendi içlerinde. Bunlar zannediyorum arşivlerde de vardır.
Güneydoğu Sorunu Anlaşılamadı
Güneydoğu derken bu problemi umum o bölgenin insanına mal etmek o bölgeye karşı da, bölge insanına karşı da haksızlık olur. Bunun eskiden de tam anlaşılmadığı kanaatindeyim. Şimdilerde de tam anlaşılmadığı kanaatini taşıyorum. Devletin orada askeri var. Asker güçle ve kuvvetle yapılacak şeyi yapıyor. Güçle ve kuvvetle yapılan çözümlerde mantıki çözümler, muhakemeyle alakalı çözümler, asli çözümler aramak doğru değildir. Gücü elinde tutan insanların mantık güçlerini, muhakeme güçlerini kullandıkları çok azdır.
Güneydoğu'da bazı meseleler var ki, caydırıcı yanı itibariyle bunlar, kuvvetle çözülür, halledilir. Fakat kuvvetle çözülen mesele, akılla, mantıkla, muhakemeyle pekiştirilmezse, arkasından bir siyasi çözüm de getirilmezse, eğitimle alakalı problemler var, o da çözülmezse...
Bülent (Ecevit) Bey'in çok sık tekrar ettiği bir şey var: Feodalizm. Ve şimdilerde de yine gündemde zannediyorum o mesele. Yani yeniden bir arazi reformu. Türkiye'de bu defaatle olmuştur, arazi reformu olmuştur. Ömer Nasuhi Hoca, İstilahat-i Fıkhıye Kamusu'nda, beşinci ciltte, vakıflarla alakalı bölümde defaatle değinmiştir. Arazi, emir arazisi, devleti idare eden eyalet valileri gibi, büyük insanlar gibi, saraya mensup insanlar gibi, büyüklerin elindeki arazi de, diğerlerine işletmek için veriliyor. Sonra alınıyor, mülk olarak veriliyor. Belli bir dönemde tamamen şahıslara, eski ifadesiyle temlik ediliyor, yani bu mevzuda defaatle hukuki reformlar yapılıyor. Bu olmamış bir şey de değil, olabilir. Her şeyi ona bina etmek ne kadar isabetli bilemiyorum; ama Bülent Bey öteden beri hep ısrar eder o mevzuda. Şimdi böyle bir şeyi de eskilerin ifadesiyle yine nazardan dur etmemek lazım. Bu da kulak ardı edilip göz ardı edilmemeli.
Eğitim Meselesi Çözülmeli
Diğer taraftan eğitim sorunu çözülmeli. Burada bir parantez açarak bir hususu dikkatlerinize arz etmek istiyorum. Tansu Hanım başbakanken onun müşavirlerinden bir tanesi, bilvasıta anlattı. Sayın Başbakan orada herhangi bir konuyla alakalı bir araştırma yaptırıyor. O konunun ne olduğunu bilemiyorum ben. Bölgeyle alakalı bir araştırma. Her ne ise, fakat Van civarında terörün birdenbire yavaşladığını, rölantiye geçtiğini görüyor. Ve bu meseleyi araştırınca, bana o müşavir anlattı, karşısına şu çıkıyor: Burada kabile reislerinin, aşiret insanlarının, şeyhlerin, hocaların -toplum içinde bunlar DNA gibi ana unsurlardır. Programı planı bunlar yapar ve topluma bu işi tatbikata koyacak RNA'sına bunlar sunarlar- çocukları buraya alınmış, yetiştirilmişler. Oradaki Serhat Lisesi'nin müessiriyetini görüyor. Her kabile reisinin oğlu adeta, her aşiret reisinin oğlu, her hocanın oğlu, her şeyhin oğlu, bir kısım tevafuklarla, rastlantılarla, gelmiş oraya girmiş, okumuş; belli bir kültür almış. Anadolu'da yetişen insanlarını eğitiminden geçmiş. Ve bu birer insan orada birer oymak olmuş; birer oymak da ses olmuş, soluk olmuş. Ve terör orada rölantiye geçmiş. Bir vakıa bu. Ben zannediyorum, Güneydoğu'da ve Doğu'nun belli bir bölümünde, eğitim politikamız, bu ölçüde müessir olabilecek şekilde ele alınmadı, teminat altına alınmadı.
Bediüzzaman, Meşrutiyet yıllarında Abdülhamid'e teklif ediyor: Medresetu'z-Zehra adıyla diyor, Van'da bir üniversite açın, Şark'taki şekaveti, oradaki ayaklanmaları durdurmak için. Bana göre bu problemin çaresi burada bir üniversite açılmasıdır. Bu üniversitede Arapça farz, Türkçe vacip olarak öğretilmelidir. Vacip dinde tatbiki farz olan bir hükümdür, itikadi farz değildir. Bir Türk büyüğünün Türkçe vaciptir dediğini bilmiyorum. Karamanlı Mehmet Bey Türkçe konuşulsun demiştir de, vacip tabiri yoktur. Vacip tabiri dini bir tabirdir. İnsan vacibi terk ederse günahkar olur. O gün için enteresan bir şey daha söylüyor. Kürtçe de caizdir. Caiz demek, konuşsa da olur konuşmasa da olur. Bunun manası şudur, bırakın kendi aralarında konuşsunlar.
Bunu Turgut Özal Bey 70 sene sonra telaffuz etti, fakat Türkiye'de yine tansiyon yükseldi. Demek ki 70 sene sonra dahi bu meseleyi hazmedecek insan yetişmemiş. Şimdi meseleyi basite irca etmemek lazım. Biz onların eğitimini gerektiği gibi, eskiler derpiş derler, edememişiz. Onları yetiştirememişiz, üniversitede okutamamışız. Belli ölçüde içlerine girince gördük ki, bir üniversiteye hazırlık kursu, bir okul büyük ölçüde dağa çıkacak, dağa çıkmaya namzet insanları şehrin içine çekti, onlara okuma zemini, imkanı hazırladı ve Türkiye'nin değişik yerlerinde üniversiteye girmeye yardımcı oldu. Dağa çıkanların sayısı azaldı. Devlet, üzülerek arz edeyim, hani askeriyenin yaptığı şey oldu, onunla kaldı. Aslında bu mevzuda ciddi bir politikaları olamadı veya politikalar takip edemedi. Yakın takibe alamadı, öğretmenini koruyamadı, eğitimcisini koruyamadı, çokça okul açamadı, okulları avantajlı kılamadı, onlara bir hususiyet tanıyamadı.
Mesela özel okullardan veyahut da Anadolu liselerinden üniversiteye girerken talebelerden üniversiteye yerleştirme merkezi 2-3 puan kırıyor. Güneydoğu'daki insanlara da 3 puan verirdiniz, olur biterdi. Bunların hepsi olabilirdi. Eğitim seviyesi standardı düşük bunların. Çözüm adına eğitim şuralarında düşünülebilirdi, konuşulabilirdi ve büyük ölçüde problem çözülebilirdi. Bu da meselenin bir yanı.
Bir diğer yanı, baştan arz etmeye çalıştım, Güneydoğu'da herkesi birbirine karıştırmamak lazım. Zannediyorum, epey zamandan beri, belki 60 seneden beri, bağışlayın sapı samanı birbirine karıştırıyoruz. Biz, Güneydoğu'yu zannediyoruz ki, biri çıkacak orda, bir PKK kuracak. Ermenilerle, o eski Taşnaksiyon'la işbirliği yapacak, Türkiye'nin aleyhinde olacaklar, bütün Güneydoğu da onların arkasından gidecek. Katiyyen ve katibeten...
Halk PKK'yı İstemiyor
Bizim Güneydoğu'da halkın nabzını tutabildiğimiz zaman gördüğümüz şey şu oldu, tablo karşımıza şöyle çıktı: Yüzde 95 halk PKK'yı kesinlikle istemiyor. Onu isteyenlerin de bilmem kaçta kaçı bir devlet olabilir burada diyor. Bazıları da federasyon olsun diyorlar. Yadırganacak bir şey değil bu diyorlar. Almanya öyle idare ediliyor, Birleşik Devletler öyle idare ediliyor, diyorlar.
Yani Türkiye'deki şartlar farklı, öyle olmamış şimdiye kadar, öyle olamaz mülahazasına karşı bir şey. Evet, karşımıza çıkan tablo yüzde 95 Türk milletinin yanında, onu her şeyiyle bağrına basıyor. O bakımdan bir kısım yanlışlıklar yapılmış. Devletin orada koruyuculuğu bazen orada baskı yapıyor gibi algılanmıştır. Birileri onları tahrik etmiştir. Onların içine hiç durmadan propagandistler gelmiş, kafalarını bozmuşlardır. Onları bir kısım yanlış şeylere şartlandırmışlardır. Bütün bu psikososyolojik şeyler bir araya getirilerek, yeniden Güneydoğu meselesi masaya yatırılmalı, gözden geçirilmeli, nedir, ne değildiriyle beraber ileriye matuf alternatif çözüm yolları, çareler düşünülmelidir.
- tarihinde hazırlandı.