Nefret dili siyaset

Nefret dili siyaset

Tayyip Erdoğan, yarım ağızla söylenmiş bir ‘karşı taraf’ sözünden, ‘içi boş, vaiz lobisi, Haşhaşi’ gibi nefret diliyle konuşan bir başbakana kısa sürede nasıl dönüştü?

Başbakan Tayyip Erdoğan, 20 Kasım 2013 akşamı bir TV kanalında tartışmalara yol açan dershaneler konusunda konuşuyor. Bir ara “Biz gönül diliyle konuşuyoruz. Ve gönül diliyle konuşmaya devam edeceğiz.” diyor. Hemen peşinden gelen cümle ağzından çıkıyor bir kere: “Bekleriz ki, karşı taraf, diyeceğim artık. Başka türlü konuşamam...” Bu söylem, Erdoğan’ın, o anda, bir kitleyi karşısında bir yerlere yerleştirdiğini ifade ediyor! Dinleyenler de öyle anlıyor zaten. Başbakan’ın yarım ağızla söylediği ‘karşı taraf’ söylemi 80 günde ‘çete, örgüt, Haşhaşi’ gibi ifadelerle yerini artık nefret diline terk ediyor. Başbakan, durmayıp, kullandığı dili daha da ileriye götürüyor; son TÜSİAD örneğinde olduğu gibi, kendisiyle aynı kanaatleri paylaşmayan kim varsa hepsini ‘vatan hainliği’ makamına oturtuyor! Nefret dilinin politikada kullanılması ‘tabandaki gevşemeye’ kısa vadeli çözüm gibi gelse de bunun bir ülkede huzur ortamı sağladığını, toplumsal barışa katkı yaptığını tarih yazmış mıdır; en azından biz bilmiyoruz.

Başbakan, o tarihten sonra kitleleri her gün şaşırtacak çıkışlarına yenisini eklemeyi ihmal etmedi. Yeri geldi günde üç miting yaptı, üçünde de geniş kitleleri itham eden sözlerine yeni yaftalar ekledi. Grup toplantılarında, gerilimi daha yukarılara çıkarmayı, kafasına koyduğu planlar çerçevesinde olacak, hep vazife belledi. ‘Çete’ dedi, ‘casus’ dedi, ‘alçaklar’ lafı çıktı ağzından… Hızını alamayıp yüzünün şeklini değiştirerek ‘inlerine gireceğiz’ ifadesini kullandı.

İsim vermese de bunları kime söylediği biliniyordu; tıpkı çiçeği burnunda İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın “Kimsin sen? Kimsin? (…) Senin ağababalarını yenmişiz, ağababalarını. Sana pabuç bırakır mıyız?” dedikten sonra gelen tepkiler üzerine yan çizmeye çalışsa da sözleriyle kimi kastettiği bilindiği gibi…

Başbakan, dünyanın 160 ülkesine yayılmış ve bilenlerin amaçlarından emin olduğu, Allah rızasından başka düşünce taşımayan insanları ‘örgüt’ ilan etti. Son Büyükelçiler Konferansı’nda, elçilere, bunu dünyaya anlatma görevi verdi. Hızını alamayınca ‘kirli örgüt’ ifadesiyle öfkesini anlattı geniş kitlelere, ‘ellerini kıracağız’ ifadesine sığındı bir başka sefer. Karşısına aldıklarını ‘odaklar’ olarak niteledi. 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrası ortaya atılan iddiaların araştırılmaması bir yana, polis ve savcılar hedef tahtasına kondu.

Başbakan, sanki daha önceki iktidarları süresince hiç fark etmediği bir şeyi o tarihten sonra fark etti ve Türkiye’de bir ‘paralel yapı’ olduğunu iddia etti. Gazeteci Ünal Tanık gibi bazı kişilere göre, ‘Nasıl dershaneler cemaatle bir kavganın gerekçesi ise paralel yapı da devlet içindeki kadroların biçilmesi için bulunmuş bir gerekçeydi.’ Bu tarihten sonra Başbakan’ın sarf etmediği her biri nefret söylemine çıkacak ifade kalmadı neredeyse. ‘Kirli komplonun maşaları’ ifadesine ‘ranta dönüşen vatana ihanet’ sözlerini ekledi. ‘Taşeronlar, devlet içinde maşalar, İslam kisvesine bürünenler’ de sözleri arasındaydı. İsrail’le bağlantılı göstermek bir yana ‘alçak projenin taşeronları’ da dedi, ‘uluslararası örgütlerin yerli işbirlikçileri’ olarak da hedef gösterdi koskoca bir kitleyi. Faiz lobisi zaten Gezi eylemlerinden bu yana saldırılan duvarın adıydı. Geride kalan süreçte devletin bütün araştırmalarına rağmen bir türlü bulunamamıştı. Bu sefer yine kastettiği belli olacak şekilde ‘faiz lobisi ve vaiz lobisi ihanet içinde’ diyerek kitlesini ateşlemeye devam etti, söylediklerinin İslami bir jargona sığmayacağını bilerek. O toplantıda, AK Parti’nin ülkeyi felakete sürüklediğini düşünerek istifa eden milletvekillerine de ‘tuzluk’ diyerek siyasetin dilinin nerelere geldiğini ortaya koydu.

Nefret tohumları ekme zihinlere kazınmıştı bir kere. Bundan önce de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın onca akademisyen ve ilahiyatçının katıldığı bir toplantısında, ortama hiç de yakışmayacak ifadelerle gündeme gelmişti: “Bu medeniyet öyle bir medeniyettir ki; yalancı peygamberleri, sahte velileri, içi boş, kalbi boş, zihni boş âlim müsveddelerini her zaman tarihin çöplüğüne atmıştır; yine atacaktır hiç şüpheniz olmasın.”

Ya Haşhaşi ifadesi nereye konabilirdi? Eline, bırakın silahı, insana zarar verecek herhangi bir alet almamış bir topluluğu tarihin en eli kanlı terör örgütü Haşhaşilere benzetmek nefret dilinin dayanılmaz noktalara ulaştığının göstergesi idi. ‘İçi boş âlim ve vaiz lobisi’ söylemlerinden sonra vicdan sahibi ilahiyatçıların dayanamayıp “Devletleri ayakta tutan, bu ulemalar olmuştur. Siz böyle dönemlerde insanların rehber saydığı insanları yok etmeye çalışırsanız aynı zamanda toplumu da kargaşaya sevk etmiş olursunuz.” uyarılarına kulak asan olmuş muydu acaba?

Belirli bir grubu ya da kişiyi, ırk, cinsiyet, yaş, ulus, din ya da cinsel yönelim gibi konularda aşağılar veya tehdit eder tarzda konuşma olarak açıklanan nefret dilinin bu konuşmalarda olmadığını kim söyleyebilirdi!

Seviye yerlere düştü

Bu dil ve söylemin nerede duracağını kestirmek şimdiden imkânsız. Hatta, bu dilin en tepedekiler tarafından kullanıldığını görenler de ondan geri kalamazdı. Ve kalmadı da. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, “Allah şirk, devlet şerik kabul etmez.” diyerek nerede durduklarını ifade etti önce. Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, “Bizim bir devlet geleneğimiz var. Osmanlı’da da bu böyleydi. Devlet için evlatlar bile feda edildi. Bugün de devlete zarar verecek bir yapıyı kabul etmemiz mümkün değil.” demekle neyi kastetmişti, tarife gerek yoktu. Sonra Başbakanlık Müşaviri Hamdi Kılıç, “Devlet geleneğimizin kendini korumak için tarih boyunca geliştirdiği reflekslerin bir kısmı epeyce ürpertici... Benden hatırlatması.” deyiverdi. AK Parti Erzurum Milletvekili Muhyettin Aksak, 70 STK’nın yaptığı açıklamayı yapan sözcüye karşı “Sizi böğürte böğürte bu ülkeden çıkaracağız, devletten temizleyeceğiz.” demeye hiç çekinmedi, o yüzden.

Kimi garip anlama gelebilecek fetvalar savurdu neredeyse. AK Partili Prof. Mehmet Çelik’in “Devletin kurumları ayrı tellerden çalıyor. Hukuk zedeleniyor diyorlar. Lan devlet elden gidiyor be ne hukuku!” demesi, bir başka AK Partili Ahmet Bayekoğlu’nun “Eğer bir ülkede yargı vatan hainlerinin elinde ise ya bu vatan hainleri hukuk içerisinde temizlenir ya da... Devlet kendini her şartta korur.” sözleri hafife mi alınmalıydı? Kendilerine vazife çıkaranlar da yok değildi. İHA muhabiri Bülent Velioğlu bile süreçten güç alarak “Zaman zaman yaşanan faili meçhuller o ülkeye huzur getirir. Bu kadar konuşan olmaz. Ortalık zevzek dolmaz.” diyebildi.

“Başbakan sıfatı taşıyan bir insan bu kadar hakaretamiz bir üslup kullanamaz.” gibi iyi niyetli uyarıların da işe yaramadığı ortadaydı.

Bütün bu gelişmelerin başında, aralık ayında Meclis’e sevk edilen ve ‘nefret ve ayrımcılığı’ resmen suç sayan Türk Ceza Kanunu’ndaki yeni düzenleme ne zaman yürürlüğe girer veya girer mi bilinmez. Ama bildiğimiz, bugün bunları söyleyen Başbakan’ın, Mart 2012’deki TUSKON Genel Kurul Toplantısı’nda şunları da söylediği: “Siz, arkanıza karanlık güç odaklarını almadınız. Siz arkanıza mafyayı, çeteleri, cuntaları almadınız. Siz, arkanıza Galata bankerlerini almadınız. Siz arkanıza hazineyi, kamu bankalarının kaynaklarını almadınız. Siz ideolojiyle yürümediniz. Siz dayatmalara, baskılara, engellere boyun eğmediniz. Siz arkanıza sadece ve sadece milleti aldınız. Siz, milletle yürüdüğünüz için büyüksünüz ve bu ülkeyi büyütüyorsunuz.” (Cemal A. Kalyoncu)