Birileri Hala Onları Güldürecekleri Bekliyorlar…

Kalbinde gıll ü gış olmayanın, yolu mutlaka sahili selamete çıkar. Özünde hinlik bulunmayanın akıbeti hoş olur. Başkası adına zanların hayırlısını taşıyanın, düşmanı az, dostu bol olur. Ona karşı olan ilahi bakış da hep bu eksenli cereyan eder.

Hüseyin Bey, yetim ve öksüz kalır daha çok küçükken. Akrabalarının yanında uzun soluklu olmaz misafirliği, zira kendi hakkında yapılan konuşmaları görmezden gelemeyecek kadar onurlu, akrabalarının yanında huzursuzluğa sebep olmak istemeyecek nispette de gururludur. Hayat onu İstanbul'a doğru sürükler daha çocuk denebilecek yaşta. Orada evliliğe dek kalır ve sonrasında yolu düşer hem de hakiki Avrupa denilen Fransa'ya. Yine burada geçen çileli günler, hanımla beraber çalışılan uzun zaman dilimleri...

Dostunu ihmal etmez Hüseyin Bey hiçbir dönem. Hem de her şey pahasına. Dostluğu ebedidir bu bağlamda. Zira kendi dostluğundan başka sahip olduğu bir şeyi olmayan arkadaşının bir trafik kazasında eşiyle beraber vefatının üzerinden, ortada kalan kızlarını evlatlık edinecek nispette kadirbilir. Onu kendi çocukları bilip, yetiştirir, büyütür, hatta evlendirir. Kendi çileli günlerini görür bu mazlum yavruda ve kendi neye kavuşamadıysa çocukluk yıllarında onu sunar bu yavrucağıza. O kadar sahiplenir ki onu, canından can, kanından kan bilir adeta. Kocasının aşırı dengesizliklerinin verasında yine hanesini açar evladına, hem de bu kez dünyalar tatlısı torunu Mehmetcan ile birlikte.

Hayatında hiç hileye girmez. Burası diyarı küfürdür, ne koparırsan kardır bu zalimlerden demez. Dürüstlüğü şiar edinmiştir kendisine. Hatta o kadar ki, yanında çalıştırdığı işçilerinin sigortasını dahi ihmal etmez. Bana hakları geçmesin der inatla. Aynı kulvarda koşan meslektaşlarının alaycı tavırlarını kale almaz o bu bağlamda.

'Yahu nasıl artıracaksın bu halde' diyenleri dinlemez. Bana kalan temiz olsun, az olsun ama helal olsun der. Bize de ona 'Helal olsun sana' demek düşer.

İbadetlerini yıllardır aksatmaz. Koskoca Fransa'da hangi camiye yönelse, sonrasında kulağına bir şeyler gelir gittiği o yer hakkında. 'Yahu hepsi Allah'ın evi değil mi bunların, nedir bu onun camii bunun camii' der kendi kendine. Arabasıyla gezdirdiği kızına bir gün uzaktan bir eğitim merkezi işaret eder, kendi ifadesiyle

'İşte burası Gülen Hocanın talebelerinin ders verdiği yer' der. Uzaktan uzağa takip eder onu ve icraatlarını. Hatta öyle bir iştiyak duyarlar ki Gülen Hoca'ya, ayrılan kızı şimdiden düşer daha iki yaşındaki çocuğunun derdine ve 'Gülen Hoca'nın okulları var mı buralarda da' der ihtimal haberi olduğunu düşündüğü dostlarına.

'Ben çocuğumun kaybolmasını arzu etmiyorum, olsa olsa onlar sahip olurlar evladıma, bana bir adresini bulsanız, gidip konuşsam, gerekirse ben de onlara hizmet eder, bu değerleri kendi kabiliyetlerim nispetinde taşıyabildiğim kadar taşırım ihtiyaç duyan sinelere' der bir annelik ızdırabı ile.

Bir dönem bir gazete gelirmiş dükkanlarına. Nereden geldiklerini bilmedikleri, sonraları o da kesilmiş. Ama şurası bir hakikat ki, birileri hala tertemiz bir şekilde kalmayı başararak Avrupa'nın hem de orta yerinde sabırla, azimle hala gözleri yollarda Gülen'in dostlarını aramakta. Marsilya'dan, Lyon'dan gelen haberlere kulak kabartıp, yahu bu insanlar neden buralarda da yoklar diye iç geçirmekte.

Avrupa'nın her yerinde tanıdıkları olan bu temiz ruhlar, dönem dönem uğradıkları dostlarından da haber kollamakta ama nafile, ulaşmayınca ulaşmıyor yollar işte. Samimi dostluklardır Hüseyin Bey'in ilişki anlayışı. Bir kere evet deyince, hayır demez sevdiklerine. Hem de hiçbir konuda.

Yine böyle bir 'mecburi evet' ile yaşadığı efsunlu günlerdir. Biri 18, diğeri 22 yaşında olan iki kız kardeşi misafir etmektedir hanesinde. Kıramamıştır Belçika'dan gelen dostunu. Onlar Türkiye'ye gideceklerdir, kızlarını emanet edebilecekleri tek emanetçileri de yine Hüseyin Beydir. Ev halkı karşı çıkar buna evvela. Zira kızlar maalesef Avrupa'nın aldatıcı tarafına meftun olmuş, elden tutup, sahip olan da olmayınca aykırı bir ot misali neşet edip büyümüş, değerleri ayrı, değerlendirmeleri ayrı, ailelerinin kendi başlarına bırakıp gidemeyecekleri bir hal almış tiplerdir. Alış-veriş en büyük eğlence, gezip tozmak yegane zevk, hesapsız bir hayat bu çağların lazımıdır onlara göre. Gün boyu dükkanda olan Hüseyin bey göremese de bu manzarayı, Anne ve evin kızları korkarlar böyle bir sorumluluk almaktan. Bastırırlar babalarına 'sakın kabul etme' diye. Ama bilmezler Hüseyin Bey'in hayır kelimesini, hele hele bir de dostlarına karşı lügatinden çıkarıp atalı hayli yıllar olduğunu.

Neyse, aile kızlarını bırakır gider. Hüseyin bey de, her gün birini alır restoran için yanına, diğeri evde kalır. Hanımı, büyük kızı ve misafirlerinden biri restorana, küçük kızı ve diğer misafir ise evde kalır. Kızlar, ilk kez belki de analiz ederler kendi hayatlarını da bu manzara karşısında. Mukayese imkanı doğar onlar için de. Tozpembe bir dünyadan, hayatın hakiki yanına yapılan ilginç bir serüvendir bu adeta onlar adına. İlk başta yadırgadıkları türban takılır kızlardan birinin gözüne.

'Bu seni yaşlı gösteriyor, neden hayatını yaşamıyorsun, namaz yaşlıların işi değil mi?' şeklindeki ruh dünyaları yansır alenen orta yere. Filmin nerde koptuğu bellidir. Bu sorgu sualler elbette dönecektir kendilerine de.

'Sen neden namazını kılmıyorsun' sorusuna, 'Bu yaşlanılınca yapılacak bir şey değil mi?' cevabını, 'Yarın ölsen ne olacak peki?' hakikati savuşturur. Kısa bir suskunluk ve akabinde gelen itiraflar. 'Esasında ailem çocukken bizi göndermek istemişti Belçika'daki camiye, evimize de çok yakın idi oysa, ama sokakta oynamak daha kolay geldi bize'. Sonra der evin küçük kızı:

'Peki neden sonra sorup öğrenmediniz bir bilenden?' 'Kimse bizimle ilgilenmedi ki' hakikati çarpar yedi kat semanın tüm katmanlarında.

'Dekolte hayatımıza bakıp, belki korktular ürperdiler, bunlardan da bir şey olur mu dediler, ama gelip de kimse oturup sormadı bunu bize. Ben hayatımda ilk defa bir türbanlı ile bu konuları konuşuyorum, ilk kez bu mevzulara giriyorum, bu zamana kadar hep uzaktan bakıştık ve birbirimiz hakkında klikeleşmiş düşüncelerle yaşadık ama hiç konuşmadık. Onlar bizim dış görünüşümüze aldanıp yanımıza yaklaşamadılar, biz ise zaten bu dünyadan bizi uzaklaştıracak bir alternatife kapalı yaşadığımız ve karşı taraf hakkında da hiç mantığı olmayan düşüncelere sahip olduğumuz için oralı olmadık.' itirafı yankılanır tüm kafalarda ve duyarlı gönüllerde.

Şimdi yavaş yavaş sorarlar akıllarına takılan konuları birbirlerine. Açarlar sinelerini samimiyetle. Belki de ilk kez buldukları bu fırsatı kullanırlar alabildiğince cömertçe. Düşünebiliyor musunuz, birileri gözleri yollarda bizleri bekliyor. Birileri,

'Ben hayatımda hiç namaz kılmadım' itirafıyla secdesiz bir alınla Hakk'ın (celle celâluhu) huzuruna gidiyor. Birileri bekleyenlerden bihaber, fındık kabuğuna sığmayacak mevzularla ilgileniyor. Birileri, evlatlarını emanet edebilecekleri birilerini dahi bulamıyor. Kimileri Gülen'in dostlarını uzaktan uzağa takip ediyor. Bize de uğrarlar mı acaba diye belki iç geçirip, dua ediyor. Birileri de tüm bu hadiselerin orta yerinde üstüne alınmadan tüm bu yazılanları sadece okuyup geçiyor. Hayat kısa, mesuliyet ağır, dert çok, şeytan kavi, nefis namert. Tüm bunlara rağmen, hala dezenformasyona uğramamış insanımız ümit, dünyaya temenna etmeyen yiğitler dizlerimize fer, Hakk'a olan yakınlığımız da dayanağımız. Allah bizleri mahcup etmeye. Yoksa, bizler yıllarca bize gelmelerini bekledik derlerse, ki bu dünyada bile kulağımıza kadar geldi, yarın ruzu mahşerde nasıl izah edilebiliriz ki bunu kime ve hangi bahaneyle?..

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.