Kentli ve Sivil: Fethullah Gülen Örneği
Fethullah Gülen Hocaefendi hiç şüphesiz klasik İslam ulema geleneğinin son halkalarından birisidir. Klasik bir âlim, çağdaş bir mütefekkirdir. Konuşurken, yazarken, sohbet ederken fikrî, irfanî ve sosyal/tarihsel referansları daima bu uzun gelenekten izler taşır. Onu tanıyabilmek ve anlayabilmek için beslendiği İslami kaynakları ve içinden geldiği geleneği bilmek ve tanımak gerekir. Bu yüzden onu yalnızca Batılı sosyal bilim kavramlarıyla ele alamayız.
İslam geleneği, uzun tarihi içinde siyasi, toplumsal ve dini pek çok liderlik profili ortaya çıkarmıştır. Bu liderlik profillerinin yoğunluklu olarak üç mirasta tezahür ettiğini düşünüyorum: "İlim", "irfan" ve "sosyal davet" misyonu alanında. Birincisi, kelam, fıkıh, hadis, tefsir, lügat, usûl gibi temel İslamî disiplinler alanı. İkincisi, en geniş anlamıyla İslam tasavvufundan ve maneviyatından ibarettir. Üçüncüsü de, davet ve tebliğ ile siyasi/sosyal önderlik alanı. İslam geleneği her alanda binlerce âlim, mütefekkir, fakih, usûlcü, mütekellim, mutasavvıf, siyaset ve aksiyon insanı yetiştirmiştir. Gülen de bu gelenek içinde doğdu. Onun potansiyel olarak bu üç profile de sahip olduğunu düşünüyorum. Ne var ki, siyasal alanla ilgili doğrudan ve dolaylı bir uğraşı yoktur. Bu yüzden onu siyasal liderlik profili içinde tanımlamıyorum. Ama sosyal davet ve tebliğ açısından pekâla, hatta İslam tarihi boyunca çok ender görülebilecek geniş ve etkin bir önderlik profiline sahip olduğu inkar edilemez. Onun üzerinde yapılacak bir çalışmada en azından bu farklı yönlerine işaretler olmalıdır, diye düşünüyorum.
Harekete "İçeriden" Bakış
Ali Bulaç, İslam dünyasının düşünce ve toplumsal sorunlarıyla yakından, içten ve içeriden ilgilenen bir Müslüman entelektüel. İlahiyat ve sosyoloji okuması, modern Batı düşüncesine, Arapçaya ve İslam'ın kültürel geleneğine hakim ve âşina bulunması görüş ve düşüncelerini zenginleştiren unsurlar olmuştur. Onda en çok dikkatimi çeken şey, İslam'ın ve çağdaş Müslümanların kültürel ve toplumsal meselelerine geniş sosyolojik açılar getirerek yeni perspektifler sunabilmesidir. Eleştirel bakıyor, İslami hassasiyetini koruyor, ne hakkında konuşursa konuşsun ve ne yazarsa yazsın İslam'ın dünya görüşüne bağlı kalıyor. Ve en önemlisi, eleştiriye, kabule ve karşı fikre açık.
Bulaç'ın Din-Kent ve Cemaat/Fethullah Gülen Örneği adlı yeni kitabı, önce Türkiye'de 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan büyük göç hareketinin kent hayatında ortaya koyduğu dinî, sosyo-kültürel yapıyı ve ilişkileri analiz etmek için tasarlanmış, sonra da bu analiz Gülen hareketi üzerinden temellendirilmiş izlenimi veriyor. Bir başka deyişle, Gülen hareketiyle ilgili bölümler kitaba sonradan monte edilmiş gibi duruyor. Bu görüşüm ister ince bir tenkit, ister bir tespit olarak alınsın, şurası bir gerçek ki, kitap uzun bir tecrübenin, birikimin ürünü. Türkiye'nin dinî ve toplumsal dönüşümünün çarpıcı resmini ortaya koyuyor. Kitaba ilişkin, ifade etmeden geçemeyeceğim diğer nokta şu: Bence yalnızca bu kitaptaki bilgiler ve başlıklar bile birkaç kitabın konusu olacak kadar yoğun ve sıkıştırılmış düşünceler içeriyor. Ali Bulaç, her şeyi bu çalışmasına sığdırmaya çalışmış. Belki de yirmi-otuz yıldır düşündüğü projenin ilk tecrübesi olduğu için bilgi, düşünce ve analizler alabildiğine yoğunlaştırılmış görünüyor. Gerçekten en az otuz yıllık bir tecrübe, beyin ve fikir çilesi ve fırtınasını sezmemek mümkün değil kitapta.
Kitap yedi bölümden oluşuyor. İlk iki bölümde "din, kent ve cemaat" ilişkisi teorik bir zeminde işleniyor. Daha genel bakıldığında, dinin, modern kent hayatında, Müslümanlara ne türden bir örgütlenme modeli sunduğu konusu üzerinde durulduğu söylenebilir. Bulaç, burada postmodern dönemde dahi en büyük sosyal fenomenin yine "cemaat" olduğunu ısrarla dile getiriyor. Çünkü (Max Weber, Don Martindale, Georg Simmel, Ferdinand Tönnies gibi…) modern çağın sosyologları, kendi dönemlerinde olmasa bile yakın bir gelecekte modern öncesi sosyal örgütlenme biçimi olan cemaatleşmenin son bulacağını, modern toplumda herhangi bir karşılığının kalmadığını doğrudan ve dolaylı ifadelerle iddia ediyorlardı. Ali Bulaç, bu bölümde hem onların sosyolojik görüşlerinin ve kavramsallaştırmalarının kritiğini yapıyor hem de cemaat olgusunun, modern yaşama biçiminin her türden dayatmalarına meydan okurcasına modern kentlerin göbeğinde nasıl yeniden ve daha güçlü bir şekilde var olduklarını ortaya koyuyor. Adı geçen sosyologların hemen hepsi modern kent ve şehir hayatında tanık oldukları büyük sosyal dönüşümleri, zihnî, ahlakî ve toplumsal çatışmaları, metropollerdeki mahşeri kalabalıkların dinî, ahlaki, zihni ve iktisadi tavır ve ilişkilerini analiz etmişlerdi. Kimisi ilkel aile biçimleri üzerinden, kimisi zihinsel yaşam üzerinden, kimisi de doğrudan, modern kent hayatı üzerinden sosyal örgütlenme biçim ve dönüşümlerini işledi. Yaptıkları, modern kent toplumunun iç ve çatışma dinamiklerinin analiziydi. Bulaç, kitabın ilk bölümlerinde, modern kent ve hareket sosyolojisinin kavramsal tuzaklarına düşmeden eleştirel biçimde bu toplumsal dinamikleri tartışıyor.
Sonraki dört bölümde Gülen'in hayatı, hareketi, açtığı sosyal mecra, eğitime bakışı ve gelişme potansiyelinin sosyolojik tahlili yer alıyor. Başka bir açıdan da dinin sosyal imkanları Gülen örneği üzerinden sorgulanıyor. Son iki bölüm ise yüzeysel bakıldığında sanki kitabın ana konusuyla ilgisiz görünüyor. Ancak bu iki bölüm, şu ya da bu biçimde Türkiye'deki İslami toplumsal tecrübe içinde en az bir buçuk asırlık geçmişi olan konuları içermesi dolayısıyla oldukça önemli. Ali Bulaç, altıncı bölümde, din ile kültür arasında yaptığı kıyaslamalar ve dinin kültüre indirgenmesinin hem dinin kendisi hem de müntesiplerinin ahlaki, sosyal ve dini tavır ve duruşları üzerinde meydana getirdiği/getirebileceği dönüşümü eleştirel bir biçimde tahlil ediyor. Son yıllarda sıkça tartışılan Türkiye Müslümanlığı kavramının dini ve sosyolojik sorgulamasını yapıyor. Bu bölüm başlı başına bir kitap konusu.
Ulema Geleneği İçinde
Bulaç'ın kitabındaki çarpıcı analizlerden biri de İslam ulema geleneği ile ilgili yaptığı tasnif. Önce İslam tarihinde, toplumunda ve kültüründe alimin önemine ve toplumsal rolüne dikkat çekiyor. Alimlerin peygamberlerin vârisleri olduğuyla ilgili hadisi serlevha yaparak bir anlamda ulemanın dini ve toplumsal meşruiyetine yönelik bir vurgu yapıyor. Uzun İslam tarihi boyunca ulema profili kısmen farklılaşmış olsa da, hiçbir dönemde sosyal önderlik vasfı kaybolmamıştır. Ulema ile ilk ciddi gerginliklerin yaşandığı Beni Ümeyye iktidarı döneminde bile böyle olduğu gibi Selçuklu ve Osmanlı döneminde de toplumsal önderlik ulemanın elinde idi. Peki bu önderliğin önemi ve misyonu neydi? Denilebilir ki Müslüman toplumun kültürel, dini ve resmi dünya görüşünü üreten, yaşatan, kuşaktan kuşağa aktararak sürekliliğini sağlayan kurumun başat aktörleri ulema idi.
Bulaç'a göre ulema başlangıçta hem sivil ve toplumsal alanda hem de siyasi ve idari mekanizma içerisinde etkili bir konumdaydı. Bir anlamda siyasi iktidarın meşruiyet temellerinin hem belirleyicisi hem de denetleyicisiydi. Bu konum Beni Ümeyye iktidarına kadar devam etti. Ulemanın konumu ile ilgili ilk kırılma Emeviler'le başladı. Beni Ümeyye iktidarı dolaylı-dolaysız kelami/fıkhi/siyasi içerikli kavram ve konular üzerinden ulemanın toplumsal ve idari nüfuzunu kırmaya yönelik adımlar atmaya başladı. Harun Reşit zamanında İmam Ebu Yusuf'un resmi devletin bürokratik yapısında görev almasıyla (baş kadılık/adalet bakanlığı gibi bir şey) ulema profili bariz biçimde iki kola ayrıldı. İlki, resmi ulema, ikincisi de sivil ulema profili. Osmanlı'nın son dönemindeki modernleşme hareketleri süreci her iki profilin siyasi/idari ve sosyal rolleri/temelleri üzerinde hem etkileyici hem de dönüştürücü bir rol oynadı. Tanzimat ve Meşrutiyet'le birlikte ulemanın siyasi ve idari mevkii sürekli zaafa uğradı/uğratıldı. Çünkü Türk modernleşme/Batılılaşma projesinin yeni aktörleri, ulemayı bu projenin önünde ciddi bir engel olarak algıladılar. Bu yüzden de onun bürokratik gücünü ve etkisini tasfiye edecek kurumsal ve idari ıslahatlar yaptılar. Nihayet Cumhuriyet'le birlikte ulema zümresi idari bürokrasiden tamamıyla tasfiye edilerek yerine aydın zümresi ikame edildi. Yeni dönemin entelektüel aktörleri artık onlardı.
Aydının yeni modernleşme hareketlerindeki rolü, ulemanın Osmanlı ve klasik İslam dünya görüşünü üretme, denetleme ve toplumsal zeminde hayata geçirmedeki rolün karşılığına denk düşüyordu. Ama bu sadece modernleşmenin siyasi, idari ve askeri aktörlerinin tepeden topluma giydirmeye çalıştıkları projenin bir dayatmasıydı. Tabii ki toplumsal zeminde hiçbir zaman aydınlar ulemanın uzun asırlar boyunca sahip olduğu krediye ve etkiye sahip olamadılar. Aksine onlar gün be gün toplumun değer yargılarından, dünya görüşünden ve geleneğinden uzaklaştılar.
Ali Bulaç'a göre bu uzun tartışma dönemi iki farklı çizgide tanımlanabilecek bir İslam tezahürünü ortaya çıkardı. Birincisi, resmi İslam ikincisi de, sivil/sosyal İslam. Resmi İslam son tahlilde bir devlet projesi olup siyasi iktidarı merkeze alan bir Tanzimat geleneğidir. Yani açık olarak dikey bir ıslahat öngörür. Yukarıdan aşağıya toplumu Müslümanlaştırmayı öngördüğü için resmi bir din görüşüne yaslanıyordu. Onların amacı isteğe, rızaya, özümsemeye, içten kabule dayanan ve toplumsal hayatın içeriden değişimini öngören bir "İslamlaşma" değil, bir "İslamileştirme" yoluyla toplumu iyileştirmekti. Sivil/sosyal İslam tezahürü ise verili dünyaya politik ve askeri bir meydan okumadan çok, alternatif bir arayıştır. Genel parametreleri açısından, dini, kültürel ve farklı yaşama biçimlerine ilişkin çoğulcu bir toplum tasavvuruna vurgu yapar.
Gülen ve Sivil İslam
Ali Bulaç, Gülen'i bu ikinci konumda, yani sivil/sosyal İslam versiyonu ve tezahürü içerisinde tanımlıyor ve onun âlimlik profilini de yeni bir aydın-ulema profili olarak belirliyor. Bununla, Gülen'in birkaç yönünü öne çıkarıyor. Öncelikle Gülen, klasik İslami ilimlere vukufiyeti yönüyle kelimenin tam manasıyla bir "âlim"dir. İlmi belli bir silsile içinde ve klasik medrese sistemi içinde okuyarak tahsil etmiştir. Geleneksel alim profilinin tüm özelliklerine sahiptir; konuşurken, yazarken veya herhangi bir konuyu ele alırken öncelikle Kitap ve Sünnet'ten referanslar getirir. Kur'an'a çok yönlü vurgular ve müracaatlar yapar. Açık bir Kur'an ayeti yoksa, peygamber kıssalarından dahi çıkarımlarda bulunur. Görüş ve düşüncelerini mutlaka İslam'ın özgün kaynaklarından bir asla dayandırır. Her vesileyle usul prensiplerini dile getirerek onları bol bol güncel örnekler ve çağdaş Müslümanların pratik hayatları içinde kullanır. Bunun yanında çağdaş Batı düşüncesine de vâkıftır. Modern bilimin ve teknolojik gelişimin verilerine sık sık atıflar yapar. Makul ve meşru gördüğü çağdaş düşünsel tecrübelerden yararlanmayı ihmal etmez. Diğer taraftan o, tam bir aktivisttir. Yalnızca konuşan, kulislerde meydan okuyan, ya da düşüncelerini yazı ile dile getiren bir entelektüel/aydın değil. Bizzat ve özellikle eğitim alanında olduğu gibi dünya çapında faaliyet gösteren sivil ve gönüllüler hareketinin mimarı, ruh, heyecan ve şevk vericisi, öncüsü ve teşvikçisi de olmuştur.
Ali Bulaç'ın Din, Kent ve Cemaat/Fethullah Gülen Örneği adlı çalışması birçok açıdan, Müslümanların hem uzak tarihteki toplumsal tecrübelerine hem de günümüzde dini tecrübelerini modern toplumsal hayatla nasıl yüzleştirdiklerine dair kayda değer bilgiler ve dini/sosyolojik analizler içeriyor.
- tarihinde hazırlandı.