Kim Bu Beyaz Adam?

Ürkek ve çekingen adımlarla yaklaştı yanlarına. Kısmetini alma sırası şimdi ondaydı. Küçüktü. Henüz 7 veya 8 yaşlarındaydı. Üstünde eski, yırtık, yamalı elbiseler vardı. Ayağındakiler, keza çok eskimiş, artık kullanılmaz durumda olan eskilerdi. Kömür karası kocaman gözlerinin altında, belli belirsiz inci gibi dişlerini göstererek gülümsüyordu. O da diğer Kenyalı çocuklar gibi çok sevimliydi. Adam, ona payları olan "eti" verdi. Fakir coğrafyanın bu en fakir insanları, hayatlarında belki birkaç kez et yiyebiliyordu. Bu çocuk, ömründe belki ilk defa doya doya et yiyebilecekti. Belki de sadece tadına bakabilecek, ailesi bu kısmetlerini uzun süre kullanabilmenin hesabını yapacaktı. Çocuk, et poşetini adamın elinden alırken, adam, çok sevimli bulduğu bu yüzü ve başını okşadı. 3-4 kilo et... diye düşündü adam.

"Keşke daha fazla bir şeyler yapabilsek, bu insanları her zaman böyle mutlu görebilsek" diye düşündü içinden.

Başını okşadığı çocuk, birden sevinç çığlıkları atarak az ileride bekleyen annesinin yanına koştu. Annesinin eteğinden tutarak, sevinç içinde bu beyaz adamları gösteriyordu. 3-4 kilo et bu çocuğu bu kadar mutlu ettiyse, gerçekten çok muhtaç bir aile olmalıydılar. Adam, bu düşüncelerle yanına aldığı bir parça etle beraber, çocuğun yanına gitti. Poşeti çocuğa uzattı.

"Kim bilir nasıl sevinecekti?, Kara gözleri kimbilir nasıl ışıl ışıl parlayacaktı?,"  bunları düşünüyordu adam...

Ama çocuk, etle ilgilenmedi bile...

Adam şaşırdı.

Annesine, tercümanı vasıtası ile "çocuğun eti neden almadığını, dahası neden bu kadar mutlu olduğunu sordurdu" duydukları karşısında adeta afallamıştı....

Çünkü diyordu ki annesi; "Oğlum et için değil, bu beyaz adamın "başını okşadığı" için sevinmiş. Çünkü biz bir beyazın, "siyah bir çocuğun" "başını okşadığını" ve onu "sevdiğini" hiç görmemiştik!"

......

Beyaz adam, tıpkı Afrika'nın diğer bölgeleri gibi, bu insanları da sömürmekten, köleleştirmekten, ezmekten başka bir iş yapmamıştı.

Yöre halkı ilk defa, "Müslüman" bir beyaz görüyordu.

Yöre halkı ilk defa, "karşılıksız bir şekilde", yardım eli uzatıldığını görmüşlerdi.

Yöre halkı ilk defa, binlerce kilometre uzaklıkta, Türkiye adında Müslüman bir ülke olduğunu, beyaz misyonerler gibi değil, gerçekten sevgi ve umut getirdiklerini gördü.

Adam duygusallaştı...

Kim bilir belki aklına "Duha suresinin" şu ayetleri geldi ; "Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı... Öyleyse yetimi sakın ezme. El açıp isteyeni de sakın azarlama. Ve Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an..."

Bu adam, binlerce kilometre uzaklıkta, binbir türlü cefaya, yokluğa, engele rağmen, ardında bıraktığı ailesinin, arkadaşlarının, sevdiklerinin hasretine rağmen bir dava için bu yola baş koyan bir Öğretmendi.

Dava, önce 21. Asrı ve sonraki asırları Türk Asrı yapmak davasıydı. Bu öğretmen, bu topraklara, bu gayeyle ekilen ilk tohumlardan biriydi. Türk okullarında görev yapan bu öğretmen, Türkiye'den gönderilen "kurban bağışlarını" dağıtmak için, gönüllü olmuştu. Şimdi bayrağımızın dalgalandığı bu topraklarda her gün yüzlerce çocuğun başını okşayarak Türk insanının letafetini, nezaketini, hoşgörüsünü, sevgisini, kültürünü, cömertliğini, geleneklerini anlatıyor. Geleceğe, çok sağlam, güçlü tohumlar ekiyor. Allah "bu beyaz adamların" yardımcısı olsun. Dualarımız bu davaya inanan ilk insan ve bu davaya gönül veren milyonlarca Türk için... Allah her daim yar ve yardımcınız olsun...