Türkiye'nin Yurt Dışına Çıkışı

Bir dönem, yabancıların Türkiye'de okul açmaları ve misyonerlik faaliyetinde bulunmaları, Türkiye'nin muhafazakârı ve dindarı için menfî olarak değerlendirilen bir şeydi. Yabancı okulların ve misyonerlik faaliyetlerinin Türkiye'nin 'yabancılaşması'na çalıştığı tezi işleniyordu. Sınırların çok belirgin olduğu bu dönemde, 'biz' ve 'düşmanlar' ayrımı yaygındı. Olan ne idiyse çok şey değişti, sınırlar kalkmadıysa da esnekleşti. Hem dünya hem Türkiye hem de Türkiyeli muhafazakârlar yeni bir veche ve dil edindi. Anadolu insanı esneyen sınırlardan dışarıya, dünya Türkiye'ye aktı. İslâm'ın insan, varlık ve hayat tasavvurunun yetkinliğine uyanan Türkiyeli dindarlar kendilerince bir hayatın pratiğini geliştirdiler. Ekonomide, kültürde, eğitimde yüzü evrensele dönük bir dil kurdular. Merkezdeki seküler dilden farklı bir yönelim görünürlük kazandı. Devletten bağımsız öğrenci yurtlarına, üniversiteye hazırlık kurslarına ve özel okullara imzalar atıldı. Resmî tarihin ve ideolojinin kuşatamadığı veya bütünüyle kontrol edemediği insanlar çoğaldı.

90'lı yıllarda bir şey daha oldu: Sovyet Rusya'nın dağılmasıyla birlikte bağımsızlığına kavuşan Orta Asya ülkelerine gidildi. Kendilerini eğitim merkezli bir hizmete adayan insanlar, bağımsızlığına yeni kavuşmuş bu ülkelerde okullar açtılar. Üniversiteyi yeni bitirmiş delikanlılar ilk kez çıktıkları yurtdışında sonradan çok konuşulacak bir olguyu inşaya koyuldular. O günlerde inşasına başlanan ve şimdilerde dünyanın her tarafında görülen, konuşulan ve yazılan şey, kendini daha çok 'Yurtdışındaki Türk Okulları'yla görünür kıldı. İdeolojik değerlendirmeler dışarıda tutulursa, denebilir ki bu okullar, genç Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ilk yurtdışı başarısı sayılır. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türkiye ilk kez bu okullarla dünya sahnesine çıkıyor. Orta Asya, Afrika, Uzak Doğu, Avrupa ve Amerika, böylesi donanımlı Anadolu insanıyla ilk kez tanışıyor. İşçi olarak değil, eğitim görmek ve eğitim vermek üzere yurtdışına çıkmış, vardığı yerde donanımıyla öne çıkan Anadolu'dan bir insan modeli...

Kişiliği ve diliyle farklılık arz eden bu insanlar başka türlü bir dünyanın mümkün olabileceğini gösterirken, bulunduğu ülkede Türkiye'ye çalışıyorlar. Bunların katkısıyla Türkçe, dünyada en çok konuşulan diller arasına giriyor. Türkçe Olimpiyatları'nda, dünya Türkçe konuşuyor; Türkçeye sinmiş Türkiye dünyaya karışıyor. Bu okullara dair yüzlerce metin, onlarca tez ve kitap, bir o kadar konuşma şunu ortaya koyuyor: Bu okullar emperyal siyasî bir hedefin peşinde değiller. Çıkarın ve savaşın egemenliğinde yaşanamaz hâle gelen dünyanın daha yaşanabilir olması adına insana hizmet esas alınıyor. Irk, din ve dil ayrımı gözetilmeksizin insana dokunuluyor. İnsanın düşüşüyle problemin başladığına, çözümün de insanın dirilişiyle mümkün olabildiğine inanıldığı için insana çalışılıyor. Yeryüzü çocukları; iyinin, değerin ve erdemin çerçevesini oluşturduğu bir eğitim modeliyle aynılaşmıyor, 'bir'leşiyorlar. Bu okulların perspektifini, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin şu tespitlerinde buluyoruz: "Özelde Batı'ya genelde bütün insanlığa vereceğimiz temel bazı şeylerin bulunduğuna inanıyorum. Bunların başında insan anlayışımız ve insana bakışımız yer alır. Aklın aydınlanmasını fen ve ilimde, kalbin ışığını iman ve ahlâkta gören ve bu iki kanatla talebeyi insaniyet semasında pervaz ettirip Hakk'ın rızasını halka hizmette arayan bir eğitim anlayışının bütün insanlığa vereceği çok şey vardır. Bugün 'Derin Türkiye' denilen ve daha çok gönüllü kuruluşlarca temsil edilen halkımızın şirketler ve vakıflar kurup, dünyanın dört bir yanına çil çil serptiği eğitim müesseselerinin kabul görmesi bunun delili olsa gerek."

Son yirmi yılda bu okulların etrafında kurulan şeyi, başta tahmin etmek mümkün değildi. Neticede yurtdışına ilk çıkanlar, küçük esnaf ve üniversiteyi yeni bitirmiş delikanlılardı. Şimdi anlıyoruz ki, bu insanlar vardıkları kıtalarda yeni dil ve dünyalarla tanışıp zenginleşmiş, farklı olanda kendilerini fark etmişler. Açtıkları okullarla vesile oldukları iyileşmede kendilerine güvenleri artmış, böylelikle daha bir güvenle başkalarına açılabilmişler. Dillerin, kültürlerin ve dinlerin diyalogu gelişmiş, çok geçmeden bu diyalogun meyveleri toplanmış. Türkiye dünyaya, dünya da Türkiye'ye taşınmış. Gidip de geri dönmeyenler olmuş. İnsanın olduğu her yer vatan bilinmiş, yeni vatanlarında ölenler olmuş. Şimdi bu okullara dair yapılmış onlarca akademik çalışma ve kitap, bu okulların hem Türkiye hem de dünya için bir imkân olduğunu söylüyor.

Peki, Türkiye bu okullar üzerinden yurtdışına taşınırken Ankara bu okulları nasıl gördü? Özal'ın Orta Asya'ya dönük açılımları nasıl bir gelecek öngörüyordu? Millî Eğitim Bakanlığı ve Diyanet Vakfı'nın açtıkları yurtdışı okullar niçin ihtiyaçları karşılamadı? Anadolu insanının yurtdışında açılması, özel okullar açması Ankara'da, Millî Eğitim Bakanlığı'nda nasıl karşılandı? Bu okulların gelişmesinde Ankara'nın bir katkısı oldu mu, kimler yardımcı oldu veya engellemeye çalıştı? Bu okulları gezen siyasetçiler, devlet adamları, gazeteciler, yazarlar, akademisyenler ne düşündü? Kaynak Yayınları arasında çıkan Aysal Aytaç imzalı kitap bu soruların cevabını veriyor. On yıl Yurtdışı Eğitim Öğretim Genel Müdürlüğü görevinde bulunmuş, bu görevi sırasında yurt dışındaki Türk Okulları'nın açılışına ve bu okullara dâir yapılan tartışmalara tanıklık etmiş Aysal Aytaç Bey'in "Yurtdışındaki Türk Okulları: Sulh Adacıkları" başlıklı kitabı, Ankara'nın bakışını ortaya koyuyor. Yazar, görevi icabı tanıklık ettiği süreci hatıraları ışığında anlatıyor.