Kendimizi Tanımaktan Korkuyoruz

Bir süredir tarafları izliyoruz. Bir futbol takımı tutan fanatiğin penceresinden olaylara bakıyor, görebildiğimizin ötesinde bir gerçek olduğunu tahayyül edemiyoruz. Sürekli aynı oyunu oynuyoruz. Meğer ne kadar da çok seviyormuşuz üç maymunu oynamayı. Geçmişi, kahramanlığıyla olduğu kadar bilimle, edebiyatla, astronomiyle de büyük olan bir milletin torunları olarak "ıvır zıvır" konuların peşine takılmış sürüklenip gidiyoruz. Teferruat ile boğuşurken geneli bir türlü göremiyoruz. Birileri çıkıp bizim tartıştıklarımızın çok üstünde yeni fikirler ortaya atıyorsa ya aforoz ediyoruz ya da yok sayıyoruz. Adeta kendi kendimizden kaçar gibi başımızı toprağa gömmeye devam ediyoruz. Aynalardan bizi gösterdiği için, bizim dışımızdaki insanlardan ise farklı düşünceleri olduğu için kaçıyoruz. Herkes kendi "klan"ına kaçınca da önce diyaloğu kaybediyoruz, sonra hoşgörümüzü. Ve 8 yıl eğitim meselesi bütün Türkiye'nin tek gündemi olup çıkıveriyor. Taraflar birbirini anlamıyor, anlamak da istemiyor. En basit iletişim yolu olan konuşmayı denemek bir türlü akıllarına gelmiyor. Durumumuz, kahramanları konuşmadan anlaşmaya çalışan bir tiyatro oyunu sahnesine o kadar çok benziyor ki. Bizi bize anlatacak bir sese ihtiyacımızın iyice attığı bir anda beklediğimiz ses çok uzaklardan geldi. "Eğer caminin içinde ayrılıyorsak, avluda birleşmeliyiz, Yeni bir Türk kimliği tanınmalı. Türk İslamı bütün dünyaya anlatılmalı..."

Gazeteci Yazar Nevval Sevindi'nin Fethullah Gülen Hocaefendi ile ABD'de yaptığı söyleşi kimilerini "Ne oluyoruz, biz nereye gidiyoruz" diye düşünmeye sevk ederken, bu fikirleri tartışması, gerekiyorsa eleştirmesi gerekenler sessizliğini sürdürmeyi tercih etti. Hocaefendi'yi tanımak Türkiye'yi tanımakla eşdeğer diyen Nevval Sevindi ile yaptığımız söyleşide Sevindi de bundan şikayet ederek "Niçin kimse tartışmak istemiyor" sorusunu şöyle cevaplıyordu; "Çünkü korkuyorlar. Hocaefendi'nin söylediklerine karşı bir eleştiri getiremiyorlar. Eleştirebilseler çoktan yazarlardı." Kimden korkuyorlardı sorusunun cevabı da yine Sevindi'den geliyor; "Kendilerinden."

Neden Hocaefendi ve neden ABD?

Hocaefendi'yle görüşmeyi çok önceden düşünüyordum. Orta Asya'ya gidip okulları gördükten ve bu okullarla ilgili bilgiler edindikten sonra Hocaefendi'yle görüşmeyi çok istedim. Çünkü bu kadar global düşünen, Osmanlı kültür coğrafyasına böylesine hakim olan bir bilgiyi ve iradeyi Türkiye'de bulmak mümkün değildi. Benim düşünceme göre o sadece teorist değil aynı zamanda iyi bir aktivistti. Böyle birine cumhuriyet tarihinde rastlamak çok zor. O nedenle çok ilgimi çekti. Hocaefendi New York'ta iken ben de ordaydım ama rahatsız olduğu için aramamıştım. Türkiye'ye döndükten sonra geçmiş olsun dileklerimi iletmek için aradığım zaman bana zihnen konuşmaya hazır olduğunu söyledi. Türkiye'nin ıvır zıvır konularından bir ay uzak kalması onu daha rahat bir ruh hali içine sokmuştu. Mekanın ABD olması da bir başka avantajdı.

Bulduğunuz kişi, umduğunuz kişi miydi?

Tabii ben Hocaefendi'yi o kadar iyi tanımıyordum. Ama umduğumdan çok fazlasını buldum. İnsani boyutuyla da oldukça ilginç bir kimlik buldum. Bu ikisinin bir arada olması çok hoşuma gitti. Çünkü bir teorisyenin insani yanı da önemliydi. Bu benim düşündüğüm Türk kimliği ile de uyum içindeydi.

Belki de röportajınızın bu kadar ilgi görmesinin nedenlerinden biri de insan Fethullah Gülen portresini ortaya çıkarmanızdı. Sizin en çok ilginizi çeken ne oldu? İnsan Fethullah Gülen mi yoksa entelektüel bir alim olan Fethullah Gülen Hocaefendi mi?

İkisi birbirine geçmiş bir şey. Bir sanatçı vardır sanatını çok seversiniz ama kişiliğini hiç sevmezsiniz. O bir süre sonra sanatıyla ilgili düşüncelerinizi de etkiler. Hocaefendi'nin kişiliğiyle yaptıkları arasındaki bütünlük beni rahatlattı. Teorik olarak iyi olduğunu aşağı yukarı biliyordum ama İslami kültür ve bilgi açısından yaptığımız konuşma beni çok etkiledi.

Fethullah Gülen Hocaefendi'yi anlamak Türk insanını tanımak, Türkiye'yi anlamaktır diyorsunuz. Niçin?

Çünkü Fethullah Gülen'in yaşı cumhuriyetin tarihiyle denk düşüyor. Cumhuriyetin yoğurduğu bir insan. Cumhuriyet tarihinin ve cumhuriyetin içinden geliyor ama kendi tarihsel kimliğini de eski aile geleneğiyle beraber taşıyor. Bir din adamı olmasına rağmen cumhuriyet kuşağının bütün özelliklerini de taşıyor.

Onu en yakından tanıyanlar bile entelektüel boyutunu kavramakta güçlük çekiyor derken tam olarak neyi kastediyorsunuz? Gerek Hocaefendi'nin etrafındaki gerekse onu seven insanlarla görüştüğüm zaman bana "Biz onun çok yakınında olmamıza rağmen, bunları hiç duymamıştık, böyle söylediğini anlayamamıştık. Onun insani yönünü bu kadar açık görememiştik" dediler.

Sizin konuştuğunuz kişi bir din adamı mıydı?

Prensip olarak onu bir entelektüel olarak baştan kabul etmiş, bir hoca ile değil entelektüel bir din adamı ile görüşmek için kendimi hazırlamıştım. Onun entelektüel tarafını öne çıkarıp, bir entelektüel olarak konuştum. Ben orada, aman gazeteye ne kadar iyi başlık olur diye bir soru sormadım. Gerçekten istediğim ve sevdiğim şeyleri sordum. Hocaefendi de benim merak ettiğimi, öğrenmek istediğimi, tartıştığımı, onunla bir fikir konuşması yaptığımı görünce benimle o boyutta konuştu ve farklı şeyler söyledi.

Sizin röportajınızın Hocaefendi'yle daha önce yapılan röportajlardan başka ne gibi farklılıkları vardı?

Ben yaptığım her işi inanarak ve severek yapıyorum. Röportajı gazete istediği için yapmadım, tiraj yükselsin diye soru sormadım. Eğer yaptığım işte benim entelektüel kapasitemi zenginleştirecek bir şey yoksa ben o işi yapmam. Böyle yaptığınız zaman da farklı bir şey ortaya çıkıyor ve insanlar da bunu anlıyor. Aldığım tepkilerde bunu gördüm, halkın müthiş bir sağduyusu var. İçeriğini, derinliğini belki kavrayamıyor ama iyi bir şey ve doğru bir şey yapıldığını görüyor.

Sorduğunuz bütün soruların cevabını aldınız mı?

Aldım, çünkü biz aynı zamanda öyle mi olur yoksa böyle mi olur diye tartıştık. Gazetede sorularım kısaydı ama konuşurken kendi fikirlerimi de katıyordum. Sorularımı kendi tezlerime göre sorduğum için sorunun fikirsel bir tabanı da oluyordu. Bazı cevaplara çok haklısın diye girmesinin nedeni de o.

Bir çok konuda tartışıp sonuca vardığınıza göre cemaatlerin birey yetiştiremeyeceği noktasında nasıl anlaştınız?

Cemaatlerin birey yetiştirmediği konusunda bir tehlike olduğunu Hocaefendi de söyledi. Cemaatlerin belli bir dönemden sonra kapalı bölge olmaktan kurtulması, açılması gerekiyor. Zaten Hocaefendi de, keşke Türkiye'nin yarısını alıp dünyayı gezdirebilsem diyerek bu gerçeğe dikkat çekiyor. Sistem ancak açık olduğunda büyür ve yeni bir şey doğurabilir. Ama kapalı kalırsa bir süre sonra kozanın içindeki ipekböceği gibi ölür.

Bu anlamda Türkiye'deki cemaatlerin, grupların, derneklerin durumu nedir sizce?

Türkiye'de bütün gruplar çok kapalı. O nedenle çok heterojen bir toplum olduk. Herkes ayrı bir grup, diğerinin ne olduğunu merak etmiyor. Kendi görüşlerinde olan insanlar bir arada yaşayarak mutlu oluyor. Başka insanların, başka fikirlerin hayatına girmesine fırsat vermiyor.

Hocaefendi bu yüzden mi tek cihad olarak hoşgörüyü gösteriyor?

Hoşgörünün temelinde bizim kültürümüz yatıyor. Bu hem bizim İslam yorumumuzda hem de kültürümüzün öğelerinde var. O yüzden insanlar hoşgörüye büyük bir susuzluk duyuyor ama bunu nasıl yapacaklarını bilmiyorlar. Örtünme konusunda olsun, cami konusunda olsun, kadın konusunda olsun... Röportaj yayınlandıktan sonra bir faks aldım. Galiba bir esnaftı yazan, "Ben şimdiye kadar çarşafsız bir kadının İslam olacağına hiçbir inancım yoktu. Siz benim tüm düşüncemi değiştirdiniz ve ben şimdi utanıyorum öyle düşündüğüm için" diyordu. Adamcağız önyargılarından sıyrılmış ve bunu bana yazmak ihtiyacını hissetmiş. Demek ki insanlar değişmek istese bunu yapabilir. Herkes birbirinden farklı gibi görünüyor ama sadece giysi farkı var. Zihinsel olarak herkes totaliter. Öteki bizim aynamızdır. O ayna olduğu için de biz kendimizi orada gördüğümüz için ondan nefret ediyoruz.

Kendimizi görmekten mi korkuyoruz?

Evet korkuyoruz. Çünkü biz en güçlü, en akıllı, olmak istediğimiz için "gerçekten de hatalıymışım, bunu böyle düşünmesem iyi olur demek" becerisini gösteremiyoruz. Bu bize zayıflık gibi geliyor. Birbirimizle konuşarak, ona fikrine katılmadığımızı söylemek yerine taş atmayı tercih ediyoruz.

Birey olamamamızda savaşçı bir toplum olmamızın, lider seven bir toplum olmamızın etkisi var mı? Hocaefendi'nin de etrafına sorup cevabını bulamadığı "Toplumların özellikleri kalıtımsal mıdır?" sorusunun cevabı nedir?

Bilimsel olarak bir şey söylenemez ama ben buna sosyal gen diyorum. Türklerin sosyal geninde biraz militarist bir taraf var, emir komutaya uymaktan hoşlanıyor, bir kişinin kendisini idare etmesinden hoşlanıyor. Her milletin, her kültürün kendine özgü dinamikleri, hataları, sevapları vardır. Ama bunlar değişmez değildir. Nasıl Selçuklu kültürü değişip Osmanlı'yı doğurdu, Osmanlı Türkiye Cumhuriyeti'ni doğurdu, aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti de kendisini yeniden doğurmak, evrim geçirmek zorunda.

Peki bu doğumda dinin rolü ne olacak?

Türklerin İslam anlayışı İslamı tüm dünyaya açabilecek evrensel bir anlayış. İçinde sevgi ve hoşgörü var ki, bu Batılıların arayıp da bulamadıkları değerler. Bunlar bizim kültürümüzün temelinde var. Çok önceden bulup tarikatlarla hayata geçirdiğimiz bu değerleri daha da yüceltip, daha da evrimleştirip bütün dünyaya satabiliriz. Bence İslamın dünyadaki imajını değiştirecek tek kültür Türk kültürüdür.

Hocaefendi'nin Amerika'nın büyüklüğü ile ilgili değerlendirmeleri, Amerika'ya rağmen bir ey yapmanın imkansız olduğu yönündeki düşüncelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hocaefendi Kant'ın sözünün tam karşılığını veriyor; "Cesaret et, aklını kullan". Duygularına hiç kapılmıyor. Üç beş kişiyi sevindirmek, ucuz mesajlar vermek yerine, uzun vadeli düşünüyor. 50 yıl sonrasını düşünüyor. Buradaki insanların bunu anlaması mümkün değil. Çünkü onlar 24 saati düşünüyor, 25. saatte ne olacağını düşünmüyorlar. Oysa o öyle yaşamıyor. Öyle olunca çok evrensel, çok global, çok büyük hedeflere dönük bakıyor. Evrene dönük, ömrünüzün çok üstünde bir bakış.

Önyargısız ve hoşgörülü bir toplum için bütün yüreğiyle gayret gösteren Hocaefendi'nin düşüncelerine aynı şekilde karşı taraftan olumlu bir cevap gelmediği de bir gerçek. Halen takiyye yaptığını, asıl amacının başka olduğunu düşünen insanlar var. İki günü birlikte geçirdiniz, saatlerce konuştunuz. Sizce takiyye yapıyor mu? Ya da yapması için bir neden var mı?

Ne gibi bir nedeni olabilir ki?. Eğer cumhurbaşkanlığına oynasa, parti kursa takiyye yapması için bir nedeni olabilir. Ama o, herkese politikadan uzak durun diyor. Hocaefendi takiyye yapamayacak kadar akıllı. Takiyye yapmak için çok fazla entelektüel. Öyle bir seviyede ki takiyye yapacak seviyeye inmesi çok zor.

O zaman "acaba" şüphesinin nedeni ne?

Alışkanlık. Kendin takiyye yapıyorsan, başkalarının da takiyye yaptığına yemin edebilirsin. Yapılabilir gelir sana. İnsanlar kendi hayatları içinde sürekli ikiyüzlü davrandıkları için herkesi kendileri gibi zannediyor. Mutlaka, bunun altında da bir buzağı vardır da biz göremiyoruz diye düşünüyor.

"Kendimizle, herkesle yüzleşerek yalancıyı ortaya çıkarmalıyız" diyorsunuz. Sizce yalancı kim?

Birey olarak hepimiz yalancıyız. Bunun için aynaya bakmalı ve yalanımızı ortaya çıkarmalıyız. Çünkü mutlaka yalancıyız. Yalancı olmasak başkalarından bu kadar korkmayız. Kendi yalanlarımızın ortaya çıkmasından korkuyoruz. Takiyye derken kendimizin ne kadar iyi takiyyeci olduğunu bildiğimizden korkuyoruz. O yüzden biz kendimizdeki yalanı ortaya çıkarmalıyız, başkalarındaki yalan da böylece kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Cesur olup yalancıyı ortaya çıkarmalıyız. Yalancı korkaktır. Korkmaktan vazgeçmeliyiz.