Madagaskar'da Kurban
Neden biz buradayız diye bir kaç defa dilime takılmıştır bu soru. Bu bir serzenişten ziyade belki de üstlendiğim vazifenin daha iyi şuuruna varmam için benim açımdan bir fırsat niteliğini taşıyordu.
İçinde bulunduğum beş sene itibariyle her yıl Ramazan ve Kurban başta olmak üzere birçok organizasyon niteliğinde programlar düzenleniyordu. Düzenlenen programlar çerçevesinde birçok halkın ihtiyacı karşılanıyordu. Bu vesileyle birçok insanla tanışılıyor ülkemizi ve niye buralarda bulunduğumuzu onlara aktarabilme fırsatı buluyorduk. Tabi ki yapılan bu programlara tereddütlü de yaklaşılabiliyordu. Çünkü bu insanlar hep bir sömürge altında yaşamış ve yoklukla iç içe oldukları için acaba bu yabancıların bunda da bir çıkarları var mıdır diye yaklaşanlar da oluyordu. Maalesef sömüren ülkeler ellerindeki her şeyi almışlar ve üstelik de onları bir köle zihniyetinde görüyorlardı. Bir Afrikalının şu sözü de manidar değil mi ki: "Yabancılar bize kiliseyi getirip bizi kiliseye hapsettiler ama diğer bütün varlığımızı da ellerimizden aldılar." Onlar da sonuçta yapılan programları görüp onlarla kurduğumuz iletişim vesilesiyle onlar da bazı durumların farkına varıyorlardı. Mesela yine bir iftar programında arkadaşlarımızın okuduğu üniversiteden de bir heyet davetliydi. Davetliler arasında üniversite yöneticisi de bulunuyordu. Yemek esnasında konuşmalar arasında yönetici hanımefendinin ağzından çıkan sözler şunlardı: "Açıkçası buraya gelmeden önce tereddütlerim vardı. Müslümanlar hakkında iyi izlenimlere ve düşüncelere sahip değildim. Benim tanıdığım Müslüman sofrasını bir başkasıyla paylaşmaz. Bu davet benim için büyük bir sürpriz oldu." Evet bu sözler bir iftar sofrasında dile getiriliyordu.
Yine buna benzer bir program için kurban arefesinde masa başında toplanmıştık. Dili, dini, ırkı ve kültürü farklı olan bu ülkede acaba nasıl faydalar sağlanabilir diye sayıları ve cüsseleri küçük de olsa gönül dünyaları itibariyle dopdolu olan bu fedakar yürekler nasıl bir program yapılacağının istişaresini yapıyor, kimlerle nasıl irtibat kurup, kurbanların hangi illerde kesileceği ve nasıl bir yol izleneceği yönünde düşüncelerini dile getiriyorlardı. Çünkü ilk safhalar hep sıkıntılı olduğundan bu artık onlar açısından tecrübe olmaya başlamıştı. Her sene bir sene önceki organizasyonun daha iyisini yapmaya çalışıp daha çok insana ulaşıp onların da Rabbimin rıza buyurduğu bu nimetten istifade etmesine çalışıyorlardı. Başta Almanya/Zigen'den Anadolu'nun fedakar, cefakar ve yürekli işadamları başta olmak üzere "Kimse yok mu" derneğinden ve Türkiye'nin farklı illerinden kurban için yardımlar gelmişti. Yaklaşık 7000 poşet et bu bahtı kara topraklardaki birçok insanı mutlu edecek belki de bu vesileyle de ilk defa evine et girecekti. Çünkü gerçekten de burası yokluğun kol gezdiği bir bölgeydi. Ama onların belki birçoklarının gözden kaçırdığı bir farkı vardı. Onlar her ne kadar yokluk içinde yaşasa da 7'den 70'ine yüzlerinde okunan mutluluk vardı. Bizi de birçok defa teselli eden oların yüzlerinde okunan mutluluk tablosuydu.
Başkent Antananarivo başta olmak üzere yaklaşık 6 ilde kurban kesimi yapılacaktı. Belki de bu vesileyle hem dinimizin bir güzelliğini bu insanlara anlatabilme imkanı yakalıyor, hem de Müslümanlığa karşı olan önyargılarını kırmaya çalışıyorduk. Başkentin dışında kurban alımlarını tamamladıktan sonra başkente dönerken yolda trafikte durdurulmuştuk. Bizim tanıtım niyetiyle verdiğimiz broşürü görevli komutanın rüşvet niteliğiyle değerlendirmesi bizi ziyadesiyle üzmüştü. Her ne kadar anlatmaya çalıştıysak da araya giren şoförümüz ona daha iyi izah edeceğini umuyorduk. Ama karşıdakinin niyeti farklı olduğu her halinden belli oluyordu. Burda bizi ziyadesiyle mutlu eden şoförümüzü üstelemelerine rağmen dimdik durarak bizi savunması sanırım tesadüf olan bir durumdan ziyade bir arkadaşlıktan da öte bir kardeşlikten gelen duygudan ileri geliyordu. Çünkü bizim farkımız bu insanları kendimizden bir parça olarak görmekten kaynaklanıyordu. Çünkü şu ana kadar buraya gelen yabancılar geneliyle bu insanları bir köle zihniyetiyle değerlendirmiş ve hep hor görmüştü. Oysa biz Peygamber Efendimizin de (sallallahu aleyhi ve sellem) bize buyurduğu üzere yediğimizden yedirip giydiğimizden giydirmeye çalışıyorduk.
Bayram sabahı hepimizin farklı bir heyecanı vardı. Yengelerimizin hazırladığı kahvaltıyı yaptıktan sonra Ertuğrul beyle yaptığımız kısa bir istişareden sonra hemen işimize koyulmuştuk. Çünkü bizi bekleyen bir sürü iş vardı. Kurbanların kesimini yine her yıl olduğu gibi Fizik Öğretmeni Haluk bey yapacaktı. O da bu vesileyle de kasaplığı öğrenmişti. Dağıtım bölümünde Türkçe öğretmeni Kasım bey bulunuyor gelen etlerin poşetlenmesini organize ediyordu. Bu arada burda bizi yalnız bırakmayan birçok kişi vardı. Kendi kolej öğrencilerimiz başta olmak üzere arkadaşlarımızda canla başla bu hayır işinde koşuşturuyorlardı. Belediyeler aracılığıyla halka ulaşmak suretiyle binlerce dağıtım yapılmış, bunun yanında yetim evlerine, yetiştirme yurtlarına, hapishanelere, polise, jandarmaya, üniversite öğrencilerine ve daha birçok yere dağıtımlar yapılmıştı. Bu vesileyle binlerce insanın evine et girmişti.
Bizimle beraber her yıl olduğu gibi bu yılda Almanya/Zigen'den gelen vefakar ağabeylerimiz yine bizi yalnız bırakmamıştı. Onlar da bizimle beraber her tarafa koşturuyor ve bizimle bu tatlı heyecana ortak oluyorlardı. Dağıtım yerlerinde İngilizce öğretmeni Ökkeş bey Kırgızistan'ın bağrından kopup gelmiş kendisini Afrika çölüne salmış Talgat bey ve arkadaşlarımızdan Van'lı Hasan bey, Hatay'lı Mesut bey, Giresun'lu Yahya bey ve Bingöl, Sölhan'ın bağrından kopmuş buralara gelmiş Mehmet Ali bey bulunuyordu. Hepsi de birbirinden yiğit bu cengaver ağabey ve arkadaşlarımız canla başla koşuşturuyorlardı. Bu arada fedakarlığın en büyüğünü yapan yengelerimizde bu tatlı heyecanı mutfakta yaşıyorlardı… Başkentte yapılan 70 gibi büyük baş kesimiyle artık diğer bölgelere hareket ediyorduk, daha ellerimizdeki kurban kanını bile silmeden. Çünkü oralarda da bizi bekleyen yardıma muhtaç birçok insan bulunuyordu. Yorgunluk hırkasını daha üzerinden çıkaramamış bu fedakar bahadırlar belki de ilk defa farklı bölgeye gidiyor, giderken birisi yolda otobüsle kaza atlatmış, birisi ağaç kovuğundan yapılmış küçük teknecikle timsahların bulunduğu nehirden geçmiş, bir kısmı da gittikleri bölgede çok önemli insanlarla tanışma ve iletişim kurma olanağı bulmuştu. Hiç ama hiçbir şey onları yolundan alıkoymaya yetmiyordu. Çünkü bu işin içinde O'nun rızası söz konusuydu. O razı olduktan sonra başka neyin ehemmiyeti vardı ki.
Her sene olduğu gibi bu senenin de Kurbanı tatlı bir heyecanla noktalanmıştı. İnancımız o ki bu yılda onbinlerce insan bu mübarek ayın nimetinden istifade etmişti. Her sene daha fazlasına ulaşıp daha fazla kişiyi mutlu etmek bu işi ayrıcalıklı kılıyordu. Hani Anadolu'nun bağrından çıkma sözü vardır ya işte onlar bulundukları ülkeyi bir Anadolu haline getirmiş ve önün bağrından bölgelere yayılarak üzerlerine düşen vazifeyi yerlerine getirmeye çalışıyorlardı.
Bu arada bizi de ziyadesiyle mutlu eden bir durum yine vardı. Madagaskar'ın ilk Türk çocuğu 6 ay önce bu güzelim adada dünyaya gelmişti. Türkçe öğretmeni Kasım beyin Selim adında bir çocuğu olmuştu. O da günü gelecek bu gurbet ellerde dünyaya gelme bahtiyarlığıyla bayrağı teslim alıp kim bilir hangi ellerde bu vazife şuuruyla koşturuyor olacak…
- tarihinde hazırlandı.