Eyyâmullahı düşünürken

12 Mart 1971 olaylarında 54 kişilik mahkeme devam ederken içeridekilere bilhassa avukat Bekir Berk’e bir teselli olması için Ahmet Feyzi Kul Ağabey, “Biz mutlaka sizi biraz korku ile biraz açlık ile, yahut mala cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele! Sabırlılar o kimselerdir ki, başlarına musibet geldiğinde, ‘Biz Allah’a âidiz ve vakti geldiğinde elbette O’na döneceğiz’ derler.” (Bakara Sûresi, 2/155-156) âyetlerinin son kısmının cifrî ve ebcedî değerini hesaplamış ve “İşte bu seneye (1971’e) tevâfuk ediyor.

İnşallah artık musibetler sona eriyor.” meâlinde bir pusula yazıp göndermişti. Bu açıkça bir teselli iken maalesef, savcı Nurettin Soyer’in arkadaşlarından bir üsteğmen, pusula Bekir Ağabeye verilirken görmüş ve savcıya haber vermişti. Üst araması yapan savcı, pusulayı bulmuş ve bunu ifşâ etmişti. Öbür gün de Cumhuriyet Gazetesi “Nurcular 1971’de devleti kuracaklarmış; belgesi ele geçti.” meâlinde uydurma, çok abartılı bir haber yapmıştı.  Ortalık şimdilerde olduğu gibi toz dumandı; bozacının şâhidi şıracı idi. Bizim canımız sıkkındı. Başbakan Nihat Erim idi. Saim Atlıhan Ağabey, Üstad Hazretleri’nin “Erim, erim eriyecekler!..” sözünü diline pelesenk etmişti… Bununla aslında bizi terörist ve anarşist gruplarla aynı kefeye koyan Nihat Erim ve onun hükümetteki kabinesini kastediyordu. Nitekim daha sonra terörist bir grup tarafından Erim katledildi…

Sıkıntıların iyice yoğunlaştığı o günlerden birinde, rüyamda kendimi gül bahçesinde gördüm. Kocaman kocaman gül fidanları ve dosdoğru ve upuzun dalları vardı. Kıştan bahara çıkmanın eşiğindeymişiz… Bu rüyayı, benzeri rüyalar gibi mübeşşirattan saydık ve bizim için büyük bir ümit kaynağı oldu. Bilmeliyiz ki, parlak bir maytap gibi belli bir süre içinde parlayıp sönen, patlayıp  biten bir siyâsî hareket olmadığı için Nur hizmeti asla sönmez; Kur’an ve iman hizmeti asla mağlup olmaz. Biz işimize bakalım.

Bu hususta M. Fethullah Gülen Hocaefendi, “İLÂHÎ GÜNLERİ DÜŞÜNÜRKEN” başlıklı yazısında diyor ki:

“Evet, her günde bir emâresi zuhur eden şafakların da ifade ettiği gibi, önümüzdeki yıllar, şimdiye kadar gelip-geçen günlerden daha içli, daha sıcak ve daha parlak olacağa benzer. Eğer muhalif bir rüzgâr esmez ve emâreleri zuhur eden şafakları, bizim yanlış stratejilerimizin tozuna-dumanına yenik düşmezse yakın bir gelecekte ülkemiz daha mamur, dünya daha tılsımlı, hayat daha büyülü ve topyekûn varlık daha İlâhî bir görünüm arz edecektir. TARİHΠ TEKERRÜRLER devr-i dâimi içinde ara sıra zuhur eden, bizim de EYYÂMULLAH diyeceğimiz o müstesna zaman dilimi, ruhların son haddine kadar açılmasına müsait ve gönüllerimize ebediyet ruhunu duyuracak kadar da renkli olacağı ümidini beslemekteyiz. (…) Bir bahar geldiğinde nasıl kendine ait renkleri, kokuları, tadları ve sıcaklığıyla gelir; çevremizdeki güller, çiçekler ve çemenler nasıl bütün yeryüzündeki baharı hülasa eder, mânasını ruhlarımıza boşaltır ve ihtişamını gönüllerimizin kadirşinaslığına bırakır; öyle de, duygu, düşünce ve davranışlarımızla beslenen yarınlar da, bize bütün çeşnilerini sunar ve bizi, tasavvurlarımızı  aşkın dünyalarda gezdirirler.

“O İlâhî günlerin en güçlü referansı hiç şüphesiz imanın, ümidin, azmin yanında, tohumun, toprağın bağrında sıkışmasına denk ızdırap günlerindeki sancı, hafakan ve heyecanlarımızdır. Gelecek günler bunlarla yeşerip bunlarla var olacak, bunlarla yâd edilip bunlarla anılacaktır. Evet, yarınların neşe, sevinç ve süruru, hep geçmişin çile, ızdırap ve sıkıntıları üstünde tüten sıcak bir buğu, dalgalanan canlı bir ışık ve âheste âheste açan rengârenk bir tohumcuk gibi hatırlanacaktır. Hem de gönüllere ra’şeler salacak kadar bir enginlik içinde.”

İşte haber verilen bu güzellikler için şu fetrete benzeyen günleri ihlasla, sadakatle çok güzel değerlendirmemiz gerekiyor…