Günler Bahara Kayarken
Dünya son bir kere daha yenilenme sath-ı mâiline girdi. Her yerde yenilik düşleniyor, yenilik tasarlanıyor, yenilik konuşuluyor ve büyülü bir yenilik adına destanlar kesiliyor. Tabiî, herkes biraz da kendi düşünce dünyasına göre yenilik rüyâları görüyor veya gördüğü rüyâları kendi hülyâlarına göre yorumluyor.
Bu umûmî değişim ve dönüşüm içinde bizim dünyamızın, husûsiyle de son bir-iki asırlık tuhaflıklarının değişmeyeceğini, başkalaşmayacağını iddia etmek gülünç olur. Evet, bu dünyada da, kapalı kapılar bir bir aralanıyor, ard arda târihî yanılmalar ortaya çıkıyor, her yerde yıllanmış buz gibi düşünceler peşi peşine deliniyor, kardan adamlar eriyor ve asırlık kâbusların, karakuraların yerlerini ışıktan düşünceler ve aydınlık rüyâlar alıyor. Kimi değişimler meltem gibi eserek, kimileri poyraz gibi biraz serince, kimileri şimşek gibi çakarak, kimileri rahmet gibi damla damla... Ama hepsi de mesafelerle yarışırcasına ve binbir handikaba rağmen yollarda...
Akıl, muğalâtanın elinden dizginlerini kurtarabilme kavgasını veriyor.. saf düşünce, materyalist felsefe ile amansız bir mücâdele içinde.. ve vicdan üç adım ötede bir zamanlar yitirdiği cennetleri bulabilme heyecanıyla soluk soluğa.. bu arada, ilhadın büyüsünün bozulduğu, hezimete uğrayan inkârın gidip müstebit ruhlara sığındığı, mantık ve muhakeme plânında yenik düşen küfür ve dalâletin ardarda gelen mağlûbiyetlerini kaba kuvvetle önlemeye çalışmaları da üzerinde durulmaya değer ayrı bir mevzû...
Bugüne kadar hiçbir zaman inâyetini üzerimizden eksik etmeyen Kudret-i Sonsuz, nihayet son bir kere daha milletimize cihan hâkimiyetine giden yolları açmış gibi, azmin boynundaki tasmaları parçalıyor, irâdenin ayağındaki prangaları çözüyor, meflûç rûhlarımızı kanatlandırarak gönüllerimize neşeler salıyor ve yaslı dudaklarımızda tebessümler belirtiyor. Topyekün zâlim ve gaddar bir dünyanın, bütün târihî mağdurlar, mahkûmlar, mazlûmlar hakkındaki nisbî yumuşaması, daha doğrusu inat ve temerrütlerinin kısmen dahi olsa kırılması, delinmesi yanında, Balkan Yarımadası'ndan Asya steplerine kadar çok geniş bir alanda ayrı bir dönem, ayrı bir vetirenin 'süreç' yaşanması da, yukarıdaki hükmümüzü te'yid eder mâhiyette görünüyor.
Evet, çok yakın bir zamana kadar hürriyet ve istiklâlin rüyâlarına bile kapalı bu mağmumlar ülkesinde, artık herkes, belli ölçüde de olsa, insanî değerlerden, Müslümanca yaşamadan, dînî duygu ve dînî düşünceden, hattâ dînin hayata geçirilmesinden rahatlıkla bahsedebiliyor.. ve bir kısım istibdat dönemi kalıntılarına rağmen, inançlarını, ümitlerini, beklentilerini hem de tereddütsüz haykırabiliyor.Vâkıa, her devirde olduğu gibi, günümüzde de yarasalara eş ışığa kapalı karanlık düşünen, karanlık konuşan, karanlıklarla oturup kalkan, dolayısıyla da aydınlık çağın tahayyülüne dahi tahammülü olmayan bir kısım karanlık ruhlar bulunacaktır.. ve vardır da. Bunların, geçmişte olduğu gibi bugün de Allah'a, Peygamber'e, dîne, diyânete asla tahammülleri yoktur. Yoktur ama, hiçbir zaman içlerinde sakladıkları bu simsiyah düşünceleri açıktan açığa ifade edecek kadar da cesur değillerdir. Bu cesareti gösteremedikleri içindir ki, dine saldırmak istedikleri zaman 'aşırı dindarlık' aldatmacasına sığınmış, İslâmî hayata karşı tavır korken 'gericilik' yaftasını kullanmış, Müslümanı hafife alıp Müslümanlığı karalarken de 'yobazlık' ve 'softalık' isnatlarının arkasına saklanmış ve gerçek gâyelerini hemen her zaman gizlemişlerdir. Bugün bir kısım ilhad yobazlarının din deyince esirmeleri, diyânetin hayatla bütünleşmesini görünce çılgına dönmeleri, türban ve emsâli şeylerin sözü edilince kırmızı görmüş gergedan gibi çıldırıp hezeyana girmeleri.. hâsılı gerçek mü'min ve hâlis Müslümana karşı sürekli tahammülsüzlükleri, hazımsızlıkları, bağnazlıkları; hattâ demokratik atmosfer ve demokratik zeminde, her düşünce gibi dinin de gelişip ağırlığını hissettirmesini gördükçe, bu kadarcık olsun dine müsâmaha eden demokrasiden dahi sarf-ı nazar edilebileceğini, hiç olmazsa bir kısım tavizler verilebileceğini, hattâ hattâ diktatörlüğe ve şefliğe geçilebileceğini açık seçik ifade etmeleri -son Cezayir hadiseleri münâsebetiyle, İslâmî uyanış karşısında bütün inkâr cephesinin ve sükûtuyla onlara yakın olduklarını ortaya koyanların tavrı buna en yeni misâl - bunların düşünce dünyalarının iç yüzünü aksettirmesi bakımından ne mânidar bir tablo ve ne utandırıcı bir keyfiyettir! Aman Allah'ım! Kurup putlaştırdıkları, uğrunda neler neler fedâ ettikleri kendi sistemleri adına bu ne vefâsızlık, ne insafsızlık..!
Kim ne derse desin, kim nasıl düşünürse düşünsün, öyle inanıyoruz ki, çok yakın bir gelecekte din, basîret buudlu, düşünce derinlikli vefâlı temsilcileri sâyesinde, mutlaka kendini bir kere daha temiz vicdanlara, sâlim akıllara ve müstakim ruhlara, küfrün, ilhadın hırçınlığına rağmen kabul ettirecek ve bir kere daha ölümsüzlüğünü bütün cihana duyuracaktır. Böyle bir kabul ve îlân aynı zamanda topyekün insanlığın, cihanşümûl İslâmî değerlere yeniden uyanması ve senelerden beri bir insafsız ayrılığın pençesinde kıvranan aklî ve kalbî hayatın yeniden 'Şeb-i arûs'u ve beşeriyetin de son diriliş fırsatı olacaktır.
Ne var ki, muhakkak gibi görünen böyle bir bayram, bayram ve seyrana gidiyor gibi çok kolay olacağa da benzemez: Bahar, karın-kışın bağrında mayalanır.. çiçekler, tipiyle-boranla savaşa savaşa yol alır.. anneler binbir sancıyla ve inleye inleye doğum yapar.. yavrular, her biri kendi dünyasına göre bu umûmî ızdıraba dem tutarak dünyaya gelir.. sular, ne zorluklarla buğu buğu yükselir ve bulutlaşır.. rahmet damlaları, donduran soğuklar ve yakıp geçen şimşekler arasında billûrlaşır.. yağmur gönülleri hoplatan tarrakalarla toprağın bağrına iner.. tohumlar çatlar, ölür, sonra rüşeymleşir; rüşeymler, sertlerden sert taş ve toprak tabakasıyla boğuşa boğuşa gün yüzüne çıkar.. saplar, filizler, bir ömür boyu yata-kalka ancak başağa, goncaya ulaşabilir.. goncalar, haftalar ve aylarca boyunlarını bükerek Kudret'ten zuhûr ve tecellî beklerler..! Evet, varolma yolunda hemen her şey ızdırap soluklar, ızdırapla yatar-kalkar ve ızdırap yutkunur.
Kudsîler her zaman sorumluluklarını müdrik ve geleceğin bahar çağlayanlı yamaçlarına doğru uzanan yolların çok defa hazanla sarsılan vâdilerden geçtiğinin şuurundadırlar. Bu itibarla da, dökülüp yollarda kalanlara, takılıp mesâfelerde elenenlere karşılık onlar, Cennet'in cisme ağır, bedene dar gelen tünel ve koridorlarından, imanın, ümidin, azmin kanatları altında ve en tatlı hülyâların çağlayanları içinde çok fazla bir şey hissetmeden geçer-giderler. Onlar, her zaman mutluluğun değişik bir buudu saydıkları, sıkıntı ve ızdırablarla o kadar içli-dışlı, binbir engeli aşma, binbir gâile ile yaka-paça olmaya o kadar alışıktırlar ki, bir gün hayat bütün bütün gidip düzlüklere dayansa, ihtimal onlar, böyle tek düze bir hayat yerine varlıklarını berzah ötesi dünyalarda sürdürmeyi tercih ederler.
Hayat boyu sesleri, solukları bahar içindir. Bahar onların dillerinde yakıcı bir nâme ve dirilten bir sihirdir. Ama, gün doğup da ortalık ağarınca ve her yanda güller, çiçekler çığlık çığlık nâralar atıp gamzeler çakınca, onların sesleri kesilir, büyüleri bozulur ve tıpkı hazan yemiş yapraklar gibi sağa-sola savrulur dururlar. Çünkü onlar, bu dünyâyı, ukbâ buudlu donatmak için vardırlar; donanmış bir dünyada ise kendilerini, etnoğrafik müzeleri süsleyen eşyâ gibi görürler.. kalb balanslarını hizmet rûhuna göre ayarlamış insanları eşyâ olmaya iknâ etmek çok zor olsa gerek...
Sızıntı, Mart 1992, Cilt 14, Sayı 158
- tarihinde hazırlandı.