Kanlı Kâbus
Son hâdiselerin ağırlık ve boğuculuğu altında materyalist bir medeniyetin, İslâm'a, hilâle karşı ne denli kin, nefret ve intikam düşünceleri taşıdığını bir kere daha görüp yaşadık ve bir kere daha ürperip sarsıldık...
Evet, görüp şahid olduk ki, biz ne kadar şirin görünürsek görünelim, kendimizi ona ne kadar yakın hissedersek edelim, Avrupa bize hep uzak kaldı.. uzak kalmaya dikkat etti ve hiçbir zaman bizim yanımızda olmayı düşünmedi.. bizimle münasebetlerinde hep iki yüzlü davrandı.. ezip geçmeye gücü yettiği zamanlarda kabadayıca hareketlerden geri kalmadı.. iktidarsız kaldığı dönemlerde, takiyyelerin en utandırıcılarını yaptı. İslâm dünyâsını hemen her zaman bir pazar ve panayır yeri olarak gördü ve öyle de davrandı. Gülerken ısırdı; ağlarken de merhametimizi istismar etti; fakat hiçbir zaman bu garipler dünyâsına karşı insânî hislerle yaklaşmayı düşünmedi; duygu ve düşüncelerimize karşı saygılı olmadı.
Batı, medeniyet ve insanlık adına ne kadar iddialı olursa olsun, biz onu, güçlü olduğu hemen her devirde gayet zâlim ve hunhar, zayıf düştüğü zamanlarda da başkalarının ayağını öpecek kadar zelîl ve sefîl olarak tanıdık. Evet, onun dış görünü-şüyle iç yapısı, gürültülü iddialarıyla insanlığa vadettiği şeyler arasında hemen her zaman bir zıtlık olmuştur. O, yüksek teknoloji, sanat, ticaret ve maddî refahta ileri olduğu ölçüde, insânî değerler, ahlâk ve fazîlette hep gerilerin gerisinde kalmıştır. Onun, medeniyet ve demokrasi havârîliği sırf bir aldatmaca, dünyâ muvâzenesi adına gösterdiği gayretler ise göz boyamadan başka bir şey değildir. O, asırlar ve asırlar boyu menfaat düşüncesiyle oturmuş-kalkmış, hemen her zaman çıkarları uğrunda kan dökmüş-kan içmiş.. ve yine bu uğurda gelip-gelip bize toslamış.. girdiği her yerde kırkharâmîler gibi davranmış; çalmış-çırpmış, yağmada bulunmuş.. çalıp-çırptığı şeyleri paylaşmada, diğer gâsıplarla uzlaşamamışsa, kendi içinde boğuşmaya girmiş.. ve cihan harplerinde olduğu gibi yeryüzünü kan gölü haline getirmiş.. ve kan seylâplarıyla akla-hayâle gelmedik kan değirmenleri çevirmiştir.
Batılı nazarında medenî dünyâ, batıdan ve hıristiyan âleminden ibârettir. Başka milletler, husûsiyle de Müslümanlar büyük çoğunluğu itibâriyle ya barbar ya da yarım medenîdirler. Bu bakımdan da, onları ezmek, asimile etmek; hizâya gelmezlerse tehcîr veya soykırımına tâbi tutmak gayet normaldir. Tarih, bu bağnazca tutumun misâlleriyle doludur. Bu bağnazca tutuma milletimizin mâruz kalması ise, diğer bütün milletlerin birkaç katına denk seviyededir. Zirâ batı, milletimizi İslâm dünyâsı üzerindeki emellerine mâni görmektedir. Evet, günü gelince uyanacak koskoca bir dünyânın, milletimizin liderliği etrafında toplanacağını düşündükçe o, hafakandan hafakana girmekte, asabîleşmekte, huysuzlaşmakta ve âdetâ bir deli gibi sağa-sola saldırmakta.
Batı, kendi içinde hıristiyanlığa karşı lâkayd kalsa da, İslâmiyetin bahismevzûu olduğu hemen her yerde, hatta Hz. Mesih'i kabul etmeyenler arasında bile, korkunç bir İslâm düşmanlığı gözlenmektedir. Daha İslâm'ın zuhûruyla dörtbir yana serpilen düşmanlık tohumları, haçlı hareketleriyle birer tûfân, birer felâket hâlini aldı. O günden bugüne papazların kin, nefret ve düşmanca gayretleriyle batılı insan, Müslümanları birer gulyabâni, Müslüman idarecileri de âdetâ birer Neron gibi görmeye başladı. Bu mevzûda anlatılan şeyler batılı yığınları o kadar te'sir altına aldı ki, değil sadece câhil kalabalıklar, papazlarla sürekli kavga içinde bulunan dinsizler, ilim adamları, araştırmacılar dahi, "İslâm" kelimesinin geçtiği her yerde, kinle, nefretle gerilip, düşmanlıkla gürlediler.
Akl-ı selîm ve müspet düşünce karşısında her gün biraz daha kan kaybeden ve bütün bütün itibârını yitiren rûhânî sınıf, halkın içinde uyanan bu kin ve nefretlere sığınarak, İslâmiyet hakkındaki ebedî ve cibillî düşmanlıklarını devam ettirdiler.
Bugün Avrupa ve Amerika'nın pek çok önemli ilim ve medeniyet merkezlerinde, İslâmiyetin yeryüzünden silinmesi ve her şeye rağmen hıristiyanlığın neşredilmesi emeliyle yanıp tutuşan binlerce mutaassıp, bağnaz İslâm düşmanını görüp-göstermek mümkündür. Bu taassup ve bağnazlık, Avrupa ve Amerika'nın bazı merkezlerinde sadece birer tasavvur ve düşünce olarak da kalmıyor.. sık sık matbûata da aksettiği gibi, bugün, İslâm dünyâsının en ücrâ yerlerine kadar sokulup misyonerlik faaliyetlerini sürdürenlerin hadd ü hesâbı yok.. ve yine bugün, İngiltere, Fransa ve Amerika'daki İslâm'ı karalama ve hıristiyanlığı neşretme cemiyetlerine ayrılan paralar, bizlere dehşet ve ürperti verecek mâhiyettedir. İnsan, bu uğurda sarfedilen dolar, sterlin, mark ve frankların korkunç miktarını duydukça, kendini ortaçağın o en karanlık yıllarında Pierre Lermit'lerin çığlıklarıyla kükremiş haçlılar arasında sanıyor.
Evet, hep medenî geçinen bu insafsız dünyanın, İslâm hakkındaki tasavvur,düşünce ve kriterlerini duydukça insan, ister-istemez şu kanaate varıyor: Yeryüzünde İslâm'ın nûru parladıkça, hilâlin şevketi devam ettikçe ne haçlı kin ve nefreti yatışacağa benziyor ne de İslâm dünyâsı işgâlden kurtulacağa...
Öyle anlaşılıyor ki, Araplar bütünüyle hıristiyanlaştırılacağı -bu hiçbir zaman olmayacaktır ve olmasın! - Türkler de Altay dağları ötesine sürüleceği güne kadar -Rabbim o günleri göstermesin!- batılıların baskı, boykot, ambargo ve işgâlleri -en yeni ve canlı misâlini körfez krizi münâsebetiyle yaşadık-devam edecek.. ve Rişâr'ların, Barbaros Frederik'lerin torunlarını, kan içmek üzere sık sık yamaçlarımızda görecek, tiksinecek ve ürpereceğiz...
Olanların delâletiyle olacaklar hakkında ihtimaller yürütüyor ve diyoruz ki; bundan sonra da batı, en kaba, en derin bir taassupla İslâmiyet ve Müslümanlara düşman olduğunu fırsat buldukça gösterecek.. İslâm dünyâsının ümit minberi, vahdet mihrâbı olan Türkiye'yi tekrar bertekrar sarsacak, kıskaca alacak, kan kusturacak ve ona huzûr vermeyecektir. Böyle yapacaktır; zirâ asırlık emellerine ulaşmanın yolu bundan geçiyor. Böyle yapacaktır; çünkü o, bu sayede ayakta kalabileceğine inanmaktadır. Bugün o, Türkiye'nin İslâm dünyâsı nazarındaki nüfûz ve itibârını, kendi geleceği adına tehlikeli bulduğundan, ne pahasına olursa olsun, Türk milletine karşı liderliğe giden yolları tıkama kararında.
Evet, dünyâda her şey ve herkes değişse de, batı, mağara ve dehlizlerde yaşadığı dönemdeki İslâm düşmanlığını bütün ürperticiliğiyle devam ettireceğe benzer...
Artık, böyle bir dünyâdan merhamet bekleyenler aldanmış ve ona şirin görünmek için kendi değerlerini, kendi mukaddeslerini tezyîf edenler ise, bindikleri dalı kesmiş olurlar. Onlarla bizim aramızdaki uçurumları doldurup hatt-ı muvâsalayı temin etmek imkânsızdır. Onlarla bizim aramızdaki mesâfe tamamen onlara ait olduğundan, o boşluğu doldurmaya bizim gücümüz yetmez. Zaten onlar da, aradaki bu boşluğun kapanmasından daha ziyâde, bütün bütün onlara iltihakımızı beklemekteler. Böyle bir isteğe cevab-ı sevâp vermek ise, ya bir hıyânet veya akılsızlıktır.
Şimdiye kadar açıktan açığa böyle bir talebe "evet" diyen çıkmadı. Ama, yığınlar dolaylı yollardan hep böyle bir yokolmaya doğru itildi. İçte ve dışta bir kısım gizli güçler, saf kitleleri hep ölüm çukurlarının çevrelerinde dolaştırdı ve onlara özleriyle varolma fırsatını vermediler...
Sızıntı, Haziran 1991, Cilt 13, Sayı 149
- tarihinde hazırlandı.