İlm-i ledünni
İlm-i ledünnî: (Kehf, 65) fehvâsınca, berzahsız, hicapsız doğrudan doğruya "Hazîratü'l-Kuds"den insânî enginliklere yağan bir bârân-ı rahmettir. Kulluktaki derinlik, Allah ve Rasûlü'ne karşı vefâ ve sadâkat, duyguların rıza eksenli, davranışların ihlas yörüngeli olması ve kalbin de yakînden yakîne koşması, ledünnî vâridât için, hatta o vâridâtın sağanak sağanak boşalması için bir yol ve bir şart-ı âdîdir.
Bütün enbiyânın ilmi, Cenâb-ı Hakk'ın vahyi ve ta'limiyle zuhura gelmesi açısından bilasâle ilm-i ledünnî olduğu gibi, onların arkalarından giden ilhama mazhar evliyâ ve asfiyânın ilimleri de bittebaiyye o mâhrûların -ay yüzlüler- ziyâ-i ilimlerinin şuâları olması itibarıyla ledünnî sayılır. Bu ilmin Hz. Hızır'a tahsisi, belli bir zaman, belli bir makam ve belli bir hâl itibarıyladır ki, o ilmin bazı cüz'iyâtı açısından Hz. Hızır, kendine fâik olan bazı zatlara, mercuhun hususî bir kısım meselelerde râcihe tereccühü nev'inden öne geçmiştir. Yoksa onun ne Hz. Mûsâ'ya ne de diğer ulülazm zatlara üstünlüğü söz konusu değildir.
Ayrıca, Hz. Mûsa'nın ilmi, ilâhî ahkâmın mârifeti ve bu mârifetin, eşyanın perde önü ve perde arkası muvâzenesini koruma gibi bir derinliğe açık olmasına karşılık, Hz. Hızır'ın bilgisi daha çok eşyanın bâtınına ait idi. Nitekim, bu ayrıma, Hz. Mûsâ ile konuşması esnasında Hızır da işaret eder: "Yâ Mûsâ! Ben Allah'ın bana ta'lim ettiği bir ilme sahibim ki, sen onu bilemezsin. Sen de, Allah'ın sana ta'lim ettiği bir bilgiye mâliksin ki, ben onu bilemem."
Evet, ilm-i ledünnî, talim ve taallümle elde edilmeyip Cenâb-ı Hakk'ın hususî bir mevhibesi ve bir kuvve-i kudsiyesinin nûrânî tecellisidir. Bu tecellî, san'attan Sâni'e eserden Müessir'e giden bir bilgi olmaktan daha çok, Sâni'den zîşuur san'ata, Müessir'den esere akan bir mârifettir. Hatta o, esrâr-ı Hakk'a ait mahrem vâridâtın insan ruhunda taayyününden ibaret sayılmıştır.
- tarihinde hazırlandı.