Milletimizin Gerileme ve Yıkılışı

Sen ve ben, mâzisi kartallar gibi hep zirvelerde geçmiş şanlı bir milletin, cihâna medeniyet muallimliği yapmış muhteşem bir devletin, hasım ve hâin bir dünyanın hiç dinme bilmeyen kin ve nefretleriyle, tarihten silinip gideceği korku ve endişesini vicdanlarımızda duyup kaç defa içimiz burkuldu, kaç defa bu muhteşem millet gemisi, asırlardan beri yolunu kesen ölüm girdaplarından herhangi birine takılıp gideceği telâşıyla iki büklüm olduk...

Dünyanın dört bir yanına ışıkla beraber ürpertiler de salan ve koca yeryüzünü hükümranlığına kâfi bulmayan dev bir milletin, birdenbire sarsılıp altüst olacak hâle gelmesi; bir zamanlar kendinden korkup tir tir titreyen devletler karşısında aynı zilletle boyun büküp temennâ durması ve yüksek kalelerin yüksek burçlarında bayraklaşan, çelik yürek ve çelik irâdelerin, eski kapıkulları önünde ric'at ric'at üstüne geriye çekilip durması karşısında, yapacak başka bir şey de olamazdı sanırım.

Ah, nerede o zafer sancaklarını yüksek burçlara dikip göklere selâm duran polat ruhlar! Nerede o eşya ve hâdiselere sözlerini dinletip engin zevk ve zekâlarıyla çevrelerini cennetlere çevirenler! Nerede yeryüzünün vârisleri olma şuuruyla, dünyalarına kazandırdıkları bambaşka renk ve ışık tayfları arasında ötelerle içli-dışlı olup binbir râyiha içinde yaşama zevkini idrâk edenler! Nerede o çalışmayla mutluluk, mücâdeleyle haz arasında kurdukları köprülerle milletlerini rüyalarda gezdirenler!?