Kâinatta Her Şey, Allah'ın Yarattığı Kanunlar Çerçevesinde Bir Nizam ve Ölçüye Tâbidir

Bütün kâinatta her şey, Allah'ın vazettiği kanunlar çerçevesinde bir nizam ve ölçü içindedir. İnsanlar, kendi iradeleriyle bu kanunları dolayısıyla da hayat şartlarını karıştırıp bozmasa idiler, bu tabiat sarayı ve arz meşheri fevkalâde bir âhenk içinde olacaktı. Kâinatta, zerrelerden sistemlere kadar canlı-cansız, şuurlu-şuursuz her varlık, harikulade işler yapmaktadır. Zerreler, belli bir sürat içinde ve fevkalâde bir âhenkle faaliyetini sürdürmekte ve Allah'ın onlar için vazettiği kanunlar çerçevesinde bütün hareket ve faaliyetlerini bir nizam ve ölçü ile sürdürmektedirler.

Şimdi, bir meyveyi ağzımıza aldığımızı düşünelim; ağızdaki tat alma hücreleri ile o meyve arasında öylesine ciddi bir müvazenenin olduğu görülecektir ki dahası olamaz. Kudret eli, muhit ilmiyle insanın ağzıyla meyve arasında bir kısım münasebetler vazetmiş; tükrük bezleri, mide, bağırsak, böbrek, ciğer vb. gibi vücuttaki umumi uzuvların çalışma durumlarını bu münasebetlere bağlamıştır. İnsanın ağzının hücre yapısında vazife gören zerreler ile meyvenin hücresinde vazife gören zerreler aynıdır. Allah (cc) sonsuz kudretiyle, bu küçük zerrelere her varlığın içinde ayrı ayrı vazifeler gördürmektedir. Öyle ki, bu zerreler, insanın ağzına girince tükrük bezlerini çalıştırmakta, tat ve lezzet alma hislerini harekete geçirmekte ve meyvenin içinde de ona ait hususiyetlerini meydana getirmektedirler. Öyle ki bunlar her varlıkta, o varlığın yaratılışına uygun vazife görmekte ve durdukları, bulundukları duruma göre vaziyet almaktadırlar. İşte kâinatta her şey böyle bir ölçü ve nizam içindedir. 'Biz orada her şeyi gayet ölçülü olarak bitirdik.' (Hicr, 15/19) ayeti sadece bir konuyla alakalı olarak böyle bir hususu hatırlatmaktadır. Evet her zerre, kader kaleminin birer kelimesi gibi vazife görmekte; her şeye uygun elbise biçmekte ve her fıtrata uygun bir vücut çizmektedir. Zerrelere bütün bu işleri gördüren kader programıdır. Onlar asla, bu programın dışında hareket edemez ve kendileri için tayin ve takdir buyurulan ölçünün dışına çıkamazlar. Eğer insan vücudundaki zerreler, bazen isyan ederek bu programı ihlâl etmiş olsalardı, belki de vücudun her tarafında kanser urları meydana gelecekti. Ama böyle olmamakta; aksine onlar, sadık birer eleman gibi vücutta iş görmektedirler ve bu sayede de hiçbir yerde fuzulî bir yığılma olmamaktadır. Şayet beyindeki hücrelerde muvakkaten olsun, fuzulî bir yığılma olsaydı, insan iflah olmaz, 'beynimde ur çıktı. Kanser oldum' gibi mülahazalarla doktor doktor dolaşır dururdu. Ama böyle olmamış; aksine her şey yerli yerinde, her zerre vücuda belli bir nizam ve program dahilinde faaliyet göstermektedir. Dolayısıyla da hiçbir yerde lüzumsuz bir yığılma olmamaktadır. Umumiyetle bütün arızalar, insanların varlık, eşya ve kendi nefislerine yanlış müdahale ve mualeceleri sonucu meydana gelmektedir. Evet, çok defa insan, vücudundaki umumi nizamı bozacak işler yaptığından kendi kendine etmektedir. Eğer bir yerde, itaasizlik ve başkaldırma varsa, muhakkak oraya insan iradesi ve eli karışmıştır. Zira vücuttaki zerreler, cansız ve şuursuzdur. Onlar, Allah'ın kendileri için takdir ve tayin buyurduğu kanun ve ölçüler içinde faaliyet gösterir ve asla ilahi kanunlara itaatsizlik etmezler. Onlarda esas olan sonsuz bir inkıyat ve itaattir. Bu inkıyat ve itaatten dolayıdır ki, insan, her şeyi kolayca kendiliğinden oluvermiş zanneder. Kâinatta cârî olan kanun ve nizamlar, öylesine arızasız yürümektedir ki insan, her işin arkasında adeta pek çok filozof aklının iş gördüğünü zannetmektedir. Oysa her şeyin verâsında, her kanunun arkasında o sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (cc) vardır. Kâinatı tedvir ve tanzim eden O'dur ve mülkünde bir başkasının tasarrufu da söz konusu değildir. Her zerre ve her kanun, O'na dayandığından dolayı en büyük âlemden, en küçük âleme kadar, işini aksatmadan, vazifesinde fütur göstermeden yürür gider yaratılış gayesi istikametinde.

Ayrıca insan, kâinatta bir kısım karışıklıklar meydana getirdiğinde, orada bulunan koruyucu kanunlar sayesinde, kısa zamanda bu arızayı telafi edecek bir yapının mevcudiyeti söz konusudur. Adeta arı kovanına sokulan çomak gibi, kâinattaki nizamı bozmaya çalışan hâricî güçlere karşı, tabii denge kendini koruyacak bir polarizasyona sahiptir. Yani eşya ve hadiseler arasında vasıtalı ve vasıtasız normal hareketin dışında ayrı bir tesir daha koruyucu ve karşılayıcı olarak meydana gelmektedir. Zaten öyle olmasaydı, eşya ve hadiselerin bir ucuna yapılacak dış müdahale ile, bu bozulma zincirleme eşyanın ve hareketlerin bütününe sirayet edecekti. Ama öyle olmamaktadır ve o câmid zerreler, büyük bir tayin ve takdir içinde hareket etmektedirler ki, 'O'nun indinde her şey, bir tayin ve takdire göredir' (Ra'd, 13/8) ayet-i kerimesi bu hakikati ifade etse gerek... Evet, her şey Allah'ın indinde, bir kader ve ölçü içinde cereyan etmektedir. Bir zerre, başıboş hareket edemez ve gelişigüzel herhangi bir yere çekip gidemez. İşte Allah'ın bütün kâinata koyduğu bu nizam, tanzim ve muvazenenin temel taşları, yukarıdan beri izah etmeye ve farklı keyfiyetleriyle tanımaya çalıştığımız atom zerreleridir. Allah (cc), en küçük âlemden en büyüğüne kadar her şeyi bunlarla örgülemekte ve kâinat kitabını bunlarla yazmaktadır. Atomu daha küçük parçalara bölseler ve bu parçaları yeni yeni isimlerle adlandırsalar da netice değişmeyecek ve kader kaleminin, her şeyde ve her yerde hükmünü icra ettiği apaçık görülecektir. Hasılı, Cenab-ı Hak, mikro âlemden makro âleme kadar, 'O göğü yükseltti ve (her şeyle alakalı) umumi bir denge vazetti' (Rahman, 55/7) mazmununca, her nesneye ona göre ağırlık, haklar, çevresiyle münasebetinde hudutlar koyarak genel bir nizam, denge ve adalet kanunu vazetmiştir. Buna ister, bütün eşya arasında varolduğu kabul edilen genel denge kanunları anlamında 'pesenteur' veya daha farklı mülahazalara da açık olması itibariyle 'gravitation' dersiniz, ister konuyu insanlar arasındaki hak, adalet, müsâvat ve kardeşlik gibi hususlara bağlayarak ve biraz da daraltarak sosyal bir vak'a seviyesine indirirsiniz, fark etmez. Ayette vurgulanmak istenen, umumi nizam, umumi âhenk ve 'ekosistem'i de içine alacak şekilde bütün varlığı alakadar eden bir takdir ve tayindir. Ra'd sûresindeki 'Allah katında her şey bir miktara tâbi ve bir takdîr iledir' (Ra'd, 13/8) ayeti de, atomlardan en büyük galaksilere kadar böyle bir ölçülmüşlüğü, biçilmişliği ve belli kaderî kalıplara bağlı olarak yaratılmış olmayı vurgulamaktadır.