Allah Ahlâkıyla Ahlâklanmak İnsanı Yüceltir

Cenab-ı Hak, kâinattaki en devâsâ nebülozlardan, insanın vücudundaki hücrelerin en küçük parçacıklarına kadar her şeyi hareket ettirmekte ve insanla, en büyük âlemler arasında sürekli münasebetler kurmaktadır. İşte Allah'ın bu türlü icraatı ve böyle bir icraatla her şeyi belli bir kemâle sevketme gibi O'na mahsus mukaddes ahlakın keyfiyetinden şu hususları anlamak mümkündür:

Allah ahlakı ile ahlaklanmak; O'nun dış âlemler (âfâk) ve iç âlemlerde (enfüs) bize duyurmak istediği şeyleri bir vâhidin birbirini tamamlayan iki yüzü gibi duyup-değerlendirmek ve bütün hissettiklerimizi Kur'an'a bağlayıp onda dinlemeye çalışmak...

Evet biz, Kur'an-ı Kerim'de hayat prensipleri olarak ortaya konulan meseleleri amelî olarak tam tatbik ettiğimiz zaman -Allah'ın tevfik ve inayetiyle- umum hayatımız da düzene girecek ve ikilemlerden kurtulmuş olacağız. Şu anda, hayatımızdaki bütün aksaklıkların arkasında böyle küllî bir nazar ve küllî bir değerlendirmenin bulunmayışı yatmaktadır. Günümüzdeki süper devletlerin teknik ve teknolojik alandaki gelişmeleri kimseyi aldatmamalıdır. Zira onların bu halleri, bir ara ortaya çıkıp sonra kaybolan şimşekler gibidir. Bu sözlerin manası, bazı totaliter sistemler örneğinde olduğu gibi, diğerlerinde de çatırdamalar duyulduğu zaman daha iyi anlaşılacaktır.

Fıtrî olmayan ve kâinatta cârî kanunlara uymayan hiçbir sistemin uzun ömürlü olması mümkün değildir. Zira fıtrata muhalif şeylerdeki iyilik emareleri, insanın bedeninde tedâfuî tesiri olan bir kısım muâlecelerin meydana getirdiği muvakkat sıhhat ve afiyet gibi bir durum hasıl etse de katiyen mütemâdî değildir. Bu, daha çok, beş dakika önce gözlerini açıp tebessüm ederek, yakınlarını sevindiren ve hemen arkasından da ahirete göçüp giden bir hastanın haline benzer. Çok parlak ve cazip görünen, gayr-i tabii ve fıtratı inkar üzerine kurulmuş bütün sistemler, uzun ömürlü olamayacakları gibi insanlığı da mutlu edemeyeceklerdir. Bunun aksine bir de öyle devletler vardır ki bunlar temel esasları itibariyle kâinatta cârî kanunlara riayet ettiklerinden ötürü ayaktadırlar ve istikbal vadetmektedirler. Müminler ise kâinatta cârî kanunları ve şeriat-ı fıtriyeyi inkar edip Kur'an'ın düsturlarını da yaşamadıklarında sürünecekler ve gerilerin gerisinde kalacaklardır. Müslümanların içine düştükleri bu feci durumdan kurtulmaları için uyuşukluk ve tenbelliği terketmeleri, hem âyât-ı Kur'aniyeyi hem de âyât-ı tekviniyeyi çok iyi okumaları gerekmektedir. Zira mukaddes kitabımız Kur'an-ı Kerim ile kâinat kitabı, bir bütünün ayrılmaz iki parçası gibidir. İster bizim iç âlemimize, ister dış âlemimize, ister kâinatın öteki yüzüne, ister zâhirine dair yazılan her kitap, bir yönüyle Kur'an-ı Kerim'in tefsiridir. İnsanlık, ancak bu kitaplara sımsıkı tutunduğu zaman, dünyasını cennetlere çevirip ötelerin koridori haline getirecektir.[1]


[1] 1975 Manisa vaazından alınmıştır