Muhasebe Cemaati

Asr-ı Saadet'te; peygamberinden onun halifelerine, halifelerinden halkına; halk içinde erkeğinden kadınına, kadınından küçük çocuğuna kadar hemen her kesimiyle iliklerine kadar muhasebe duygusu işlemiş farklı bir toplum yetişmişti.

Bu öyle bir toplumdu ki, onu teşkil eden fertlerden hangisinin sinesine bakılabilseydi, orada Allah korkusu, Allah saygısı ve muhasebe duygusunun buhur buhur tütüp durduğu görülecekti... Sahabenin ifadesiyle Resûl-i Ekrem (sav) namaz kılarken sinesinden değirmen taşlarının çıkardığı sese benzer sesler duyulduğu gibi; en büyük sahabiden en küçüğüne kadar hemen herkeste de aynı saygı, aynı haşyet ve aynı duyarlılık söz konusuydu..

'Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can vermeye bakın.' (Âl-i İmran, 3/102) ayeti nazil olunca; Hakk'a açık bu insanların adeta iflahı kesildi. Onlar bir müddet dişlerini sıkıp dayandılar. Efendimiz'de (sav) hep onların alın ve dizlerinde nasırlar görüyordu. Çünkü Allah (cc) onlara, adeta 'güç ve takatinize göre değil, Allah'tan nasıl korkulması lazım geliyorsa öyle korkun. O'na nasıl ibadet edilmesi lazım geliyorsa öyle ibadet edin. O'na karşı nasıl saygılı olunması ve sevilmesi gerekiyorsa öyle saygılı olun ve sevin.' buyurmuştu. Onlar da, bu ufku yakalayabilmek için gece-gündüz sürekli ibadet ediyorlardı. Öyle ki, namaz kıla kıla alınları, dizleri nasır tutmuş ve -tabiri câizse- adeta iflahları kesilmişti.

Böyle bir tehâlükün şöyle bir husustan kaynaklandığı da anlatılmaktadır: 'Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır. İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir, sonra dilediğini affeder, dilediğine de azap eder. Allah her şeye kadirdir.' (Bakara, 2/284) ayeti nâzil olduktan sonra, bir müddet geçip geçmemişti ki ayetin ağırlığıyla belleri iki büklüm olan Sahabe, bir gün melul, mahzun ve münkesir bir halde teker teker mescitten içeriye girdi.. ciddi bir temkin ve tedbirle Resûl-i Ekrem'e (sav) yaklaştı ve içlerinden birisi söz alarak, fevkalade bir hicab içinde şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Resûlü! Namaz, oruç, cihad, zekat.. gibi takatimiz yetecek amellerle mükellef olduk. Bütün bunlara 'eyvallah'. Şimdi ise, şöyle bir ayet nâzil oldu.' dedi ve yukarıdaki ayeti okudular. Halbuki bizim buna gücümüz yetmeyecek. Her birimiz, gönlünden öyle şeyler geçiriyor ki, dünyaları verseler bunların kalbimizde bulunmasını arzu etmeyiz.' Allah Resûlü (sav), onların bu sözüne çok üzüldü ve onları itap sadedinde 'Sizden evvelkiler gibi, 'İşittik isyan ettik' mi demek istiyorsunuz!..' buyurdu, sonra da onlara şöyle demelerini emretti: 'İşittik ve itaat ettik. Ey Rabb'imiz, affına sığındık! Dönüş sanadır.' Nebiler Serveri'nin (sav) bu sözünden birkaç dakika sonra ise hemen, şu ayetler nazil olmuştu: 'Peygamber, Rabb'i tarafından kendisine indirilene iman etti, mü'minler de (iman ettiler). Herbiri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. (Onlar; biz) 'Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabb'imiz, affına sığındık! Dönüş sanadır.' dediler.

Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir. Rabb'imiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabb'imiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabb'imiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!' (Bakara, 2/285-286)