Haram lokma ile beslenen nesiller
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), haram lokmadan gelişen bir insanın vücudundaki etin ancak cehennemle temizleneceğini ifade buyururlar. Bu sebeple haram lokma mevzuunda başta ashab-ı kiram olmak üzere bütün ehlullah azami derecede bir hassasiyet göstermişlerdir.
Hz. Ebu Bekir, kendisine her gün yemeğini getiren hizmetçisine, her defasında yemeği nereden getirdiğini, hangi yolla tedarik ettiğini sorardı. Bir defasında sormayı unutmuş -ihtimal uzun zaman aç kalmıştı.- Lokmayı ağzına koyduktan sonra aklına gelmiş ve hizmetçisine yemeği nereden temin ettiğini sormuştu. Hizmetçisi de: “Ey Allah’ın peygamberinin halifesi! Ben cahiliye devrinde arraflık (gaipten haber veren, kâhinlik, falcılık) yapıyordum. Halk bunun karşılığında bana para verirdi. O dönemlerde yaptığım işlerden dolayı birisinden alacağım vardı. Onu aldım ve bu yemeği onunla yaptım.” Bunu duyan Hz. Ebu Bekir’in birden rengi attı, elini gırtlağına kadar götürerek midesinde ve gırtlağında bulunan şeyleri dışarıya çıkardı. Onun bu hassasiyetini gören sahabe, “Ey Allah’ın Peygamber’inin halifesi! Bu kadarı fazla değil mi? Ne diye kendine bu kadar eza ediyorsun?” diye sordular. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir şöyle cevap verdi: “Ben Resul-i Ekrem’den işittim. O (sallallahu aleyhi ve sellem), vücudunda bir tek haram lokma bulunan bir insanın ancak cehennemle temizlenebileceğini buyurmuştu.”
İnsanın vücudunda bir lokma haram bir şey bulunursa, o lokmanın hâsıl ettiği her şey bir manada kirlenir ve onu da ancak ateş temizler. O kişinin bir evladı dünyaya gelirse o çocuk haramzâde olur. Ancak şunu hemen ifade etmeliyim ki, haram yiyen herkesin evladı yüzde yüz haramzâde olmaz. Çok kötü kimseler vardır ki kazançları kötüdür, ancak bu kötü kazançları içinde iyi kazançları, kendilerinin iyi tarafları, üstün meziyetleri, talim ve terbiye mevzuunda takdir edilecek yönleri de vardır. Bunlardan bazen iyi evlat dünyaya gelebilir. İyi kimselerin de bazen kötü tarafları ve kötü kazançları vardır da bu tür kimselerden kötü evlat da olabilir.
Abdulkadir Geylani, Şazeli, Nakşibendi gibi mana âleminin sultanları ruhî tecrübeleriyle haram lokmanın insanlar üzerinde menfi tesir icra ettiğini ifade buyurmaktadırlar ve bu sahanın hekimleri olarak bize, yenilen haram lokmaların bazı haramzâdelerin meydana gelmesine yol açtığını söylemektedirler. Bu ihtimal yüzde bir ve yüzde iki nispetinde dahi olsa herkes tir tir titremelidir.
Portakal suyunun yaptığı
Bu mevzuyla alakalı şöyle bir menkıbe anlatılır: Ehlullahtan birinin oğlunun kötü bir huyu vardır. Bu çocuk devamlı surette tulumlarla su taşıyan kişilerin tulumlarını çuvaldızla deler ve insanlara eziyet edermiş. Zamanla bu durumdan çok rahatsız olan ahali, meseleyi babasına naklederler. Bu zat, oğlunun yaptıklarını öğrenince çok üzülür ve bir o kadar da şaşırır. Durumu eşine açar ve bunun sebebinin ikisinden biri olduğunu söyleyip hanımından çocuğa hamileyken yanlış bir harekette bulunup bulunmadığını sorar. Hanımı düşünür taşınır ve eşine şunları anlatır: “Hamileyken komşunun evine gitmiştim. Orada canım portakal çekti. Baktım, masanın üzerinde portakallar var. Komşum görmeden elimdeki iğneyi portakala saplayıp onun suyunu içmiştim.” Bunun üzerine evin babası şunları söyler: “İşte o iğneyi portakala saplaman, evladımızda tulumları delme şeklinde tezahür etti. Şimdi huzur-u kibriyaya yönel, ağla ki Allah günahını affetsin.” Kadın ağlayıp dua dua yalvarırken ötede çocuğunun içine birden bire bir şey doğar ve, “Bu yaptığım iş bana hiç yakışmıyor. Artık ben bir şey yapmamalıyım” diyerek elindeki çuvaldızı atar ve koşar.
Hz. İmam Azam’ın bir buçuk günde Kur’an’ı ezberlediği söylenir. Bu, devrimizin insanına mübalağa gelebilir. Hâlbuki ben günde on-on iki sayfa ezber yapan insan da gördüm. Babam, otuz günde Kur’an’ın ezberleyen nadide fıtratlardan bahsederdi. Einstein, Hegel ve Descartes gibi kimseler de nadide fıtratlardır. Ama biz onları görmediğimiz için garipseyebiliriz. İmam Şafii, “Hayatımda bir şey unuttuğumu hiç hatırlamıyorum” demektedir. Tabiinin küçüklerinden Zühri’nin sekiz yaşında iken bir hafta gibi kısa bir sürede Kur’an’ı ezberlediği rivayet edilmektedir.
Tesir edecek nasihat
İşte İmam-ı Azam da bu nadide fıtratların başında gelmektedir. O, Batı’da ağırlığıyla İslam âleminin büyük hukukçusu olarak kendisini kabul ettirmiş devasa bir âlimdir. Aynı zamanda pratik hayatta da büyük bir tüccardır. Onun bir buçuk günde Kur’an’ı hatmettiği rivayet edilmektedir. Burada ona atfedilen bir menkıbeyi de hatırlatmak yerinde olacaktır: Çocuğun birine bal dokunuyordur; anne ve babası çocuğa onca “bal yeme!” tavsiyelerine rağmen, o yine bal yemeye devam etmektedir. Derken bir gün anne ve babası çocuğu elinden tutup Hz. İmam’ın huzuruna getirirler ve “Bu çocuk bal yiyor; biz yememesini istememize rağmen o yemeye devam ediyor.” derler. Hz. İmam, “Götürün, bu çocuğu kırk gün sonra bana getirin.” der. Kırk gün sonra yeniden getirirler. İmam çocuğu karşısına alır ve bal yememesini tavsiye eder. Çocuk kalkarken babasının elini öper ve, “Babacığım! Bir daha bal yemeyeceğim” der. Oradakiler, “Ya İmam, ilk getirdiğimiz zaman niçin nasihat etmeyip de, bizi kırk gün beklettiniz?” diye sorduklarında, İmam onlara şöyle cevap verir:
“Siz, çocuğu bana getirdiğiniz gün ben bal yemiştim. Eğer kendim yaptığım bir şeyden onu vazgeçirmeye çalışsaydım ihtimal nasihatim etkili olmayacaktı. Bu kırk gün içinde, ben onu vücudumdan atıp da öyle nasihat etmek istedim.”
İşte bu büyük zatın babası olan Sabit’in harama karşı büyük bir hassasiyeti vardı. Onunla alakalı da şöyle bir menkıbe anlatılır: Sabit bir gün abdest almak için bir dere kenarına gider. Suda bir elma görür. Suda çürüyüp gidecek olan bu elmayı alıp yer. Fakat tükürüğünde kan görür. Şimdiye kadar böyle bir hal görmediği için tükürükteki kanın bu elmadan ileri geldiğini tahmin eder ve birden yediğine pişman olur. Elmanın sahibini bulup helalleşmek için dere boyunca gider. Adamı bulur. Adam hakkını helal etmesi için bir şart koşar ve, “Benim kör, sağır, dilsiz ve kötürüm bir kızım var. Bununla evlenmeye razı olursan o zaman elmayı sana helal edebilirim.” der. Sabit Hazretleri ahirete kul hakkıyla gitmemek için bu teklifi kabul eder. Düğün hazırlığı yapılır. Sabit Hazretleri’nin ilk gece odaya girmesiyle çıkması bir olur. Hemen kayınpederine koşup, “Bir yanlışlık var galiba, içeride sizin bahsettiğiniz vasıflarda bir kız yok.” der. Kayınpederi tebessüm ederek, “Evladım o benim kızımdır, senin de helalindir. Ben sana kör dediysem, o hiç haram görmemiştir. Sağır dediysem, o hiç haram duymamıştır. Dilsiz dediysem, o hiç haram konuşmamıştır. Kötürüm dediysem, o hiç harama gitmemiştir. Var git helalinin yanına, Allah Teâlâ mübarek ve mesut etsin.” der. İşte bu evlilikten, yani böyle bir ana ve babadan İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri dünyaya gelir. Bir gün, Kur’an’ı bir buçuk günde ezberleyen İmam-ı Azam’a annesi şöyle der: “Eğer baban o elmayı ısırmasaydı sen Kur’an’ı bir günde ezberleyecektin.” Tabii bunların hepsi menkıbedir. Önemli olan bunlardan ders çıkarabilmektedir.
Haftanın duası
Rabb’imiz! Şayet Sen bize azap eder ve ayıplarımızın, günahlarımızın ortaya dökülüp utanılacak hallere maruz kalmamıza müsaade edersen, biz başka hangi kapının tokmağına dokunabiliriz; bizi bu hallere düşmekten başka kim koruyabilir? Ya Rab! Biz kendi ellerimizle kendimizi beşerî yanlarımızın esiri haline getirdik. Ne olur, Sen, bizi hem cismaniyetimizin hem de yaratılmışlara kulluğun esaretinden kurtar!
Sözün özü
Bazı hadislerde ‘ahirette bütün nebilerin gıpta ile bakacakları topluluklar’dan bahsedilir. İhtimal bu topluluklar, peygamberâne bir azim ve kararlılıkla hizmet eden ve yaptıkları hizmet karşılığında hiçbir beklentiye girmeyen kişilerdir. M. Âkif, Çanakkale Şehitleri için ‘Yine bir şey yaptım diyemem hatırana.’ der. Aynen öyle de, din-i mübin-i İslâm için büyük büyük işler yapanlar ‘Yine bir şey yapamadık senin için.’ demelidirler.
- tarihinde hazırlandı.