Mü’minin en büyük yardımı: Dua
Dua, hem kulun Allah’la arasındaki alâka ve münasebet adına, hem de Allah’ın (celle celâluhu) kula muamelesi açısından çok önemlidir. Dua eden bir insan, her şeyden önce, Allah ile münasebet ve alâkasının şuurunda demektir. Evet, dua mülâhazasıyla ellerini kaldıran insan, yüceler yücesi bir dergâhla münasebet içinde olduğunun şuuruna erer. İnsanın Cenâb-ı Hakk’la kuracağı böyle bir münasebet ve alâka, Allah’ın da ona olan muamelesinin farklı bir şekilde cereyan etmesine vesile olur. Bazı yerlerde “Bahane Tanrısı” dedikleri gibi, Cenâb-ı Hak, insanın bu kadarcık olsun kendisine yönelmesini bir vesile kabul buyurur; buyurur da o insana, Kendi azamet ve ululuğuna yakışır şekilde muamelede bulunur.
Sırlı ve safi bir kulluk
Diğer yandan dua, sebepler üstü Cenab-ı Hakk’a yalvarmanın bir unvanıdır. Bu yönüyle o, sırlı ve safi bir ubudiyettir. Diğer ibadet ü taatlerin, manevî de olsa sebepler kategorisi içerisinde bir izahı vardır. Meselâ abdest almanın veya namaz kılmanın kendine göre bir külfeti vardır. Aynı şekilde oruç tutma veya hacca gitme gibi ibadetlerin içinde de bir kısım mekruhlar mündemiçtir. Dolayısıyla bu ibadetleri yerine getirirken çekilen meşakkat, Cenab-ı Hakk’a karşı bir sebep olarak sunularak, bunun karşısında O’ndan bir şeyler talep etme düşüncesi içine girilebilir. Fakat insanın acz u fakr şuuru içinde ihtiyaç tezkeresiyle ellerini açıp bütün samimiyetiyle O’na yönelmesi, O’ndan bir şeyler beklemesi öyle sırlı bir kulluk ameliyesidir ki, bu, halis bir ubudiyete tekabül eder. Bu yönüyle duanın ibadetler içinde apayrı bir hususiyeti vardır.
İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayat-ı seniyyelerine baktığımızda da, O’nun bütün hayatını duayla geçirdiğini, duayla oturup duayla kalktığını, gece-gündüz hep Cenab-ı Hakk’a yalvarıp yakardığını görürüz. O (sallallâhu aleyhi ve sellem), yatarken, kalkarken, bir bineğe binerken, cihada giderken, insanları karşılarken, bir sıkıntıya maruz kaldığında… Hep dua etmiş ve hayatının her anını adeta bir dantela gibi duayla örgülemiştir. O’nun duaya dair nurlu beyanlarına bakıldığında da, onların tam yerli yerinde ve Cenâb-ı Hakk’la münasebet açısından çok yakışıklı düşen sözler olduğu görülür. Temkin ve tedbir abidesi olan Nebiler Sultanı, Allah’ı en iyi bilen zât olduğundan, Cenab-ı Hakk’tan neyin nasıl isteneceğini de en güzel ve en mükemmel şekilde bilen ve ifade eden O’dur. Evet, O, dualarında nüanslarına dikkat ederek öyle enteresan kelimeler seçmiştir ki, O’nun ifade ettiği sözlerin hiçbirisini sorgulamak mümkün değildir. Cenâb-ı Hakk’ın Zât’ına yaraşır yerli yerinde sözlerle O’na teveccühte bulunma çok önemli bir husus olduğuna göre, biz de Efendiler Efendisi’nin nurlu beyanlarıyla Rabb’imize teveccüh edebiliriz. Bu açıdan bir insan dualarında bin defa:
“Allah’ım, nebin Hazreti Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Senden istediği her hayrı Senden istiyor, yine nebin Hazreti Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem), şerrinden Sana sığındığı şeylerden de Sana sığınıyoruz.” dese, yine de şahsı adına bunu az görmelidir.
Efendimizin dua talebi
İki Cihan Serveri’nin kendisi kim bilir kaç sahabîden dua talebinde bulunmuştur. Meselâ rahatsızlandığı zaman Hazreti Âişe Validemiz’den dua talep etmiştir. Allah Resûlü (aleyhissalâtü vesselâm), ruhunun ufkuna yürümeden önce, derecesinin yükselmesi, Makam-ı Mahmud’un inkişafı, şefaat alanının genişlemesi, bütün ümmetini kucaklayabilecek imkân ve salahiyetin kendisine bahşedilmesi için ümmetine çektirilecek sıkıntılar, âdeta O’na da çektiriliyordu. Zaten, bir hadis-i şerifte de ifade buyrulduğu üzere, belaya en çok maruz kalanlar enbiya-i izamdır. Bu açıdan hastalık, bütün nebilerin sultanı olan Efendimiz’i hususiyle son zamanlarında, demir pençesine almıştı. Öyle ki, mübarek başının ağrısının dinmesi için, başına sımsıkı sargı sarıyordu. İşte Hazreti Âişe Vâlidemiz, bu durumdan kurtulması için Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) elinden tutuyor ve O’na dua ediyordu. Ancak son zamanlarda Hazreti Âişe Validemiz, yine O’na dua etmek üzere elinden tutmak istediğinde, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) elini çekmiş ve “Allah’ım yüce dostluğunu istiyorum.” demiştir. Yani Allah Resûlü, artık murad-ı İlahînin öteye müteveccih bir istikamette olduğunu anlamış ve kendi ruh ufkuna seyahatin söz konusu olduğu bir yerde elini çekmiş ve dua talebinde bulunmamıştır. Başka bir zaman Hazreti Ömer (radıyallâhu anh) umreye gitmek üzere Allah Resûlü’nden izin istediğinde ona izin verdikten sonra şöyle buyurmuştur: “Ey kardeşim, duanda bizi de unutma.” (Ebû Dâvud) Allah’ın himayesinde istiğna-i mukayyet içinde bir hayat geçirmesine ve Cenâb-ı Hakk’ın, kendisinin bütün dualarına icabet buyurmasına rağmen Efendimiz‘in (aleyhissalâtü vesselâm) Hazreti Ömer’den veya diğer sahâbîlerden dua talep etmesi, bu meselenin hafife alınmayacak derecede önemli bir mesele olduğunu gösterir.
En hızlı kabul olunan dua
Konuyla ilgili bir hadis-i şerifte Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “En süratle kabule karin olan dua, gâibin gâibe duasıdır.” (Ebû Dâvud) Hazreti Pîr de 23. Mektup’ta duanın kabulünün hangi şartlara müstenit olduğunu anlatırken, diğer şartların yanında bu hususu da zikrederek gıyaben yapılan duanın kabule karîn olacağının rahmet-i İlahiye’den kaviyyen ümit edileceğine dikkat çeker. Ayrıca Üstad hazretleri, eserlerinin birçok yerinde, “Sabah ve akşam duamda dâhilsiniz. Siz dahi beni duanıza dâhil ediniz. Şu âlemde mü’minin mü’mine karşı en büyük yardımı dua iledir.”, “Ahiret kardeşiniz olan Said ise her sabah-akşam dergâh-ı İlahî’de dua vasıtasıyla sizinle beraberdir.”, “Senden ve ahiret hemşirem yani ikinci validem ve kardeşimin muhtereme validesinden duanızı istiyorum. Madem duaya sizi ortak ediyorum; siz de benim duama âmin hükmünde olarak dua ediniz.”, “Ben onları duama dâhil ediyorum; onlar da bana dua etsinler.” gibi ifadelerle bu meselenin hafife alınmaması gerektiğini göstermiştir.
Dua-vefa ilişkisi
Kendisine dua emanet edilen insan, vefanın gereği olarak dua etmeyi ihmal etmemelidir. O, böyle bir talep karşısında, gerektiğinde geceleyin kalkmalı, teheccüt mü, vitr-i vacip mi, yoksa hacet namazı mı, hangi namazı kılacaksa kılmalı sonra da ellerini açıp başka dua edilecek isimlere dua ettikten sonra hiç olmazsa birkaç dakikasını da dua isteyen arkadaşına ayırmalıdır. Böylece kardeşine karşı vefa ve civanmertliğini ortaya koymuş olur. Çünkü o, bu dakikalarını kendisine ayırabilirdi. Sadece bir kere “Allah’ım beni Cennet-i Firdevsinle sevindir.” diyeceğine, bunu beş kere söyleyebilirdi. Fakat o, kendisi hakkında sadece bir defa bunu istedikten sonra Ali, Veli, Bekir, Osman, falan sınıf, filan zümre için de istemektedir. Böylece kardeşlerine karşı vefa borcunu, onları duasında yâd etmek suretiyle yerine getirmiş oluyor. Aslında bunun manası: “Allah’ım ben, Sana inanan, benimle aynı safta duran bir mü’min kardeşim için içimi döküp Senin vefana sığınıyorum.” demektir. Zira unutmamak lazım ki, hiç kimse Allah kadar vefalı olamaz.
Aynı şekilde diyelim ki size yüz kişilik bir liste getirip dediler ki: “Bunlar, dünyanın dört bir yanına seyahat eden, gittikleri yerlerde bursla çalışan, örneği kendinden bir hareketin bizi utandırmayan temsilcilerinden. Bu arkadaşlarımızın, gittikleri yerde dimdik durabilmesi, hizmetlerinin müessir olması ve orada herhangi bir gaileyle karşı karşıya kalmamaları için dua talep ediyoruz.” Hakkınızda bu kadar hüsn-i zan eden insanlara karşı siz de vefanın gereği olarak, Cenâb-ı Hakk’ın, rahmet ve lütfuyla dünya semasına nüzûl buyurduğu, buyurup “Dua eden yok mu, duasını kabul edeyim?” dediği eşref saatlerini değerlendirerek ellerinizi açmalı ve ister tanıyın ister tanımayın gelen listedeki isimleri okuyup onlara dua etmelisiniz.”
Son olarak da günümüzde bazılarının yaptıkları gibi, hususi dua ve kehanet evleri açma, oralarda gelene gidene muska yazma, bu işi bir meslek ve sanat hâline getirme gibi uygulamaların din-i mübîn-i İslâm’da yerinin olmadığını ifade etmemiz gerekir. Duanın yapılacağı yerler ve yapılma mülâhazası vardır. Ancak bu işin bir sanat hâline getirilerek şifanın ille de bu yolla oluyormuş gibi gösterilmesi dua edenin kendisine bir şeyler izafe etmesi mânâsına geleceğinden dolayı çok tehlikelidir. İnanan mü’minler olarak biz, her zaman temkinli olmalı, kendimizi düz insan olarak görmeli, düz insan nazarıyla dua etmeli ve bütün hayatımızı böyle bir şuur ve hassasiyet içinde geçirmeliyiz.
Haftanın duası
Ey Allah’ım! Şu âciz bendeni eli boş, ümidi kırık ve perişan bırakma. Sadece korktuğum tehlikelerden değil, hiç sezemediğim, tahmin bile edemediğim ve dolayısıyla da endişe duymadığım musibetlerden de beni emin eyle! Allah’ım! Şüphesiz ben bilerek herhangi bir şeyi şirk koşmaktan (eş ve ortak tanımak) sana sığınırım. Bilmeyerek işlemiş olduğum -şirk ve hatalarımın- bağışlanmasını Sen’den dilerim. Şüphesiz ki bütün gizli şeyleri ancak Sen bilirsin.
Sözün özü
Allah Resûlü sabah-akşam ‘Allah’ım, beni göz açıp kapayıncaya kadar nefsimle baş başa bırakma’ duasını dilinden düşürmüyordu. Eğer âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resûlü böyle davranıyorsa, bu bize bir işarettir ki, kimse garantinin zerresine sahip olduğunu iddia etmemelidir. Eğer O böyle diyorsa, Hz. Musa da, Hz. İsa da, Hz. Davut da öyle der. Kaldı ki bir başka yerde yine O, ‘Hiç kimse kendi ameliyle cennete giremez.’ buyurur.
- tarihinde hazırlandı.