Allah, adaleti ve iyiliği emreder

Fethullah Gülen: Allah, adaleti ve iyiliği emreder

Allah (celle celâluhu), yüce kitabında şöyle buyurur: “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size böyle öğüt verir.” (Nahl, 16/90)

Cenâb-ı Hak, bu ayette bilhassa idarecilere adaletli olmalarını ve kılı kırk yararcasına tebaanın hukukuna riayet etmelerini, yeme, içme, barınma… vb. gibi her türlü durumda onların mutluluk ve refahını ön planda tutarak onları görüp gözetmelerini emreder. Allah, idarecilere ihsanı emrederken onlara sanki şöyle der: Rabbiniz, sizi görüp gözetmekte, her hâlinizi bilmekte, hatta binlerce hâdiseyle sizi gördüğünü vicdanlarınıza duyurmakta ve her vesileyle mevcudiyetini size hissettirmektedir. Öyleyse siz de ona karşı mesuliyet ve mükellefiyetlerinizi yerine getirirken, her davranışınızın, O'nun tarafından bilinip görüldüğü şuuru içinde olunuz. Burada ihsanın tarifindeki mülâhazalar düşünülebilir.

Allah (celle celâluhu), ayrıca ayette, bütün servetin, halkın huzuru, saadeti, imana bağlı İslâmî bir düşünce ve telakkinin tabiatın bir derinliği haline getirilmesi istikametinde sarf edilmesini.. ve en yakın daireden başlayıp en uzak dairelere kadar, bu infak işinin yürütülmesini emretmektedir. Daha sonra ise onlara, ahlâksızlık, sapıklık, serkeşlik, isyan ve tuğyanın önünün mutlaka alınması mükellefiyetini yüklemekte ve onlardan, televizyon, sinema, gazete ve dergi gibi basın-yayın organlarının, neslin ahlâkını bozucu değil, millî ruh ve mana köklerimiz açısından düzenleyici bir hizmet vermelerini, planlamalarını, genç nesiller arasında dejenerasyon ve bohemliğin gelişmesine meydan vermemelerini istemektedir.

Kur'ân, “insanlar ahlâklı olsun” diyerek meseleyi sadece tavsiye niteliğiyle ele almamaktadır. Çünkü insanların ahlâklı olabilmeleri için ahlâksızlık, isyan, tuğyan yuvalarının ıslah edilmesi gerektiğini ve ıslah teşebbüsünde bulunulmasını ısrarla vurgular. Evet, Kur'ân-ı Kerim bir taraftan insanları, Allah'ın çirkin saydığı şeylerden nehyederken diğer taraftan da onları mazbut ve ruh insanları olarak yaşamaya davet eder. Ne var ki Kur'ân'a göre bu vazife, toplumun değişik katmanlarında farklı şekillerde değerlendirilir ve yorumlanır.

Ümit ve af ekseni

Kur'ân, açık günah işlemiş bir mücrime veya asi bir insana karşı özel bir yöntem uygular ve bununla onlara, doğrulup kendilerine gelme imkânı hazırlar. Bu konuda o, ister aile ister toplum ister millet isterse daha geniş ortamlarda böyle bir günah veya herhangi bir hata işleyen kimseye engin bir müsamaha ile yaklaşılmasını, ona afv u safh ile muamele edilmesini tavsiye eder ve bu konuda kendi talebelerine müsamaha, vakar ve ciddî olmayı yeğler. İşte örnek: “(O kullar), boş ve yaramaz sözlerle karşılaştıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler.” (Furkân, 25/72)

Evet, mü'min, fıska, fücura karşı Allah'ın gösterdiği yerde durur ve kararlıdır. Bu arada fuhşiyat ve ahlâksızlığın irtikâp edildiği bir yere bilmeyerek yolu düşmüşse o zaman da, fevkalâde âlicenâbâne ve civanmerdâne bir tavırla “selâm” verir ve yoluna devam eder, devam eder ve o mücrimlerin işledikleri kusuru, bir kusur olarak nazar-ı itibara alıp onların yüzlerine vurmaz ve onların dinden ve diyanetten uzaklaşmalarına sebebiyet verecek hareket ve davranışlarda bulunmaz.

Kur'ân-ı Kerim, bu âli prensipleri kendilerine düstur edinmiş hoşgörü ve müsamaha kahramanlarını da şu şekilde tavsif eder: “Rahmân'ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile hareket eder ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında da onları (incitmeksizin) ‘Selâm!' der (geçerler.)” (Furkân, 25/63)

Onlar, vakar ve ciddiyetleriyle mü'minlere örnek ve davranışlarıyla daima Kur'an ruhunu aksettiren Rahmân'ın has kullarıdırlar, yürürken Allah'ı hatırlatırlar, oturup kalkarken onun ahlâkını temsil ederler. Onların her türlü hâl, hareket ve davranışlarında, Allah ve Resûlü'ne (sallallâhu aleyhi ve sellem) ait yüksek ahlakı görmek mümkündür. Aynı zamanda onların vakar, ciddiyet, saygı ve edeplerinde her zaman Allah'a iman nümâyândır. Allah'ın bu hoşgörü ve müsamaha âbidesi kulları, cahillerin ve gafillerin bulunduğu bir yere uğradıklarında “selâm” vererek, onları dahi Allah'ın emn ü emanından mahrum bırakmak istemezler.

Kur'ân-ı Kerim, bu ifadeleriyle cahil, görgüsüz, bilgisiz ve günahkâr olanlara karşı bir mü'minin nasıl davranması gerektiğini açıkça ortaya koyar ve başka bir din ve kitapta görülmedik şekilde ümit ve af eksenli bir genişlik sergiler.

Allah ahlâkıyla ahlâklanmak

Allah ahlâkı ile ahlâklanmak, O'nun dış âlemler (âfâk) ve iç âlemler (enfüs)de bize duyurmak istediği şeyleri bir vâhidin birbirini tamamlayan iki yüzü gibi duyup değerlendirmek ve bütün hissettiklerimizi Kur'ân'a bağlayıp onda dinlemeye çalışmak...

Evet, biz, Kur'ân-ı Kerim'de hayat prensipleri olarak vaz'edilen meseleleri amelî olarak tam tatbik ettiğimiz zaman –Allah'ın tevfik ve inayetiyle– umum hayatımız da düzene bir ölçüde girecek, zannediyorum biz de işte o zaman ikilemlerden kurtulmuş olacağız.

Şu anda, hayatımızdaki bütün aksaklıkların arkasında böyle küllî bir nazar ve küllî bir değerlendirmenin bulunmayışını düşünüyor ve yerimizde saymayı böyle bir düalizme bağlıyoruz. Günümüzdeki süper devletlerin teknik ve teknolojik alandaki gelişmeleri kimseyi aldatmamalıdır. Zira onların bu hâlleri, bir ara ortaya çakan sonra da kaybolan şimşekler gibidir. Bu sözlerin manası, bazı totaliter sistemler örneğinde olduğu gibi, birkaç sene sonra kırılmalar ve çatırdamalar duyulduğu zaman daha iyi anlaşılacaktır.

Fıtrî olmayan ve kâinatta cari kanunlara uymayan hiçbir sistemin uzun ömürlü olması mümkün değildir. Zira fıtrata muhalif şeylerdeki iyilik emareleri, insanın bedeninde tedafüî tesiri olan bir kısım mualecelerin meydana getirdiği muvakkat sıhhat ve afiyet gibi bir duruma benzer ki kat'iyen mütemadi değildir. Bu, daha çok, beş dakika önce gözlerini açıp tebessüm ederek, yakınlarını sevindiren ve hemen arkasından da ahirete göçüp giden bir hastanın hâline benzer ki, çok parlak ve cazip görünen bu gayr-i tabiî ve fıtratı inkâr esası üzerine kurulmuş bütün bu kabil sistemler, kat'iyen uzun ömürlü olamayacakları gibi insanlığı da mutlu edemeyeceklerdir.

Bunun aksine bir de öyle devletler vardır ki bunlar temel esasları itibarıyla kâinatta cari kanunlara riayet ettiklerinden ötürü ayaktadırlar, ayakta durmaya devam etmektedirler ve işte bunlar istikbal vaad etmektedirler. Belli bir süreden beri mü'minler kâinatta cari kanunları ve şeriat-ı fıtriyeyi inkâr edip Kur'ân'ın düsturlarını da yaşamadıklarından sürüm sürümdürler ve hep gerilerin gerisinde kalmışlardır. Müslümanların içine düştükleri bu feci durumdan kurtulmaları için uyuşukluk ve tembelliği terk etmeleri, hem âyât-ı Kur'âniye'yi hem de âyât-ı tekvîniyeyi çok iyi okumaları şarttır. Zira mukaddes kitabımız olan Kur'ân-ı Kerim ile kâinat kitabı, bir bütünün ayrılmaz iki parçası gibidir. İster bizim iç âlemimize, ister dış âlemimize, ister kâinatın öteki yüzü, ister zâhirine dair yazılan her kitap, bir yönüyle Kur'ân-ı Kerim'in tefsiridir. İnsanlık, ancak bu kitaplara sımsıkı sarıldığı zaman, dünyasını cennetlere çevirip ötelerin koridoru hâline getirecektir.

Haftanın Duası

Her şeyin hakikî sahibi; mülkü dilediğine veren, dilediğinden de çekip alan; istediğini aziz istediğini de zelil kılan ve bütün iyilik ve güzellikler sadece Kendisinden olan Yüce Rabbimize sonsuz hamd ü senâ; O'nun sevgili Habibi, Efendiler Efendisi'ne, ehline ve ashabına salât ü selam ediyor, bu vesileyle bir kez daha yakarışa geçiyoruz: Rabb'imiz! Ümmet-i Muhammed'in başında dönüp duran kara bulutları kaldır... İçinde bulunduğumuz elîm durumdan bizi halâs eyle...

Sözün Özü

Hapishane, insanın terakki yolculuğunda bir uğrak olabilir. Nice devasa şahsiyetler, defalarca buraya girmiş çıkmıştır. Gerçekten hapishaneler, hürriyetin kısıtlanması itibarıyla menfî yönleri olsa da, günaha karşı kapalı bulunması, yapılacak ibadet ü taatlere riya ve süm'anın karışmama ihtimali gibi yönleriyle terakkiye çok müsait yerlerdir. Bediüzzaman, bu özelliğinden dolayı orada ibadetle geçirilen bir günün yirmi dört güne eşit olduğunu beyan etmiştir.