En büyük gayemiz Hakk’ın rızasıdır

Fethullah Gülen: En büyük gayemiz Hakk'ın rızasıdır

Umumi manada bakıldığında, derecesine göre, hemen bütün yeryüzünde çok ciddi seviyede, kronik çapta bir paranoya yaşandığı ve hemen her şeyden şüphe ve endişe duyulduğu görülmektedir. Hatta bazı yerlerde yaşanan paranoyanın, cinnet seviyesine ulaştığı söylenebilir. Hz. Pir'in yaklaşımıyla imkânât, vukuat yerine konuyor, daha sonra da bu imkânât üzerinden insanlar hakkında hükümler kesilip biçiliyor. Hatırlayacağınız üzere, Üstad Hazretleri, mahkemede karşısına çıkarılan asılsız isnat ve ithamlara mukabil bu hususa dikkat çekiyor; mahkeme hâkimi ve savcısının da bir cinayet işlemelerinin ihtimal dâhilinde olduğunu ve eğer ihtimallere göre insanlar derdest edilip istintaka tabi tutulacaklarsa, onların da mahkemeye çıkarılmaları gerektiğini ifade ediyor.

Evet, ihtimaller üzerine hüküm bina edip insanların geleceklerine dair bir kısım kurgular oluşturmak ve böylece hâlihazırdaki durumları itibarıyla onları potansiyel suçlu gibi göstermek ancak bir cinnet ifadesi olabilir. Fakat neylersin ki, dünyada işte böyle bir cinnet yaşanıyor. Dolayısıyla böylesine cinnet yaşayan insanlara, kendinizi anlatabilmeniz bir hayli zordur. Bu sebeple, öncelikle bu realiteyi kabul etmek gerekir. Daha sonra da ümitsizliğe kapılmadan, bıkkınlık göstermeden hüsn-ü niyetinizi, ileriye matuf hiçbir hesabınızın ve gizli ajandalarınızın bulunmadığını söz ve beyanlarınızla, tavır ve davranışlarınızla her fırsatta ifade edip ortaya koymalısınız.

Gizli ajandamız yok!

Evet, bizim ajandalarımızda ne gizli hesaplarımız ne de ileriye matuf herhangi bir planımız yoktur, olamaz. Şuna buna müdahale etme, bir şeyleri değiştirme gibi heva u heves peşinde koşma bizim duygu ve düşünce dünyamızdan fersah fersah uzaktır. Ben öyle zannediyorum ki, değil hayatını bu işe vakfetmiş, onun göbeğinde bulunan insanların rüyalarına; kenarından köşesinden gönüllüler hareketiyle münasebet tesis etmiş bulunan insanların rüyalarına dahi, böyle bir arzu misafir olmamıştır. Bu sebeple adanmış ruhlara, kendilerine isnat edilen şeyleri söylediğinizde, “Allah Allah! Siz neden bahsediyorsunuz ki!?” deyip, şaşkınlıkla saf saf yüzünüze bakacaklardır. Evet, onların hayal ve rüyalarında dahi, paranoya kaynaklı bu tür kurgular söz konusu değildir.

Hakk'ın rızasını en büyük hedef bilenler daha başta dünyanın en pahalı şeyine talip olmuşlardır ve bu sebeple onlar bu gaye-i hayali peyleme istikametinde bütün ömürlerini tüketseler yine de bunu az görürler. Bu gaye-i hayale ulaşabilmek için de i'lâ-yı kelimetullah yolunda koşturup durmayı ve nam-ı celîl-i ilâhînin dünyanın dört bir yanında şehbal açmasını sağlama istikametinde çalışıp çabalamayı en büyük bir vesile bilirler. Bilhassa günümüzde dinin doğru şekilde anlaşılmasını sağlama, yanlış ve çarpık yorumların önüne geçme, onları tashih etme bu mevzuda ayrı bir önem arz etmektedir. Evet, din adına hayırlı bir iş yaptığını zannedip şiddete başvuran, kan döken insanların tavır ve davranışlarının yanlış olduğunu anlatma, silm u selamet kökünden gelen İslam'ın gerçek hüviyetini ortaya koyma Allah rızasını tahsil etmenin en elverişli, en kestirme yollarından biridir.

İşte günümüzde inanan gönüller olarak bizler, Rabb'imizin rızasına ulaşmak için karınca kararınca böyle bir güzergâhı kullanma niyet ve gayretinde bulunuyoruz. Bu sebeple, doğru olan, doğruluk emriyle gelen ve doğruluğu telkin eden İslamiyet'in doğru anlaşılması istikametinde gayret sarf ediyor; onun evrenselliğini, bütün insanlığı kucaklayıcılığını gönüllere duyurmaya çalışıyoruz. Bu arada, değişik anlayış, dünya görüşü ve hayat felsefesine sahip insanlar arasında bir uzlaşma ortamı oluşturma ve böylece farklı kültür ve anlayıştaki insanlarla da paylaşabileceğimiz müşterek hususların bulunduğunu ortaya koyma gayretindeyiz.

Rabb'ime karşı ne vefasızlık gördünüz!?

Şimdi siz, ifade etmeye çalıştığımız bu yüce hakikatlere teşneyseniz, hayatınızı buna vakfetmişseniz, bunu bir adanmışlık şeklinde yerine getiriyorsanız, “şuna talipler, buna talipler” diye ileri sürülenler karşısında şaşırır kalır ve onlara talip olmayı tenezzül sayarsınız. Hatta kanaatimce günümüzde, adanmış ruhların samimi gayretlerle ortaya koyduğu bu kıymetli hizmet, (doğrudan doğruya iman hizmeti olması ve gönülleri hedeflemesi itibarıyla) İstanbul'un fethinin dahi on katı üstünde bir vazifedir. Bu sebeple, bana deseler ki: “Sen, bu arkadaşlar içinde, bugünkü hizmet anlayışından, duygu ve düşüncelerinden sıyrılırsan, Kanuni Sultan Süleyman'ın bile gidip geriye döndüğü Viyana'nın anahtarlarını sana vereceğiz.” Ben onlara karşı: “Allah aşkına siz, bende Rabb'ime karşı ne vefasızlık gördünüz ki, beni böyle bir tenezzüle çağırıyorsunuz.” derim. Evet, biz Allah'ın rızasına talip olmuşuz. Bu sebeple biz, bizim için önemli birer sermaye olan aklımızı, fikrimizi, düşüncelerimizi, hissiyatımızı, muhakememizi, mantığımızı Allah'ın bir kere vermiş olduğu hayatı değerlendirme mevzuunda kullanmaya çalışıyoruz. İşte bu düşünceler kanaat-i acizanemce, herkesin vird-i zebanı olmalıdır. Evet, her fırsatta, her yerde kapalı bir yanımızın olmadığını vurgulamalı, anlatmalı, tavır ve davranışlarımızla bunu ortaya koymalı, hareket ve faaliyetlerimizi de şeffafiyet içinde gerçekleştirmeli ve muhataplarımıza şeffafiyet içinde sunmalıyız.

Tanıdıkça önyargılar eriyecek

İnsan, bilmediğinin düşmanıdır. Hz. Pir, kâfirlerin Allah'a karşı düşmanlığını, münkirlerin İki Cihan Serveri'ne karşı olan adavetini onları tanımamaya bağlıyor.

Hakeza İslam düşmanlığını, İslam'ın temel esprisini, temel dinamik ve disiplinlerini bilmemeyle irtibatlandırıyor. Bu açıdan, adanmış ruhlar, bu konuda âdeta seferber olmalı, yapılan hizmetleri kendi kaynakları ve temel dinamikleriyle muhataplarına anlatmaya çalışmalıdır. Bu noktada Türkiye'deki eğitim müesseselerinin gezdirilip gösterilmesinin önemli bir vesile olduğu kanaatindeyim. Hatta götürülen misafirlere denilebilir ki; “Siz burada serbestsiniz; istediğiniz gibi hareket edebilirsiniz. İsterseniz gidin bizzat kendiniz talebelerin hissiyatlarının içine girin. İmkân ve kabiliyetlerinizi kullanıp onların ruhlarının derinliklerine matkap salın, düşüncelerini deşifre etmeye çalışın. Eğer gizli düşünceleri, gizli ajandaları, ajandalarında gizli bir kısım hesapları varsa onları ortaya çıkarın.” İnanın, bu mevzuda zerre kadar bir endişe ve tereddüt duymuyorum. Zira şimdiye kadar bu okullar binlerce kez teftiş edilmesine rağmen, kanun ve mevzuat açısından sorgulanmaya esas teşkil edebilecek herhangi bir şeyle karşılaşılmadı. Hem sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada; Hıristiyanlık, Yahudilik, Budizm, Brahmanizm, Şintoizm, Konfüçyüzm gibi farklı kültürlerin hâkim olduğu yerlerde de bu şekilde teftiş ve denetimler gerçekleştirildi ama o eğitim kurumlarına gidip de olumsuz kanaatle geriye dönen olmadı. Hâlbuki bu ülkelerden bazıları kuşku ve paranoya sistemi üzerine kurulmuş ülkelerdi. Dolayısıyla farklı anlayış ve kültürlere sahip bu ülkelerde on-on beş seneden beri nabız tutuluyor, kalbin ritimleri kontrol altında bulunduruluyor. Eğitim faaliyetleri bu ülkelerde de gerçekleştirildi. Farklı müesseseler aracılığıyla bu ülkelerin insanlarıyla da diyaloğa geçildi. İşte her şeyden kuşku duyulan bu ülkelerde dahi, şimdiye kadar insanlar, eğitim ve diyalog faaliyetleri hakkında olumsuz herhangi bir kanaate varmadılar.

Sözün özü

Kalp, insandaki bütün azaların kilidi, anahtarı durumundadır. Onda hâsıl olan bir arıza, manevi olarak diğerlerine de sirayet eder ve böyle bir durum da kulun, Allah'a teveccühüne mani olur. Hâsılı insan, sürçüp düştüğü an hemen tevbeye yönelmeli, günaha attığı ilk adımını geri çekip, açılan menfezi hemen anında kapatmalıdır ve Allah'ın rahmetiyle tekrar münasebete geçme yollarını aramalıdır.

Haftanın duası

Yâ Erhamerrâhimîn! Bizim, anne-babalarımızın, onların anne-babalarının, bize kılavuzluk yapan büyüklerimizin, bir harf bile olsa kendilerinden istifade ettiğimiz muallimlerimizin, hocalarımızın, onların hocalarının, sevdiklerimizin, sevenlerimizin, beldemizdeki insanların, milletimiz fertlerinin, kadın-erkek arkadaşlarımızın, dostlarımızın, kardeşlerimizin... ve bütün ümmet-i Muhammed'in günahlarını bağışla!