Takdim yerine
Sahabeyi gün yüzüne çıkaran en temel iksirdir sohbet. Muhterem Müellifimiz’in ifadeleriyle kalb, irade, his ve şuurlarını o Kutup Yıldızı’nın çevresinde dönmeye bağlamış bu aktif sabır kahramanları, en yüksek şâhikaların üveyki olma pâyesini bu hususiyetleriyle elde etmiş ve huzurun insibağından aldıkları feyizle hizmette de zirveleri tutmuşlardır ki “sohbet” pâyesiyle öne çıkan bu güzide topluluğa, “musâhabe kahramanları” mânâsına “ashab” denilmektedir.
Yeryüzünün en bahtiyar insanlarıdır ashab; ötelerden, ötelerin de ötesinden haber veren Zât’ın, göklerle irtibata geçtiği ânı müşahede etmiş; zâhiren aralarında duran ukbâ edalı bir beşerin, verâların verâsıyla münasebetine şahit olmuşlardır! Her gün yeni bir semavî sofranın başına kurulmuş, göklerin ve yerin Mâliki’nden gelen yeni yeni mesajlarla beslenmiş, hemen her hâdise ile alâkalı nâzil olan rahmet damlalarıyla sürekli yıkanıp arınmışlardır. “Kur’ân’ın mucizesi o altın nesil, vahyin canlandırıcılığı ve sohbetin insibağıyla âdeta yeniden dirilmiş; sürekli akıp duran mesajların arasında kendileriyle alâkalı bir hususu işittiklerinde, hatta bazen gizli bazen açık kendi isimlerini duyduklarında bütün bütün şahlanmış; sonra da mazhar oldukları bu en büyük nimeti başkalarına da duyurabilmek adına yollara dökülmüşlerdir ki bu canlılıklarının en temel kaynağı, İnsanlığın İftihar Tablosu Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile olan musâhabeleridir.
Öncelikle sohbet, çok şümullü bir kelimedir; her türlü nasihat ve irşat da bu sohbet mânâsına dahildir. Bilhassa maddi kılıcın kınına girdiği ve sözün “sultan” koltuğuna oturduğu demlerde sohbet, yunup yıkanmanın en temel unsuru hâline gelmiştir ki Fahr-i Âlem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), geleceğe ait tabloları resmettiği bir yerde buna dikkat çekmiş ve “nurdan minberler” üzerinde yükselen soluklara, peygamberlerin bile gıpta ile bakacaklarının haberini vermiştir. Demek ki müjdesi verilen dirilişin önemli bir yanınını, mev’izelerdeki sohbetler teşkil edecek, âhir zamanda ümmet-i Muhammed’e diriliş üfleyecek zevatın önemli unvanlarından birisi de “nâsih” olacaktır.
Bilindiği üzere Resûl-i Ekrem Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) lâl ü güher sözüyle din, bütünüyle nasihatten ibarettir ve dinin ruhu olan bu nasihatler de işte bu sohbet atmosferlerinin semeresidir ki bu, ferdî ve içtimaî plânda dinin yaşanıp yaşatılabilmesi için zaruret ölçüsünde bir ihtiyaçtır.
Sohbeti sohbet yapan en temel unsur, onun “Cânan” etrafında cereyan ediyor oluşudur; dış görünümü itibariyle sohbet edalı olsa bile dâyesinde marifetullah mayalanmayan birliktelikler sohbet sayılamaz!
Öte yandan sohbetin derinleşmesi ve muhatapların da katkısıyla enginlik kazanabilmesi için onun, hadisin ifadesiyle “tezâkür” boyutlu cereyan etmesi de ayrıca önemlidir.
Şu da bir gerçek ki hâl dilinin sohbeti, kâlden daha tesirlidir. Hatırlanacağı üzere Sultan-ı Rusül Efendimiz’in beyanlarına göre hakiki mü’min, görüldüğü zaman Allah’ı hatırlatan bir dildir. Her ne kadar her sohbette bu insibağdan bir yansıma bulunsa da Allah dostlarının sözlerinden, bakışlarından, yüz hatlarından, dudak ve el hareketlerinden öyle bir ruh ve mânâ akışı hâsıl olur ki onu, kitaplardan okuyarak elde etmek mümkün değildir. Bir hak erinin namazda kıvrım kıvrım kıvranmasının, huzur-u ilâhîde iki büklüm olmasının, kalbinin haşyetle çarpmasının ve yanaklarının gözyaşlarıyla ıslanmasının o meclise dolduracağı mânevî havayı doğrudan doğruya onun atmosferine girmeden ve onunla diz dize gelmeden teneffüs edebilmek imkânsızdır. Anlattığı konunun içine giren, oturduğu yerde kendini unutup resmettiği hâdisenin aktör veya figüranlarından birisi haline gelebilen ve âdeta “fenâ fi’s-sohbet” olabilen bir nefesin solukları, ölü gönüllere bile hayat üfleyen iksirlerdir. Zaten bir insanın diri kalabilmesi de, böylesine bir atmosferden beslenmesine ve oradan doldurduğu heybesini başkalarına da taşıyıp etrafına hayat üfleyebilmesine bağlıdır. Bu açıdan bakıldığında Müellifimiz’in, “Hâl ile hallolmayacak mesele yoktur!” şeklinde sıklıkla tekrarladığı hakikat, günümüz nâsihleri için çok şey ifade etse gerek!
Tabi ki sohbetin bu sihirli atmosferinden tam istifade edebilmek için, “niyet” ve “nazar” mutabakatının lüzumu da şarttır. Aksi halde sohbet edenle bu sohbeti dinleyen arasında, ay ve güneş tutulması manasında bir hüsuf ve küsufun yaşanması mukadderdir ki İki Cihan Serveri’nin sohbetiyle müşerref olduğu halde Ebû Leheb ve Ebû Cehil gibi daha nicelerinin, bu sohbet çağlayanından eli boş geri döndüğü; niyet ve nazarı tam olan Ebû Bekir’in zirvelere uçtuğu demlerde benliğine takılanların kuru bir inat uğruna yok olup gidişleri hiç unutulmamalıdır. Mîrî’nin dediği gibi nisan yağmurundan yılan zehir, sadef de inci devşirir!
İnsanı hakikate ulaştıran iki temel yoldan birisinin “sohbet”, diğerinin ise “hizmet” olduğu da unutulmamalıdır. Zira insanı “yaşatma” ufkuna ulaştırmayan sohbet, sohbet değildir; temsille hayat bulmayan, pratiğe dönüşüp yaşatma idealiyle insanı yollara düşürmeyen ve fark ettiği güzellikleri başkalarına da tattırmayı hedeflemeyen sohbetin semeresi yok hükmündedir. Zira küçük küçük pınarları sinesinde birleştirip dere yataklarında akıp gitmeyen, nehirlerle buluşup çağlayanlar halinde dağ ve ovaları aşamayan, okyanuslarla buluşup daha engin ufuklara yelken açmaya kapı aralamayan sohbetlerin yarını yoktur!
Şüphesiz böylesine engin bir sohbet zemininde gelişen “musâhabe” de sıradan değildir; bilakis o, enginliklere açık, zengin ve çok derinlikleri olan bir arkadaşlıktır. O aynı duygu, aynı düşünce, aynı davayı kucaklayan ve aynı şeyleri paylaşan insanların bir araya gelmeleriyle gerçekleşen, Zât-ı Ulûhiyet’i müzakere, İnsanlığın İftihar Tablosu’nu yâd etme, tevhid, tehlil, tesbih, tahmidle derinleşen bir sohbet arkadaşlığıdır. Bu, öylesine ukbâ buudlu bir arkadaşlıktır ki kabir bu arkadaşlığı engelleyemez, ölüm bu arkadaşlığın arasına giremez. Evet, “Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz cenupta, birimiz şimalde, birimiz dünyada, birimiz ukbâda olsak yine beraberiz.” mülâhazası etrafında gerçekleştirilen bir arkadaşlığa dünyada hiçbir şey mâni olamaz.
İşte, şu anda elinizde tutuyor olduğunuz “Sohbet Atmosferi” adlı eserimiz, dünden bugüne “nâsih” ünvanıyla tanıdığımız Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, işin bidâyetinden bu yana inşa ettiği bu atmosferin “sohbet” televvünlü yeni bir semeresidir. Aynı zamanda bu, bu iklim ve birikimin daha çok semere vereceğinin de bir habercisi. Zira işin başından itibaren Saâdet Asrı’ndaki bu sohbet coşkunluğunun taşındığı minberler, dünün referansıyla bugün ve yarınları şekillendiren birer dile dönüşmüş, bir sahabe hassasiyetiyle geleceği şekillendirecek bir “sohbet” zenginlik ve hazinesini semere vermiştir.
Şunu teslim etmemiz gerektir ki ülkemizde, Asr-ı Saâdet zenginlik ve coşkusunu bu ölçüde minber ve kürsülere taşıyan insan, şüphesiz Hocaefendi’dir. İlk günden itibaren her sohbetini o, başta Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) olmak üzere hep peygamberler ve sahâbe ile şekillendirmiş, vahyin insibağını muhataplarının gönlüne taşımak suretiyle memleket çapında çok farklı bir sohbet iklimi meydana getirmiştir. Hatta meseleyi daha da ileriye götürerek bu atmosferi cami cemaatinin sınırları dışına taşımış ve onu, daha büyük kitlelere de mâl edebilecek çok farklı, yeni ve orijinal kanallar oluşturmuştur. Bugün dünyanın dikkatini çeken ve İslam’ın geleceği adına yeni bir ümide dönüşen “musâhabe” erlerinin yetiştiği atmosfer de işte böylesine bir zemindir. Adeta bu sohbetlerle Hocaefendi, aradaki uzun zamanı tayyetmiş ve doğru kaynaktan beslenmeye muhtaç bugünkü neslin dudaklarını, vahiy ve nübüvvet musluğu ile birleştirmiş, bir taraftan kendi bünyesinde tecessüm ettirdiği o engin ruhu yansıtırken diğer yandan da gözü ilklere odaklı yepyeni bir musâhabe ve hizmet anlayışını şekillendirmiştir.
Şüphesiz her dilimi “Cânan” edalı bu atmosferin şekillendirdiği sohbetlere, mekanların cidarları kement vuramamış, bilakis o, örnekleri kendinden bir harekete dönüşerek dünyanın gün gören her beldesine taşmış ve ilk günlerde olduğu gibi hiç kimseyi dışarıda bırakmamak kaydıyla herkesin elinden tutabilmek için yollara dökülmüştür. Dünden bu yana heraklit görünümlü nice sesler tesirini bir bir yitirirken, küçülen dünyanın gözünde daha da büyüyerek hayranlık ve gıpta ile bakılan bu duruş, işte sözünü ettiğimiz bu sohbetlerin semeresidir. Hakkını teslim etmek gerektir ki dünyanın semasına artık cemre düşmüştür ve gelecek, atmosferin şartları ne olursa olsun dünya çapında bir bahara gebedir! Bu maya, Anadolu’nun bağrında gelişmiş, rüştünü de burada ispat ederek gün görmüş her noktaya ulaşmış, Allah Resûlü’nün Arafat musâhabesinden intikal eden bu en kutsal emaneti taşıma sevdasıyla her ev ve çadırın kapısında belirmeye başlamıştır. Bundan sonrası, bir yıllık semeresiyle Allah Resûlü’ne gelen ve “İçinde İslâm’ın konuşulmadığı hiçbir ev kalmadı!” müjdesini vererek Fahr-i Âlem Efendimiz’i sevindiren hicret eri Mus’abların gayretine bağlıdır! Asırlardır rehnedâr olan bir davanın ayağa kaldırıp dünkü canlılık içinde yeniden temsil edilebilmesi de, ancak böylesine bir musâhabeye bağlıdır!
Bu arada Sohbet Atmosferi’nin, 1980 öncesi dönemde gerçekleşmiş sohbetlerin semeresi olduğu unutulmamalıdır. Ülkenin kaos üstüne kaos solukladığı ve yıllardır imandan mahrum bırakılan nesillerin birbirini yok etmeye odaklandığı o günün şartlarında kendisine tevcih edilen pek çok soruya Hocaefendi’nin, muhatapların ve şartların durumunu nazar-ı itibara alarak irticalen verdiği cevapları ihtiva eden bu kitap, sohbet âdâb u erkânının anlatıldığı giriş mahiyetinde uzun bir yazı ile başlıca dört bölümden oluşmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Sohbet Atmosferi, Asr-ı Saâdet öncesi cahiliye günlerinden akıp gelen bir neslin, Resûl-i Kibriyâ’nın dirilten soluklarıyla şekillenip insanlığın muallimi olma yüceliğine yürüdüğü gibi bugünkü cehalet ve tefrikanın kasıp kavurduğu iklimden başlanarak, hangi şartlarda ve nasıl bir dönüşüm yaşadığının da en canlı bir şahididir.
Aynı zamanda ihtiva ettiği konuları itibariyle Sohbet Atmosferi, kainat ve insanı kuşatan zenginlikteki muhtevasıyla, aklın kurcaladığı ve cevabını aradığı birçok konuya açıklık getiren temel bir eser hüviyetindedir. Toplumun o gün sorduğu sorulara verilen cevapları bünyesinde barındırması yönüyle canlı ve günümüz insanının da aklına takılan hususları izah ediyor olmasıyla, aynı zamanda aktüel değeri olan bir kitaptır. Her şeyden önemlisi, Hocaefendi’nin musâhabe iklimini yansıtması bakımından duru ve şeffaf bir ayinedir!
Atmosferlerimizin “sohbet” insibağlı, aksiyonumuzun da “hizmet” yörüngeli olması ümidiyle...
- tarihinde hazırlandı.