Aldatan Dünya
Millet eğer varolmak istiyorsa, kendi azmine, kendi iradesine, kendi samimiyetine ve kendi fedakârlığına güvenmelidir. Başkalarına güvenip dayanarak başkalarından merhamet dilenerek, hasım bir dünyaya itimât ederek bir yere varılamayacağı artık ortadadır. Hatta, bu vaziyette bir yere varmak şöyle dursun, bulunduğumuz durumu muhafaza etmemiz bile oldukça zordur. Ve hele karşımızda, muvaffakiyetlerimizden rahatsız ve felâketlerimizi arzulayan düşman bir dünya bulunuyorsa...
Evet, karşımızda böyle bir dünya vardır ve bu dünya, asırlardan beri medeniyet dersi vermek iddiasıyla bizleri hep cehâlet ve barbarlıkla karalamış ve bir lahza olsun özündeki haçlı düşüncesinden kurtulamamış, kurtulma cehdini gösterememiş ve kurtulmak istememiştir.
Bugün dünyanın dörtbir yanında, firavunların zulüm ve istibdâdını, neronların hunharlık ve şekâvetini unutturacak bunca işgaller, katliamlar, yağmalar ve çeşit çeşit haksızlıkların sürüp gitmesine karşılık, İslâm düşmanlığında birleşen bu dünya insanları, olup biten şeyleri bir ölüm sessizliği içinde seyretmekte ve ihtimâl ki bir tiyatro sahnesinde görülüp duyulan şeylerden müteessir oldukları kadar müteessir olmamaktadırlar.
Hindu-kuş dağlarından Filipinlere, oradan da Balkanlara kadar koskoca bir dünyada, talihsiz masumların gözyaşları, ümitsizlik içinde çırpınan yüreklerin iniltisi, binler yüzbinler zavallı çocuk, genç ve beli bükülmüş mecâlsiz ihtiyarların, insan bozması bir kısım cellâtların elinde kesilip biçilmesi, her biri birer sanat hârikası olan medrese ve ma'bedlerin acımasızca yerle bir edilmesi gibi, birbirinden büyük bu kadar dev hâdise karşısında, medeniyetin beşiği ve kürsüsü olma iddiasında bulunan bu zalim dünyada, "artık yeter..!" diye haykıran kaç insan gösterebilirsiniz? Kaç insan gösterebilirsiniz ki, zulme, haksızlığa isyan ederek, riyâkârca dahi olsa, eski efendilerine karşı centilmence davranmıştır? İsyan etmek bir yana, yıllar var ki bu insafsız dünya, gazete, mecmua, televizyon ve radyosuyla sürekli olarak mazlumları tahkîr ve zâlimleri alkışlayan nâralarla inleyip durmuştur.
Bizler, kendi inanç, kanaat ve anlayışımıza göre, insanoğlunun bu kadar levsiyâta gömüleceğine, bu denli bayağılaşacağına ihtimâl vermesek bile, cihanın dörtbir yanında temsil edilen haince plânlar, seylaplar halinde akıtılan kanlar ve her biri birer mezar haline getiril şehirler, kasabalar tablo tablo eşi ve benzeri görülmedik bir vahşeti sergilemektedir.
Ah benim zavallı ve talihsiz insanım! Sen hep hüsn-ü kuruntularının, dost ve düşmanını tefrik edememenin kurbanı oldun! Her fırsatta merhametine sığındığın şu dünya, ne senin inilti ve ızdırapların, ne de imansız ve amansız zulümlerle ölüp ölüp dirilmelerin karşısında, kat'iyyen üzüntü ve teessür duymamıştır. Aksine, seylaplar halinde akıtılan kanları, yıkılan han umanları, birbirine düşürülen insanları ve sefalet içinde kıvranan yığınları kendi çıkarları istikametinde istismar etmiş ve hiçbir zaman samimi olmamıştır. Olmamıştır, çünkü ölen de öldüren de, çocukları yetim, kadınları dul kalan da hep Müslümanlardı. Ve bunların Müslümanlığı, her türlü medenice muameleden mahrum bırakılmaları için kâfi bir sebepti. Evet onun nazarında, bu mazlumlar dünyası sadece bir kısım muvâzaalarda kullanılmalı ve başkaca bir değer de atfedilmemeliydi. Ne onun varlık ve bekâ mücadelesi, ne de hak ve hürriyet kavgası kat'iyyen nazar-ı itibara alınmamalı ve desteklenmemeliydi. O, umumi hayat mücadelesinde ayıklanıp gidecekse gitmeli, şayet kalacaksa cânkeş olup işlerine yaramalı, canlı olup bütün bütün işlerini zorlaştırmamalıydı...
Ah uğursuz dünya; ah zâlim düşünce, ah aldatan şeytan! Bilmem ki ettiklerine hiç pişmanlık duyduğun oldu mu?..
Ne var ki; sen pişmanlık duysan da duymasan da, bunların hiçbirinin cezasız kalmayacağı, Allah'ın değişmeyen âdetine göre, mutlaka iğneden ipliğe her şeyin hesabının verileceği bir gün gelecek ve sen ma'şeri vicdan karşısında hacaletten iki büklüm olup inleyeceksin!
Keşke sen, henüz o gün gelmeden insanlığını idrak ederek yaptıklarından vazgeçebilseydin! Keşke bizler de, hasımlarımızın bu kadar kin ve nefretleri karşısında uyanıp kendimize gelebilseydik; kusurlarımızı görüp bizi perişan eden faktörleri en derin, en gizli noktalarına kadar tahlîl ve değerlendirmeye tâbi tutabilseydik! Acı dahi olsa, hakikatları haykırıp yanlış ve küflü kanaatleri esastan düzeltebilseydik! Garaz ve inadı bir tarafa bırakarak, bu millet ve onun duygu ve düşünce dünyasına hizmet etme etrafında birleşebilseydik..!
Sızıntı, Haziran 1987, Cilt 9, Sayı 101
- tarihinde hazırlandı.