Zekâtla İlgili Kavramlar
a. Zekât
Zekât, kelime mânâsı itibarıyla temizlemek, artmak, vasfetmek, lâyık olmak, güzellik, rahmet, salâh, medih ve bereket gibi değişik anlamlara gelmektedir.[1]
Muhtelif versiyonlarıyla zekât kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de farklı anlamlarıyla zikredilir: خُذْ مِنْ أمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيِهِمْ ِبِهَا
“Onların mallarından sadaka al ki o sadaka vasıtasıyla onları temizleyesin, kirlerinden arındırasın.”[2]قُلْ لِلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظوُا فُرُوجَهُمْ ذَلِكَ أزْكَى لَهُمْ
“Mü’minlere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, iffetlerini korusunlar. Bu onlar için en güzel, en nezih olanıdır.”[3]
قَدْ أفْلَحَ مَنْ زَكَّاهَا
“Nefsini tezkiye edip kötülüklerden arındıran kurtuldu.”[4]
قَدْ أفْلَحَ مَنْ تَزَكَّى
“İnkâr ve isyandan temizlenen kimse kurtuldu.”[5]
وَحَنَانًا مِنْ لَدُنَّا وَزَكَاةً
“O’na tarafımızdan bir şefkat ve bereket verdik.”[6]
ذَلِكُمْ أزْكَى لَكُمْ وَأطْهَرُ
“Bu sizin için daha temiz, daha nezihtir.”94
غُلَمًا زَكِيًّا “Şirkten, şaibe-i şirkten uzak, tertemiz bir çocuk”[7] نَفْسًا زَكيَّةً “Tertemiz, masum bir can”[8]
Istılahî mânâda ise zekât, belli bir miktarın üstünde mala sahip olan kimselerin, onun belirli bir kısmını, âyet-i kerîmede bildirilen yerlere vermesidir. Zekâtın diğer anlamlarını da düşünerek onu şu şekilde de tarif edebiliriz: Zekât, mü’minin, temizlenmek üzere, Cenab-ı Hakk’ın kendisine ihsan ettiği maldan, O’nun tayin buyurduğu yerlere, O’nun takdiri içinde ve belirli miktarda infak etmesi demektir. Bu izahlardan da anlaşılacağı üzere zekâtın verileceği yerleri ve onun minimum ölçüsünü Allah (celle celâluhu) tayin etmektedir.
Zekâtın sözlükteki temizlik anlamından yola çıkarak da şunları söyleyebiliriz: Çok yönlü içtimaî bir temizlik ameliyesi olan zekât sayesinde, veren, nefsindeki hodgamlık ve cimriliği, alan da kalbindeki kin ve hasedi temizlemiş olur. Yani zekât, iki yönlü bir tezkiye ameliyesi yapar. Allah (celle celâluhu), zekâtla, bir yandan vereni günahlardan temizleyip onu kurb-u huzuruna almaya hazır hâle getirdiği gibi, diğer yandan da alanı toplum içinde potansiyel suçlu olma noktasından kurtararak cemiyete faydalı bir fert hâline getirir. Daha açık bir ifadeyle zekât vesilesiyle zengin, cimrilik hasletinden temizlendiği için Ganiyy-i Mutlak olan Cenab-ı Hakk’a yaklaşmakta; fakir de sermaye, servet sahiplerine karşı kendisinde oluşabilecek kin ve haset hastalığından temizlendiği için zengine yaklaşmaktadır.
b. Sadaka
Sadaka, lügat anlamı itibarıyla doğruluk, sözü kabul etme ve tasdik gibi mânâlarda kullanılmıştır.[9] Kur’ân ve hadislerde ise, mânâsı daha da şumüllü ve geniş tabanlı bir ihsan ve iyilik kaynağı olarak karşımıza çıkar. Buna göre sadaka, yer yer farz olan zekât anlamında kullanıldığı gibi, bazen de bir başkasına iyilik etmek, hatta başkalarına zarar vermekten uzak durmak anlamlarında da kullanılmaktadır. Dolayısıyla mânâsı olabildiğince genişlik kazanmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim’den örnek vermek gerekirse mesela Hazreti Yusuf’a (aleyhisselâm), وَتَصَدَّقْ عَلَيْنَا “Bize tasadduk et, yardımda bulun.”[10] diyen kardeşleri, bu kelimeyi kullanmışlardır. Zekâtın verileceği sekiz grubun sayıldığı, إِنَّمَا ...الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاءِ وَالْمَسَاكِ ِين “Şüphesiz ki sadakalar fakirler,
miskinler... içindir.”99 âyetindeki sadaka kelimesi ise zekât anlamında kullanılmıştır.
Sadaka kelimesinin hadis-i şeriflerdeki kullanımına bakılacak olursa, yine çok geniş bir anlam yelpazesiyle karşılaşılacaktır. Mesela nisap miktarlarının anlatıldığı hadislerin bir çoğunda sadaka tabiri zekât mânâsında kullanılırken, daha başka hadislerde ise, iyilik etme, yardımda bulunma anlamlarında kullanılmış, hatta Allah rızası için yapılan her şeyi kapsayacak şekilde mânâ çerçevesi geniş tutulmuştur.
Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) şu hadislerinde bu mânâlar açıkça görülmektedir. Peygamber Efendimiz buyurur ki; عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ صَدَقَةٌ
“Her Müslümanın sadaka vermesi gerekir.”
Sahabe-i güzin sorar: “Ey Allah’ın Peygamberi, buna imkân bulamayan ne yapmalı?”
Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem): يَعْمَلُ ِبِيَدِهِ فَيَنْفَعُ نَفْسَهُ وَيَتَصَدَّقُ “Kendi el emeğiyle çalışır, hem kendisine faydası olur hem de tasadduk eder.” diye cevap verir.
– Buna da imkânı yoksa yâ Resulallah?
يعِينُ ذَا الحَاجَةِ الْمَلْهُوفَ
“Zorda kalmış ihtiyaç sahibine yardım eder.”– Buna da gücü yetmezse? فَلْيَعْمَلْ ِبِالْمَعْرُوفِ وَلْيُمْسِكْ عَنِ الشَّرِّ فَإِنَّهَا لَهُ صَدَقَةٌ
“İyilik yapar ve kötülük yapmaktan kendini korur. Şüphesiz bu da onun için bir sadakadır.”[11]
Görüldüğü üzere Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) sadakanın taban itibarıyla genişliğine dikkat çekmiştir.
Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Hazreti Ebû Zerr’e (radıyallâhu anh) olan tavsiyesi de bu minvaldedir. Zira Hazreti Ebû Zer, “Ya Resûlallah! Şayet bir işe gücüm yetmez duruma gelirsem (hayırlı iş olarak) ne yapayım?” diye sorduğunda, aldığı cevap şu olmuştur: تَكُفُّ شَرَّكَ عَنِ النَّاسِ فَإِنَّهَا صَدَقَةٌ مِنْكَ عَلَى نَفْسِكَ
“İnsanlara kötülük yapmaktan uzak durursun. Çünkü bu da, senin, nefsine karşı sadakandır.”[12]
Görüldüğü gibi Kur’ân-ı Kerim ve hadislerde kullanılan sadaka tabiri, mânâsı itibarıyla çok şümullü, âdeta hayatın tamamını içine alacak genişliktedir.
Istılahî olarak kullanıldığındaki mânâsına gelince sadaka, sevabı Allah’tan (celle celâluhu) beklenilerek başkalarına yapılan her türlü maddî yardımı ifade eder ki,102 günümüzde sadaka denilince de genel itibarıyla bu anlaşılmaktadır.
Bütün bu izahlardan sonra zekâtla sadaka mukayese edilecek olursa; sadaka, her türlü maddî yardımı (hatta daha geniş mânâsı itibarıyla Allah için yapılan her şeyi) ifade etmesine karşılık zekât, belli şartlarla kayıtlı maddî yardımları ifade eder ki bu mânâda, “Her zekât sadakadır; fakat her sadaka zekât değildir.” denilebilir.
c. İnfak
İnfak fiili, “n-f-k” kökünden türemiştir ve başka bazı sözlük anlamlarının yanında büyük çoğunlukla sarf etmek/harcamak mânâsında kullanıldığına şahit olmaktayız.
يَاأيُّهَا الَّذِينَ آمَنوُا أنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ
“Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak edin!”[13] âyeti başta olmak üzere daha sonra zikredilecek olan birçok âyette işte bu tasadduk manası çok açık olarak görülmektedir.[14] Allah yolunda tasaddukta bulunulması veya farz olan zekâtın verilmesini emreden birçok âyette de yine infak tabiri kullanılmıştır ki bu, ihtiyaç anında emredilen yerlere malın sarf edilmesi demektir.[15]
Buradan hareketle diyebiliriz ki infak, bazı yönleri itibarıyla zekâtla bütünleşmiş olmasına rağmen, muhteva itibarıyla zekâttan daha şumüllü ve kapsamlı bir kelimedir.
İnfak kavramı hadis-i şeriflerde de sarf etme ve harcama anlamında kullanılmıştır ki, Hazreti Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) yoluyla bize ulaşan bir kudsî hadiste Resûlüllah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: Cenab-ı Allah ferman buyurdu:
أنْفِقْ يَا ابْنَ آدَمَ أنْفِقْ عَلَيْكَ
“Ey Âdemoğlu, sen Allah yolunda malını sarf et ki, Ben de sana infakta bulunayım.”[16] hadis-i şerifi bu konuda ilk akla gelen örneklerden biridir.
d. Öşür
Öşür, sözlük anlamı itibarıyla onda bir demektir. Kur’ân-ı Kerim’de geçen “mi’şâr” da aynı köktendir ve yaklaşık olarak
“Bunlar, onlara وَمَا بَلَغُوا مِعْشَارَ مَا آتَيْنَاهُمْ aynı mânâya gelir:
verdiklerimizin onda birine bile erişememişlerdir.”[17] Âyette, Mekke müşriklerinin güç ve kuvvette kendilerinden önce geçen kavimlere nispette onda bir bile olamadıkları anlatılmaktadır.
Istılahî mânâda ise öşür, toprak mahsullerinin zekâtı için kullanılan bir tabirdir. Bu mahsullerden elde edilen ürünün zekâtı 1/10 (bazı durumlarda 1/20) olarak verildiği için bu ismi almıştır.
Yeri geldiğinde öşür bahsini müstakil olarak ele alıp, nisap miktarı ve öşür alanına giren maddelere değindikten sonra onun ekonomi adına getirdiği faydalara da dikkatleri çekmeye çalışacağımız için burada bu kadar malumatla iktifa ediyoruz.
e. Nevâib
Sözlük anlamı itibarıyla yerine geçme, musibet, felâket ve âfet gibi mânâlara gelen nevâib kelimesi,[18] emniyetin temini, umumi sulhün sağlanması ve asker sevkiyatı gibi olağanüstü durumlarda, farz olan zekâtın dışında insanlardan alınan mal veya paraya denilmektedir.[19]
Zekât için farz kılınan miktarlar, Allah yolunda verilecek miktarın alt limitidir; üstü için herhangi bir sınır konmamıştır. İsteyen, istediği kadar infakta bulunabileceği gibi, ihtiyaç durumunda umumi himmete müracaat edilerek halktan daha fazlası da istenebilir. Kur’ân’ın ortaya koyduğu genel esaslardan da çıkarabileceğimiz bu hükmü, Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayat-ı seniyyelerinde bizzat tatbik etmiş ve pratik hayatta bunun canlı misallerini ortaya koymuştur. Mesela Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Tebük seferi öncesinde gerekli olan savaş hazırlığını yapabilmek için sahabe-i kiramın himmetlerine müracaat etmiştir. Orada, malının tamamını getirenin bile bağışı kabul edilmiş, geri çevrilmemiştir.[20] Hâlbuki böyle acil bir ihtiyacın söz konusu olmadığı durumlarda Sa’d İbn Ebî Vakkâs gibi niceleri, Resûlullah’a (sallallâhu aleyhi ve sellem) mallarının tamamını infak etmeyi teklif etmişler; ancak üçte birini kabul ettirebilmişlerdir.
Burada da teferruata girmeden bu kadar malumatla yetinip, bir sonraki başlıkta zekâtın menşei ve tarih içinde geçirdiği safhalara üzerinde durmak istiyoruz.
[1] İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, 14/358.
[2] Tevbe sûresi, 9/103.
[3] Nûr sûresi, 24/28.
[4] Şems sûresi, 91/9.
[5] A’lâ sûresi, 87/14.
[6] Meryem sûresi, 19/13. 94 Bakara sûresi, 2/232.
[7] Meryem sûresi, 19/19.
[8] Kehf sûresi, 18/74.
[9] İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, 10/193 vd.
[10] Yûsuf sûresi, 12/88. 99 Tevbe sûresi, 9/60.
[11] Buhârî, zekât 30, edeb 33; Müslim, zekât 50.
[12] Buhârî, ıtk 2; Müslim, imân 136. 102 Isfehânî, el-Müfredât, s. 480.
[13] Bakara sûresi, 2/254; Münâfikûn sûresi, 63/10.
[14] Bkz.: Bakara sûresi, 2/195; 254; 267; Yâsîn sûresi, 36/47; Hadîd sûresi, 57/7; Münâfikûn sûresi, 63/10.
[15] el-Cürcânî, et-Ta’rîfât, s. 57.
[16] Buhârî, nafâkât 1, tevhîd 35; Müslim, zekât 36.
[17] Sebe sûresi, 34/45.
[18] İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, 1/774.
[19] et-Tehânevî, Kitâbu ıstılâhâti’l-fünûn, 3/1373.
[20] Bkz.: İbn Kesîr, el-Bidâye, 5/4-5. 111 Zuhruf sûresi, 43/32.
- tarihinde hazırlandı.