Mamak Günleri: Yusuf Bilgin Anlatıyor
Yusuf Bilgin kimdir?
1938 yılında Yozgat'ın Derbent köyünde dünyaya geldi. Doğumu, nüfus kâğıdında 1941 olarak geçiyor. İlköğrenimini köyünde tamamladı. Ailesi 1954 sonbaharında Derbent köyünden Çorum'un Alaca ilçesine göç etti. Babası emekli vaiz Ahmet Bilgin Hocaefendi'den Arapça, sarf, nahiv, tefsir, hadis ve fıkıh dersleri aldı. 1964 yılı başında askerden terhis olduktan sonra evli ve dört çocuklu bir baba olduğu halde imam-hatip okulunun orta ve lise kısmını dışarıdan bitirmek için çalışmalara başladı. 1969'da girdiği Konya Yüksek İslam Enstitüsü'nden 1973 yılında mezun oldu.
Devrekani, Sungurlu, Çankaya (Ankara), Çiçekdağı, Keşan, Yıldırım (Bursa) ilçelerinde müftülük; Ankara ve Bursa merkez vaizliklerinde ve yurtdışında Belçika'da vazife yaptı. 1995 yılında emekli oldu. Üçü erkek, ikisi kız olmak üzere beş çocuk babasıdır. Halen çevresinden gelen istekler üzerine talebe okutmakta, belli günlerde davet edildiği vaaz ve konferanslara gitmektedir.
Yusuf Bilgin 1962 yılında Ankara Mamak Muhabere Alayı'nda Fethullah Gülen Hocaefendi ile acemilik dönemi askerliğini beraber geçirdi. O günlere ve daha sonraki günlere ait bazı hatıralarını şöyle anlatıyor:
Askerlik öncesinde Fethullah Gülen Hocaefendi'yi tanıyor muydunuz?
Askere gitmeden önce Fethullah Gülen Hocaefendi'nin ismini duymuştum. Fakat kendisini görmek kısmet olmamıştı. Ben o zamanlar Çorum Alaca'da bulunuyordum. 1955'lerden sonra kendi aramızda bazı arkadaşlarla risaleleri okuyorduk. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Risale-i Nurları gayet iyi anladığı ve önde olan kişilerden olduğunu duyardık. Tabii o askerden önce Edirne'de vazife yapmış, vaazlar vermişti.
Kaç yılında asker oldunuz? Hocaefendi ile tanışmanız nasıl oldu?
Fethullah Gülen Hocaefendi nüfus kağıdına göre 1941 doğumlu olduğu için bu grubun son tertibi olarak 1961 yılının son aylarında (11 Kasım 1961) askerliğe intisap etmiş. Ben de 25 Ocak 1962 tarihinde askerliğe intisap ettim. Dolayısıyla Fethullah Gülen Hocaefendi benden iki ay kadar kıdemlidir. Hocaefendi Birinci Telsiz Bölüğü'nde, ben de İkinci Telsiz Bölüğü'nde bulunuyordum. Mamak Muhabere Alayı'nın içinde sacdan yapılmış ve cami olarak kullanılan, 30-40 kişi kadar ancak insan alabilecek küçük bir mescidimiz vardı. Zamanımız kısıtlı da olsa namazlarımızı orada kılardık. Namaz kılmaya gelenler fazla değildi. Devamlı beş vakit kılan çok azdı. Zaman içinde namaz kılanları tanımaya başladım. O küçücük camide sürekli namaz kıldıran ve Cuma günleri hutbe veren değişik üslubu olan bir hoca vardı. Çok dikkatimi çekmişti. Vakit darlığından dolayı fazla konuşamıyorduk. Fakat değişik bir üslubu olan bu hocanın sürekli oraya namaz kılmaya geldiğini gördüm. Yanında bir iki arkadaşı daha vardı. İlk tanışmamız bu küçük mescitte oldu. O da beni fark etmiş olacak ki, bir namazdan sonra konuşup tanıştık. Kısa zamanda görüşmelerimiz arttı, samimi ve birbirimize yakın olduk. Mescidi namaz dışında açık bulundurmazlardı. Namazdan sonra hemen kapatırlardı. O yüzden mescitte oturup sohbet etmemiz zor oluyordu. Bu yüzden görüşmelerimiz çarşı izinlerinde daha rahattı.
Hocaefendi'yle ilgili ilk intibalarınız nasıldı?
Hocaefendi bende ilk etapta çok kapasiteli, çok çaplı ve ciddi bir intiba bıraktı. O küçük mescitte islami ve imanî konular üzerine konuşmalar yapar, sohbet ederdi. Derin bir dini ilim tahsiline sahipti. Bunun yanısıra Risale-i Nurlara çok vakıftı. Sohbetlerini Risalelerden pasajlarla süslerdi. Yeni çıkan eserlerin tamamını gözden geçirir, gazete ve mecmua gibi yayınları yakından takip ederdi. Basını ihmal etmezdi. Olayları güncel olarak takip eder, duruma göre yorumlarda bulunurdu. Hafızası oldukça güçlü ve zeki bir hocaefendi idi. Giyim ve kuşamına dikkat ederdi. Üstüne giydiği elbiseyi kendine yakıştırır, şık görünürdü. Düzenli ve temizdi. Kendi işini kendi yapardı, kimseden kendisiyle ilgili bir şey yapmasını istemezdi. Çamaşırlarını kendi yıkardı. Biz fazla alışık olmadığımızdan zorlanırdık. Ama Hocaefendi buz gibi suyla çamaşırlarını yıkar, banyosunu bile soğuk suyla yapardı. Toplu yıkanan hamamlara gitmezdi. Ben daha sonra akrabalarıma evci çıktım. Ondan sonra biraz rahat etmiştim. O yine zor şartlarda kendi işini kendi görmeye devam etti.
Hocaefendi'nin düşünce tarzı nasıldı?
Beraber olduğumuz süre içinde Hocaefendi'nin yaptığı konuşmalardan onun çok geniş çaplı düşündüğünü gördüm. Uzak görüşlü ifadelerde bulunurdu. Düşünce perspektifini geniş tutardı. İslam âlemi ve insanlığın dertlerine değinir, problemlerin çözümü konusunda değişik alternatif metotlar ileri sürerdi. İnsanlığın bilhassa insanımızın cehaletinin giderilmesi konusunda detaylı plan ve programlar yapardı. Bu plan ve programların zamanla hayata geçirilmesi için çok çalışılması ve fedakâr insanların bu işe destek vermelerini isterdi. Bu düşüncelerinden bir tanesi benim de 1970 yılında ziyarete gittiğim İzmir'de talebeler için kurduğu yaz kampları idi. Orada samimi ve gayretli talebelerin yetişmesi için koşturuyordu. O kamplarda bir kaç saat kalmama rağmen nasıl bir manevi hava içinde kaldığımı ifade edemem. Şuurlu ve disiplinli bir neslin yetiştirilmesi için çalışıyordu.
Askerde en dikkat çeken yönü ne idi? Vaaz ve sohbet eder miydi?
Hocaefendi, komutanlarına ve askerlik kurallarına karşı dikkatli idi. Ben ikinci bölükte olduğum için nöbetleri hakkında fazla bilgim yok. Ama sanıyorum nöbetlerini muntazaman tutmuştur. Asker arkadaşları ile ilişkileri çok iyi idi. Tanısın tanımasın herkese candan ve samimi davranırdı. Hatta subaylardan kendisine yakın ilgi duyanlar vardı. Çünkü camide yaptığı konuşmalar dikkat çekmişti. Cuma günleri güzel konuşmalar yapıyor, hutbe irad ediyor ve namaz kıldırıyordu.
Bunlardan en dikkat çekeni 1962 yılı Kurban Bayramı'nda yaptığı konuşmadır. Kurban Bayramı 14 Mayıs 1962 günü idi. Mevsim bahar, havalar sıcak olduğundan bütün muhabere alayının ne kadar birlik ve bölüğü varsa meydanda toplanmış, er, subay ve komutanlar herkes Hocaefendi'nin bayram vaazını dinlemişti. Vaazdan sonra bayram namazını kıldırdı. Bu itibarla kısa zamanda geniş bir çevresi oluştu. Sevilen, sayılan bir konumu vardı. O zamanlar komutanlardan camiye gelenler oluyordu. Hocaefendi'yi yakından tanımaları bundandır.
Fethullah Gülen Hocaefendi Mamak'taki askerlik günlerine ait komutanlarla ilişkisini şöyle anlatıyor:
Teslim olduğumda zannediyorum 10 Kasım'dı. Mehmet Mutlu o zamanlar üsteğmendi. Zaten yarbaylıktan da emekli oldu. Bizim bölük komutanı Yılmaz Bey, onun Harbiye'den arkadaşıymış ve gelip beni bölük komutanına lanse etti. Ayrıca Kurmay Başkanı Reşat Taylan'a ben de Edirne'deki bir yakınından selam getirmiştim. Hatta benimle ona badem ezmesi göndermişlerdi. Cenab-ı Hakk'ın inayetiyle böyle korunmaya alındım.
Mamak bir garip yerdir. Birinci Tabur, Birinci Muharebe bölüğü.. Benden iki yaş büyük amcam (Seyfullah) da burada askerlik yapmış.
Bir gün talim yapıyoruz. Bölük komutanı beni çağırarak "Hoca sen misin" dedi. "Evet" dedim. İlave etti: "Benim hanımım hasta. Getireyim de ona bir oku!" dedi. Ben de ona "ben öyle okuma filan bilmem, eğer siz okumanın tesirli olacağına inanıyorsanız sizin okumanız daha muvafık olur" dedim. Meğer beni deniyormuş ve ben de itikadımın mükafatını gördüm. Bölük komutanı beni belli ölçüde korudu. Rahat edeyim diye de beni telsizci yaptılar. Tabii kurs görmek için dört ay daha kaldık. Ankara'da kaldığım dönem benim için çok sıkıntılı oldu.
Asker arkadaşları var mıydı? Nasıl davranırdı?
Hocaefendi'yi askerde ziyaretine gelenler olurdu. Ben onun çevresini fazla tanımadığımdan bu konuda fazla bir bilgim yok. Erzurum'da bulunan anne babasına mektup atar, onlarla yazışırdı.
Kendisine yakın asker arkadaşları içinde Mehmet Dinçer adında Urfa Viranşehir'den gayretli, imanlı bir arkadaş vardı. Garnizon içinde namaz kılan bütün arkadaşların ranza numaralarını almıştı. Sabah namazından önce kalkar, koğuşları dolaşarak numarasını aldığı bütün arkadaşları namaza çağırırdı. Eğer henüz kalkmadıysa Hocaefendi'yi de kaldırırdı. Hocaefendi "Küçük Dünyam" isimli eserinde bu arkadaştan bahseder. Fakat her nasılsa bizi unutmuş! Ayrıca Konyalı Ahmet Bezirci, Niğdeli terzi Cumali Koçak bunlardan bazıları idi.
Askerde namazları hemen hemen her zaman çok sıkışık durumlarda kılardık. Bazen namaz vakti, eğitim saatleriyle çakışırdı. Bakarsın tam tâdat zamanına rastlardı. Ancak başka türlü bir kaytarma durumu olmazsa namaz için müsamaha ederlerdi. Bu müsamaha subayların durumuna göre değişirdi. Bölüğümüz ayrı olduğundan dolayı Hocaefendi'nin Küçük Dünyam'da anlattığı namazdan dolayı dayak yeme hadisesini görmedim. Belki benden önceki ilk acemi günlerinde olmuş olabilir.
Talat Aydemir Hadisesini anlatır mısınız?
27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra sular henüz durulmamıştı. Askeriyenin komuta kademelerinde hâlâ darbe konuşuluyor, hâlâ darbe girişimleri yaşanıyordu. Talat Aydemir'in de bir darbe girişimi olmuştu. Bizim henüz askerliğimizin başındaydı, tam acemilik günlerimize isabet etmişti. Soğuk bir kış yaşanıyordu. Kulağımıza gelen haberlere göre bizim alay bu darbe girişiminde suçlu imiş. Tüfeklerimizin mekanizmalarını söküp aldılar. Tüfekleri adeta bir sopa gibi kullanarak askeri eğitimimize devam ettik. Ne olup bittiğini de fazla bilemiyorduk. Sorup soracağımız kimse yoktu. Komutanlara da soramazdık. Bir süre sonra tüfeklerimizin mekanizmalarını geri verdiler ve normal düzene geçtik. Bu olay sırasında Hocaefendi nasıl bir tavır aldı, nasıl davrandı bilemiyorum. Ancak bu darbe girişiminde bulunanlara çok kızıyordu. Hatta muhabere okulu komutanına bile çıkmayı düşünüyordu. Onun böyle kritik meselelerden haberdar oluşunu sezerdim. Önemli kişilerle görüşürdü. Bu olayda kimin güçlü, kimin suçlu olduğunu biliyordu.
Bizim binbaşı Ali Elverdi doğruca Radyoevi'ne gidip orayı zaptetti. Askeriye içinde birbirine karşı olan birkaç grup Kızılay ve Yenişehir gibi yerlerde karşı karşıya geldiler, sürtüşmeler oldu. Telsizin başında olduğum için duyardım. "Hakkınızı helal edin biz gidiyoruz" diye söylerlerdi. Telsizle bütün birlikler çatışmaya çağrılıyordu.
Birlikler tamamen bir yere bağlanmak istemiyorlardı, adeta bir başı boşluk yaşanıyordu. Ordunun içinde olan bazı pazarlıkların yansıması gibi geliyordu bana, "kim üstün gelecek, kim idareyi ele alacak" mücadelesi veriliyordu. Başkaldıranlar bu fırsatı bekliyorlardı. Bölüklerin subayları karma karışıktı, nöbet tutmaya korkuyla gidiliyordu.
Talat Aydemir'in mahkemeleri bizim Mamak'taki askeri mahkemede oldu. Orada aynı zamanda askeri hapishaneler de vardı. Aydemir'in mahkeme süreci hakkında malumatımız olmazdı, ancak Fethullah Gülen Hocaefendi'den duyardık. O, tanıdığı bazı subaylarla konuşur, bilgi edinirmiş. Biz de ondan duyduklarımızla yetinirdik.
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin acemilik dönemi geçirdiği Mamak'ta yaşanan Talat Aydemir hadisesini şöyle anlatıyor:
O sene Ankara'ya çok kar yağdı. Zaten Kasım ayında teslim olmuştum. Şubat ayında Talat Aydemir hadisesi(1) patlak verdi. Ve Mamak 15 bin mevcuduyla bu hadiseyi destekledi.
Malum, Talat Aydemir, 27 Mayıs İhtilalini destekleyenlerden. O sırada Kara Harp Okulu Komutanı. İhtilalde Harp Okulu'nun çok büyük desteği oldu. Talebeleri sokağa döktüler, radyoevini onlarla teslim aldılar,
Ankara'da asayişi onlarla temin ettiler. Yedeksubay Okulu da o zaman Mamak'taydı. Sokağa dökülenler arasında bunlar da vardı. Hatta, Muhabere Astsubay Okulu talebeleri için de aynı şey söyleniyordu. Bir yönüyle ihtilali bunlar yapmıştı. Cemal Madanoğlu ve Sıdkı Ulay gibi sola meyilli insanlar da bu ihtilali desteklemişlerdi. İhtilalden sonra Türkeş ve arkadaşlarını çeşitli yerlere ataşe olarak gönderdiler. Nasılsa Talat Aydemir kalmış.
Talat Aydemir, 27 Mayıs'ı yapanlara karşı yeni bir ihtilal yapma teşebbüsüne girdi. O zamanlar İsmet Paşa hâkim durumda. Talat Aydemir, Mussolini kafasında bir adam. Gelseydi, aynen Mussolini gibi hareket edecekti. O ve yakından onu destekleyenler tamamen diktatör insanlardı. Dinle diyanetle alakaları yoktu. Hatta maneviyatla alay ederlerdi.
İhtilâl teşebbüsü olmadan bir ay evvelinden hazırlıklara başlandı. Bize hakiki mermi verdiler. Karda kışta, tel örgü boyu nöbet tutuyorduk. Hele son günler iyice sıkıydı. Kar altında sekiz saat nöbet tuttuğumu biliyorum. Bir de Ramazan(2) ayı olduğu için, oruç tutuyorum. Yemek yeme fırsatı bulamıyordum. Cebime bisküvi koyar, içtimada subay bana doğru bakmıyorsa ağzıma bir tane atardım. Bu bazen sahur, bazen da benim için iftar olurdu. Namazlarımın çoğu nöbete denk geliyordu. Namazımı yine terk etmiyordum.
Son gece hepimiz pür heyecandık. Radyo Evini bir onlar, bir bizim taraf teslim alıyordu. Önce ihtilâl ilan ediliyor, ardından "asiler bastırıldı" deniyordu. 28. Tümen hükümet tarafındaymış. Tabii ki, biz bunun farkına daha sonra vardık. Üzerimize uçaklar uçmaya başladı. Niyetleri Mamak'ı ortadan kaldırmakmış. Bizim taraf teslim oldu.
Sabah umumî bir içtima yapıldı. İçtimada silahlar da yanımızdaydı. Ceza olarak silahlarımızın mekanizmalarını aldılar. Elimizde sadece boru gibi bir demir parçası kalmıştı. İki ay kadar da dışarıya çıkmama cezası verdiler. İki ay, muhabere ve temel eğitim kursları gördük.
Dışarıya çıkmadığım için, ben kendimi bütünüyle ibadete verdim. Kış geceleri uzun olduğundan erkenden mescide gidiyor ve gece geç vakitlere kadar ibadetle meşgul oluyordum. Duygu ve düşünce dünyamın iyice durulduğunu hissettim.
Bir gün bizi yine topladılar. "Size bir müjdemiz var" dediler. Hepimiz merakla bekliyoruz. "Mekanizmalarınızı iade edeceğiz." Tabii ki, pek sevinenimiz olmadı. Her sabah onları temizleyeceğiz diye canımız çıkıyordu. Yine böyle bir dönemin başlaması pek sevimli sayılmazdı.
Hocaefendi'nin hassas olduğu konular var mıydı?
Hocaefendi sadece askeriyenin yemeğini değil, çarşıya çıkınca lokantada da etli yemekleri yemezdi. Zira hayvanların kesimi konusunda şüpheleri vardı. Daha başka sebepler de olabilir. Beraber çarşıya çıktığımızda bildiğim kadarıyla çorba ve etsiz sebze yemeklerini tercih ederdi. Malum insanların niyeti ne ise akıbeti o olur. İttika ile hareket edildiğinde Yüce Mevla ona umulmadık yerlerden rızıklar ihsan ederdi. Garnizon içinde imkan buldukça eşi-dostu görmek, asker arkadaşları ziyaret etmek ve ihtiyaçlarını sormak için dolaşılırdı. Çarşı iznine çıktığımızda şehirdeki dostları ziyaret ederdik. Bu dostlar ziyaretimize gelir ve yanlarında yiyecek birşeyler de getirirlerdi. Sanıyorum Hocaefendi onların getirdikleriyle idare ediyordu. Veya ısmarlıyordu, tam bilemeyeceğim.
Çarşıya çıktığımızda genellikle Hacı Bayram Camii'ne gider orada namaz kılar, cemaatten tanıştığımız büyüklerle sohbet ederdik. Hocaefendi bu konuda hayli girişken idi. Ayrıca Hilal Mecmuası sahibi Salih Özcan, Hacı Bayram Camii civarında Urfalı terzi İbrahim Kaya (Alaaddin Kaya'nın babası), Kitapçı ve vaiz Said Özdemir, İskitlerde asker olan arkadaşımız terzi Cumali Koçak ve daha başkaları ile görüşülür sohbet edilirdi. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin özel olarak tanışıp görüştüğü kimseler de vardı. Onları ben bilemeyeceğim.
Fethullah Gülen Hocaefendi, yemek ve diğer konulardaki hassasiyeti konusunda şöyle anlatıyor:
"Tam istenen şekilde askerlik yapmadığım için "oranın yemeği bana helal olmaz" diye düşünüyor ve diğer bazı mülahazalarla askeriyenin yemeğini yemiyordum. Hatta giyeceğim elbiseyi dahi, bir asker talebeden satın almıştım. Bunlara dikkat ediyordum."
Hocaefendi ile ne kadar süreyle beraber oldunuz?
Askerlik süresince Ankara Mamak'ta acemilik döneminde 4-5 ay kadar beraber olduk. Çoğu zaman çarşı izinlerine beraber çıkardık. Birbirimizi tanımamız, istifadelerimiz ve samimiyetimizin ilerlemesi bu çarşı izinlerinde yaptığımız konuşma ve sohbetlerle oldu.
Ben telsiz operatörü olduktan sonra fazla görüşemedik. Daha sonra çavuş kursuna yazıldım ve telsiz operatör çavuşu oldum. O da yüksek sürat imtihanını kazanmıştı. Dağıtım kuraları da değişik zamanlarda oldu. O benden iki ay daha kıdemli olduğundan önce kura çekti ve tayini de İskenderun'a çıktı. Hocaefendi gittikten sonra camideki dini görevleri ben üstlendim. Hatta camie gelen bir Albay benim camide devamlı kalmam için teşebbüste bulunmuşsa da çavuşluğum bu işe engel oldu. Bizim de kura çekme günümüz geldi ve kura Mamak'ta bulunan 28. Tümen'e çıktı. Böylece usta askerlik dönemini de Ankara'da tamamlamış oldum. Askerliğimin geri kalan kısmını Tillolu müderris Molla Burhan ve Mısır Ezher mezunu İbrahim Değirmenci ile geçirdik.
Dağıtımdan sonra askerlik bitimine kadar Hocaefendi ile görüşemedim. Mektuplaşmamız da olmadı. Belki adresini almayı unuttum veya bulamadım.
Hocaefendi, eski Erzurum günlerine ait Alvarlı Efe hazretlerine ailecek bağlı olduklarını anlatırdı. Ona manen daha yakın olduğunu söylerdi.
Askerden sonra ne zaman görüştünüz?
Hocaefendi ile askerden sonra 6-7 yıl süreyle bir irtibatımız, görüşmemiz olmadı. Kendisi İskenderun'dayken ve askerlik sonrası Edirne'de bir sürü sıkıntılar yaşamış, başından bazı olaylar geçmiş. Ben de imam-hatip okulunu dışardan bitirmek için yoğun bir çalışma içine girmiştim. 1969'da Konya Yüksek İslam Enstitüsü'nü kazandıktan sonra kendisiyle görüşmeye çalıştım.
Sungurlu'dan bir arkadaşım vardı. Bu arkadaşımın kardeşi İzmir Yüksek İslam Enstitüsü'nde okuyordu. Maddi durumları zayıftı. Kardeşi için İzmir'den bir imamlık kadrosu arıyordu. Yaşar Tunagür Hoca'ya ulaşarak durumu açmıştı. O da İzmir'de Fethullah Gülen Hocaefendi ile görüşmesini söylemiş. "İzmir'de Fethullah Gülen Hocaefendi'yi bulun, o size yardımcı olur" demiş. Bunun üzerine o arkadaşım bana "Hadi gel, İzmir'e gidelim, kardeşime oralardan bir kadro bakalım, sen de Fethullah Gülen Hocaefendi ile görüşmüş olursun" dedi. Ben de bunu bir vesile sayarak ziyaretine gitmeye karar verdim.
1970 yılında, yaz mevsiminde o arkadaşımla İzmir'e gittik. Bulunduğu yeri sorup soruşturduk. Kampta olduğunu öğrendik. Bir arabayla Buca taraflarında bulunduğu kampa gittik. Güzel bir ziyaret oldu. İki saat kadar yanında kalıp sohbet ettik. İmamlık için kadro olup olmadığını sorduk. Kendisi ilgileneceğini fakat İzmir'deki müftülüğün nasıl bir cevap vereceğini bilemeyeceğini, ziyaretimizden çok memnun kaldığını söyledi. Kampın olduğu yer ormanlık ve sakindi. Talebelerle sıkı bir disiplin içindeydi. Derin bir ibadet neşvesi içinde gördüm oradakileri.
Çorum'da görevde bulunduğunuz sıralarda Hocaefendi'nin Çorum Konferansı'na gittiniz mi?
1973 yılında Yüksek İslam Enstitüsü'nden mezun olduktan sonra Çorum'a bağlı Sungurlu'da müftülüğe başladım. Ben orada müftü iken 1977 yılında Hocaefendi Çorum'a konferans vermek için geldi. Orada verdiği konferansı dinledik, irticalen güzel bir konuşma yaptı. Kendisi ağladığı gibi insanları da ağlattı orada. İnsanımız ve gelecek nesillerin eğitiminden bahsetti. Orada geçen yıllara nazaran bir hayli mesafe almış olduğunu gördüm. Çok etkili konuştu, dinleyenler de çok memnun kaldılar. Konferans bittikten sonra hemen Ankara'ya yetişmek için yola çıktı. Ben de kendisine Sungurlu'ya kadar arabada refakat ettim. Epeyce konuştuk, hasret giderdik. Ben kendisine "halâ evlenmiyor musun?" dedim. O da cevaben "Yusuf hocam evlenmeye elim değmiyor" dedi.
Başka ziyaretleriniz oldu mu?
1979 yılının Temmuz ayında babam Hacı Ahmet Bilgin'le beraber ziyaret etmek maksadıyla İzmir'e gittik. Hocaefendi'nin kaldığı yeri bulduk. Yanına girmek için isimlerimizi vererek müsaade istedik. Çünkü o günlerde ağır bir bel ağrısına yakalanmıştı, devamlı sırt üstü yatıyordu. Sanıyorum belinde disk kayması meydana gelmiş. Çeşme'de bir evde kalıyordu o zaman.
Babamı da yakından tanıdığı için bize müsaade edildi ve odasına girdik. Gerçekten hastalığı oldukça ızdırap verici idi. Bize özür dileyerek "sizi böyle karşılamak istemezdim" dedi. Oturup konuştuk. Bize izzet-i ikramda bulundu. Fazla rahatsız etmek istemiyorduk. Sonra bize bir araba tahsis ederek İzmir'de gezmemizi sağladı. O zaman sanıyorum şimdiki Yamanlar Koleji'nin inşaatı devam ediyordu. Orayı gördük. Orada güzel bir şey anlattılar bize. Adamın biri okul inşaatının yanına 10 ton demir yıktırmış. Telefonla okul şantiyesine arayarak "inşaatınızın yanına demir indirdik, sahip olun" demiş ve ismini vermeden telefonu kapatmış. Bu durum bizi bir hayli duygulandırmıştı o zamanlar.
Fethullah Gülen Hocaefendi, belindeki disk kayması ile ilgili şöyle anlatıyor:
İhtilalden (12 Eylül 1980) bir sene kadar evvel disk kayması sebebiyle yatağa düştüm. Belim çok acı veriyordu. Çeşme'de kaldığım evde yirmi gün kadar ayağımı dahi kımıldatamayacak şekilde yattım.
Ebedi Risalet Sempozyumu'nda beraber olmuşsunuz, anlatır mısınız?
Fethullah Gülen Hocaefendi 90'lı yıllarda Ebedi Risalet Sempozyumları tertip etmeye başladı. Abdi İpekçi Spor Salonu'nda yapılan ilk Sempozyuma (19-22 Eylül 1991) biz de gitmiştik. Salon hınca hınç doluydu. Yurt içinden ve dışından birçok akademisyen orada konuşma yapmıştı. Hocaefendi o sempozyumu bizzat takip ediyordu. Dört gün süren sempozyumun son gününde yine gittik. Hocaefendi'yi biraz geriden gördüm. Kendisine küçük bir pusula yazarak görüşme isteğimi ilettim. Hemen beni yanına davet etti. Son oturumu beraber takip ettik. Oturum başkanı Prof. Dr. Salih Tuğ; "Eğitim örgün ve yaygın olmak üzere iki kısma ayrılır. Örgün eğitim resmi prosedüre uygun, kariyer sahibi insanlar tarafından verilir, yaygın eğitim ise rahle tedrisatı olarak yapılan resmi bir unvan taşımayan, fakat halk arasında sayılan sevilen ilim adamları tarafından verilir. Günlerdir burada örgün eğitim mensupları konuştu, bir de yaygın eğitim mensubu konuşsun" diyerek Fethullah Gülen Hocaefendi'yi kürsüye davet etti. O da kürsüye kadar gitti ve mikrofonu eline alarak izleyici ve konuşmacılara katkılarından dolayı bir teşekkür konuşması yaptı. Bu konuşmanın ardından canlı olarak İnegöl Mehter takımının gösterilerini gözyaşları içinde izledik ve öylece sempozyum sona erdi.
Hocaefendi'yi evinizde hiç misafir ettiğiniz oldu mu?
Hocaefendi'nin bizim ailemize karşı büyük bir sempatisi vardır. Halen bu sevgi devam etmektedir. Bilhassa babam Hacı Ahmet Bilgin'e karşı manevi bir sevgi ve saygısı vardır. Hatta 80'li yıllarda sıkıyönetim dolayısıyla aranma durumu olduğu günlerde herhalde Erzurum'a gidiyormuş, Hocaefendi Yozgat civarında babam Ahmet Bilgin'i yol kenarında fark ediyor. Hemen arabasını geri geri getirerek ayaküstü biraz konuşuyorlar. Sonra yoluna devam ediyor. Babamla ayrı bir bağları vardı. 1989 yılında Üsküdar Valide Sultan Camii'nde Cumaları vaaz ederken vaazına gitmiştim. O zaman vaazdan sonra kısa bir görüşmemiz ve sohbetimiz olmuştu. Kendisini evimize davet ettim. "Zat-ı âlinizi Bursa'ya bekliyoruz" dedim. "İnşallah yolum Bursa'ya düşerse, bir mani olmazsa gelirim" dedi. Ama imkanlar elvermedi, bir türlü evimize gelemedi, şimdi çok uzaklarda...
[1] 22 Şubat 1962'de İstanbul merkezli olarak başlayan ve birçok ildeki Ordu teşkilatlarına kadar yayılan binlerce subayın yer aldığı ilk müdahale girişimi gerçekleşir. 22 Şubat günü Ankara'da bulunan Tank Okulu, Süvari grubu, 229. Piyade Alayı, Muharebe Okulu, Zırhlı Birlikler Eğitim Merkezi ve Jandarma Okulu harekete geçerek Ankara'nın kontrolünü ele geçirirler. Harekete geçen birlikler TBMM ve Genelkurmay Başkanlığı'nın önündeki alanı da kontrol altına alırlar. Genelkurmay ve kuvvet komutanlıklarında komutanlar emir verecek birlik dahi bulamamaktadırlar. Siyasiler arasında da büyük bir hareketlilik yaşanmakta, milletvekilleri ve senatörlerin çoğu büyük bir panik içinde Ankara'dan kaçma telaşı içindedirler.
[2] 1962 Yılında Ramazan ayı 6 Şubat ile 8 Mart tarihleri arasında olmuş.
- tarihinde hazırlandı.