Batı ve Doğu Toplumlarında Ferd ve Ferdiyetçilik

Doğu ve Batı tarihlerine baktığımızda, Batı'daki istihalelerin çok sert olduğunu görürüz. Kilise-bilim, derebeylik-krallık, krallık-burjuva arasındaki mücadeleler, hattâ din ve mezhep kavgaları Batı'da çok sert ve kanlı cereyan etmiş, derebeylikten krallığa, krallıktan cumhuriyete ve demokrasiye geçiş de, çok defa savaşlar ve kanlı ihtilâller neticesinde gerçekleşmiştir. Doğu'da ise, hem tartışmalar yumuşak ve daha medenî, hem de geçişler, daha çok tepeden ve nisbeten mülayimce olmuştur. Meselâ, bizde gelenekçi denebilecek İmam-ı Gazzalî ile, yenilikçi denebilecek İbn Rüşd arasındaki tartışma yazı ve kitaplar zemininde cereyan etmiş; daha sonra da bu tartışma, Fatih'in sarayında yine medenî ölçüler çerçevesinde devam etmiştir. Orta ve hattâ yeni çağlarda İslâm dünyasındaki fikir hürriyeti, Batı'dakinin çok çok önündedir.

Batı'daki değişimlerin sertliği, tefriti, yani karşı uçta bir aşırılığı doğurmuş, ferd, olabildiğine serbest, serâzâd hâle gelmiştir. Ayrıca, mücadele daha çok dine karşı verildiğinden, ferdi dizginleyecek iç müeyyideler ya kaybolmuş, ya da tesirini kaybetmiş; bu arada ferdler arası ve ferd-toplum arası münasebetler, daha ziyade menfaat temelinde cereyan eder hale gelmiş ve bu münasebetlerin çerçevesini büyük ölçüde menfaat paylaşımları çizer olmuştur. Bu bakımdan, yani, rûhî ve kalbî hayat dinamiklerini kaybetmiş, iç müeyyidelerden mahrum ferdler arasında menfaat temelinde cereyan eden münasebetleri çatışmaya dönüşmeden sürdürebilmek ve toplumun varlığını da devam ettirebilme uğruna kanunlar da bir hayli sert vazedilmiştir.

Bizde ferd-toplum ayrışması yaşanmadığı gibi, ferdler, kendilerine yetecek, ifrat-tefrit arasındaki dengeyi sağlayacak iç müeyyidelerden de bütün bütün mahrum kalmamıştır. Ferd, benliğini kazandığı, ferdiyetini idrak ettiği bir zeminde iç müeyyidelerle desteklenmezse, hem kendine yetmez, hem de problem olur. Eğer onu gerekli iç müeyyidelerle, yani kalbî ve rûhî hayatın dinamikleriyle donatırsanız, problemin en önemli kısmını halletmiş sayılırsınız. Hayatını, dış müeyyidelerle de disiplin altına aldığınızda, ferdin toplum içindeki gayr-i meşrû isteklerinin önüne geçmiş ve ferd-toplum dengesini kurmuş olursunuz.

İç müeyyide, ferdin vicdanî olarak kendi kendini sorgulaması, frenlemesi ve gayr-i meşrû istek ve temayüllerine iradî had koymasıdır. Bu var olduğu zaman, gelenekçi bir toplumda, eğitime dayalı bir aydınlanma ile ferdî şuurun da doğmasını sağlarsınız. Bu gerçekleşmediği takdirde, toplum veya bir cemaat içinde ferdlerde hazımsızlıklar baş gösterebilir. Kendi olamamış, kendini kontrol ve bir vetirede başkalarıyla birlikte yürüme adına iç müeyyidelerini geliştirememiş ve bu temeller üzerinde ferd şuurunu kazanamamış bir insan, her zaman problem çıkarabilir. Bir gaye istikametinde takip edilen çok sıkıntılı bir vetirede ya ferdler bu seviyeye gelecek veya saygının, örfün, ananenin, geleneğin ve me'hazin kudsiyetinin gereği olarak, itaat edip, yapılanları kabullenecektir. Meselâ, Allah'ın Adı'nın cihanın dört bir yanında şehbal açması için yürünen bir vetirede, ferdler bu gaye istikametinde, makam, mevki ve statülerini hiç nazara almadan icabında kapıcılık veya süpürgecilik yapmayı gönülden kabûl edecek olgunlukta değillerse, geleceğin fikir işçilerine düşen daha çok şey var demektir.