Lobicilik

Türkiye Adına Lobicilik [1]

Değişik devletleri gezme imkanım oldu. Dünyanın hiçbir yerinde ben güçlü bir Türk lobisine rastlamadım. O açıdan, dünyanın değişik yerlerinde sevdiğim, beni seven, teveccühlerini değerlendirmek istediğim insanlarla yapmak istediğim şey şu olacaktır: Tıpkı Asya'da olduğu gibi oralarda da eğitim faaliyetlerini hızlandırmak, o toplum içinde kendi insanımızın dirilişini sağlamak, orada bir varlık göstermelerini temin etmek, sonra da benim dinim hayatımın gayesidir. Yani dinimi her yerde, her fırsatta anlatmaya çalışırım. Onunla insanların da toplumların da kurtuluşa ereceklerine inanırım.

Dünya Muvazenesindeki Yerimiz [2]

Dünya üzerinde kararlar alınırken, hattâ ülkemizle ilgili kararlar alınırken bile çok zaman bize sorulmuyor. Bunu hiç bir zaman hazmedemedim. Devletlerarası muvazenede kendimize ve tarihimize yakışır yeri almalıyız.

Dünyanın problemleri belli. Bazıları, kendi düşünce ve menfaatleri açısından medeniyetler çatışmasından bahsediyorlar. Biz ise, herkesi kendi konumunda kabul etmeye dayalı bir hoşgörü ve diyalog dünyası istiyor ve böyle bir dünya için çalışıyoruz.

Patrikle Diyalog Görüşmesi Üzerine [3]

Patrik Bartholomeos, diyalog kurulabilecek bir insan intibaı bıraktı bende. Bütün bunları çok sıcak karşıladı zannediyorum. Başka bir yerde eğer Ermenistan yumuşak davranırsa orada da okul açmayı düşünürüz, demiştim. Benim düşüncem bu. Yaşadığımız bölgede muvazene unsuru bir devlet haline gelmek, biraz da çevrenin güvenli olmasına bağlıdır. Başka bir mülahazamız yok. Birbirimizi huzursuz edecek şeyler yapmadan geçinelim istiyoruz. Hepimiz aynı bölgenin insanları, Mezopotamya insanlarıyız. Sosyologlara göre, Grek medeniyetinin, Yunan medeniyetinin, Helenizmin arkasında, Mezopotamyalı insanlar vardır, Doğu medeniyeti vardır.

Eğitim Faaliyetlerinin Gayesi [4]

Türkiye'nin dışa açılması birilerini rahatsız etti. Türkiye bir çember içinde otururken bu eğitim işi nereden çıktı dediler. 25 sene sonra Türkiye'nin lobi faaliyeti olacak dediler. Belli düşünceler ürettiler ve bir yerlere servis yaptılar. Ben bunu zamana bırakıyorum. Bir süre sonra anlayacaklar ve bu yanlışta ısrar etmeyecekler.

Türk Kültürünü Dünyaya Tanıtıyoruz [5]

Tavsiyeyle, teşvikle millet bu kadar okul açmış. Eğer bazı endişeler varsa bundan sonra tavsiyelerimi, teşviklerimi -alacaksa- devlete devredilmesi istikametinde kullanırım. Fakat kaliteyi koruyabilecekler mi' Okul işi ile uğraşan insanlarımız, şimdilerde Güney Amerika'ya da girmeye çalışıyorlar. Türk mantığını, kültürünü, anlayışını, felsefesini; İbn-i Sina'lardan günümüze kadar devam ede gelen, Gazali'lerle devleşen, ayrı derinliklere ulaşan, Cumhuriyet döneminde daha bir farklılaşan düşüncelerimizi oralara götürmeye çalışıyoruz. Bir yerden önleseler bile, biz başka taraftan onu işletmeye çalışacağız. Türk milleti olarak büyüklük adına yapılması gerekenleri yapacağız.

Türkçe'yi Şeyh Galip gibi, Necip Fazıl gibi kullanmayı arzu ederdim. Başaramadım, fakat iyi kullanana da hep hayranlık duydum. Ama şimdi dilimizi Petersburg'daki, Moskova'daki çocukların kullandığını görünce sevincimden hıçkıra hıçkıra ağılıyorum. Diyorum ki, (Benim milletimin dili, dünya dili olma yolunda. Yeni şeyler ilave edilecek zenginleşecek. Asya'nın kültürü ile Asya'daki dil zenginlikleri ile bizim dilimizin zenginliği buluşacak. Türkçe'yi acaba nasıl bir dünya dili yaparız' Dünyanın her tarafında nasıl konuşulur hale getiririz' Kendi kültürümüzü dünyaya nasıl tanıtırız. Güçlü bir millet olduğumuzu insanlara nasıl anlatır, tanıtırız) mülahazaları içinde hep teşvik ediyorum, etmeye de devam edeceğim.

Fikir Mimarlarına Düşen Görev [6]

Bulunduğumuz bölgede uzunca bir dönem itibarımız vardı. Kaybolan itibarımızı kazanmak, gözümüzün içine bakan insanları sukut-u hayale uğratmadan devletler muvazenesindeki yerimizi alma mecburiyetindeyiz. Bölgemizde dünyevî bir cennet inşa edebilmemiz için, fikir mimarlarımıza ve düşünce işçilerimize çok büyük vazifeler düşüyor.

Şişirme İddialara Cevap [7]

Ben sürekli teşvikte bulundum, '-okul açın, eğitim faaliyetlerinde bulunun, seviyeli insan yetiştirin ve Türkiye'nin büyümesi adına, köprü ayakları adına, lobi güçleri olması adına, imkân varsa yurtdışında da yapın dedim ve bunlarda hiç mahzur görmediğim için şahsen faydalı bir şey yaptığımı zannederek, Süleymaniye Camii'nin kürsüsünde anlattım. Vaaz ederken hatta bunları anlatmakla kalmadım imkân varsa gidin oralarda iş yapın ticaret yapın yatırım yapın siz gitmezseniz oraya, şimdiye kadar esaretler yaşamış bu ülkeler, bundan sonrada başka esaretler altında düşerler. Bunları yaparken ülkeme, milletime yararlı bir şeyler yaptığım kanaatiyle yaptım.

Türkiye ve Konumu [8]

Türkiye içte ve dışta meydana getirilen hadiselerle hep kapalı bir fanus içinde tutulmaya çalışılmaktadır. Buna ilaveten ülke idarecileri misak-ı millî sınırları ile çizilen dairede kalmayı, çevremizle alâkadar olmama şeklinde yorumluyorlar. Şahsen ben, dünya çapında siyasi bir mülâhaza takip edilmesi gerektiğine inanıyorum. Bunu gerçekleştireceğimiz âna kadar da bu kapalı fanusun içinde kalacağımız kanaatini taşıyorum.

Mühim bir zatın tespitine göre, Mustafa Kemal 'Yurtta sulh, cihanda sulh' sözüyle tamamen içe kapanık bir siyasi anlayış kastetmemiştir. Mustafa Kemal, Mark Artur'un, Türkiye'yi ziyaretinde ona: 'Türkiye'nin bu haliyle ayakta kalabilmesi, başta adalar probleminin çözülmesine, Balkanlar'daki Türk haklarının geri verilmesine ve Musul-Kerkük gibi yerlerin Türkiye'ye iltihak edilmesine bağlı' olduğunu söylemiştir. O, böylesine önemli bir fikri, daha Japon Savaşı meydana gelmeden önce ifade ettiği halde, -maalesef- bu düşünce, sadece askerî arşivlerde saklı kalmış ve rical-i devlet tarafından da kaale alınmamıştır.

Önemli bir konuma sahip olan Türkiye'nin, komşularıyla kat-ı alâka (alakayı kesip) edip, misak-ı millî ile çizilen sınırlar içinde, kendi kabuğuna çekilerek varlığını sürdürebilmesi katiyen düşünülemez. Etrafı düşman ağıyla çevrili olan bu ülkenin, en başta yapması gerekli olan şey; kendi ülke insanını çağıyla hesaplaşmaya hazırlarken, günün müsaade ettiği ölçüde, çevresini bir güven halesi haline getirmesinde zaruret vardır. Evet, ülke insanının bu düşünce istikametinde yetiştirilmesi şarttır. Bu gerçekleştiği takdirde şimdi 23 Nisan'larda çocukların birbirlerine salladıkları bayraklar, toplumun tüm katmanlarına yayılır. Böylece hep birlikte, yıllardır aldatılmanın ezikliğini, üzüntüsünü üzerimizden atarak, asırlardan beri kanımızı bir sülük gibi emen ve iflahımızı kesen düşmanlara aynı tavrı sergileriz. -inşallah-

Şahsen ben özellikle son yıllarda, bazı çevrelerin birtakım eğitim ve kültür faaliyetleriyle dünyaya açılmalarıyla bunu gerçekleştirebileceklerine inanıyorum. Zaten bu faaliyetler, 'Türkiye kapalı bir fanus içindeydi, bu tür çalışmalar Türkiye adına iyi oldu..' gibi ifadelerle artık takdir görmekte ve bunun neticesi olarak da: 'Pasifik'ten Çin Seddi'ne kadar bir Türk dünyası' tabiri hecelenmektedir.

Ayrıca, Türkiye'nin, bu ülkelerde güçlü lobiler teşkil etmesi de, onun geleceğini -sebepler planında- garanti altına alması açısından çok önemlidir. Günümüzde ücretle çalışan birkaç sûrî kuruluş dışında, Türkiye'yi dünyada destekleyip savunan lobilerin var olduğu söylenemez. Eğer bu ülke, 'devlet-i ebed müddet' olma düşüncesinde ise, her yerde gönüllü lobilerinin olması zarurîdir. Öyle ki, dünya çapında bir ambargo bahis mevzuu edildiği zaman, Asya bütünüyle inlemeli.. bu inleme tâ Pasifik'te makes bulduğu gibi, Amerika, İngiltere vb. ülkelerde de ses getirmelidir. Gerektiğinde, kendi üslubumuza uygun bir şekilde sokağa dökülerek mitingler tertip edilmeli, gerektiğinde de o ülkelerin idarî makamları bu lobiler tarafından yönlendirilmelidir.

Ayrıca ben, İslam ortak pazarı türünden, şimdilik hayal olan şeyler üzerinde durmanın bir faydası olduğuna inanmıyorum. Aksine bunların, düşmanları teyakkuza geçirme açısından zararı bile olabilir. Bu tip organizelerin ile'l merkez güç ile zamanla kendi kendine teşekkül edeceği kanaatindeyim. Çünkü bu İslam ülkeleriyle aramızda tarihî ve dinî bir bağ vardır. Fakat Orta Asya ülkeleri için aynı şey düşünülemez. Almanlar, İngilizler.. bu ülkeler bağımsızlığına erdiği günden beri, onların içine sızmaya çalışmakta.. çeşitli vesilelerle bu ülkelere girip, kendilerini empoze etmektedirler. Öyleyse bu tarihî fırsatlar mutlaka değerlendirilmelidir. Aksi halde, dönüşü zor olan bir sürece girilmiş olacaktır. Bu itibarla da, eğitiminden, ekonomiye, ondan da kültür faaliyetlerine kadar bu ülkelerin gelişmesine öncelik verilmeli ve onlara her zaman arkalarında olduğumuz hissettirilmelidir.


[1] Sabah, Nuriye Akman'a Verdiği Mülakattan, 23 Ocak 1995
[2] Show TV, Mehmet Ali Birand'a Verdiği Cevaplardan, 6 Ocak 1998
[3] Aksiyon, Patrik Bartholomeos'la Görüşmesi Üzerine, 13 Nisan 1996
[4] Milliyet, Özcan Ercan'a Verdiği Mülakattan, 5 Nisan 1998
[5] Akşam, Orhan Yurtsever'in Röportajı, 13 Mart 1998
[6] Fethullah Gülen'in Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın Bayramlaşma Merasiminde Söyledikleri, 3 Şubat 1998
[7] Show TV Ana Haber'de Reha Muhtar'la, 22 Haziran 1999
[8] Fasıldan Fasıla 3, Bir Demet Sosyal Mesele