Fethullah Gülen’in piyasa ekonomisi konusunda görüşü nedir? Devlete ve özel girişime ekonomide nasıl bir yer biçer?
“Enginliğiyle Bizim Dünyamız” adlı kitabında Fethullah Gülen, İslamiyet’te özel mülkiyet ve hür teşebbüs konularında şunları ifade etmiştir: “İslâm ekonomisinin temel esaslarından biri de, hiç şüphesiz ferdin mülk edinme hakkıdır. İslâm, her mevzuda olduğu gibi bu konuda da tutarlı ve müstakîm bir yol takip etmiştir. Ne fertleri bütün bütün mülk edinmeden mahrum etmiş ne de onların ‘lâ yüs’el’ (sorumsuzca) harcamalarda bulunmasına göz yummuştur. Bu itibarla da İslâm, iktisadî yapısıyla, gerek kapitalizm ve gerekse sosyalizmden ayrılarak farklı bir çizgi takip etmiştir.
Mal-mülk edinme insanda fıtrî bir duygudur. Zira bütün umranlar ve bütün medeniyetler bu duygu ile kurulmuş ve korunmuştur. Ferdî mülkiyeti inkâr etmek suretiyle fıtratla çatışmak bir aşırılık (tefrit) olduğu gibi, ferde, sahip olduğu şeylere sınır koymaksızın sonsuz bir tasarruf hürriyeti vermek de bir başka aşırılıktır (ifrat). Fert, ticarî ve iktisadî hayatında hür ve serbesttir. Meşru ve İslâm’ın çizdiği ölçüler içinde olmak kaydıyla o, istediğini alır-satar; topluma zarar verecek şekilde faiz ve stokçuluğa girmemek şartıyla malını saklar ve bunu belli pazarlarda değerlendirir. Onu korumak için gerekli tedbirleri alır. Zira, İslâm’da malı korumak, aynen canı ve ırzı korumak kadar mukaddestir ki, bu da İslâm’ın mala verdiği ehemmiyeti göstermesi bakımından çok önemlidir.
Özel mülkiyet ve hür teşebbüs, İslâm’ın kendi orijinine uygun olarak onun iktisadî yapısının esasları arasındadır. İslâm İktisadı, bu konudaki görüş ve düşünceleriyle de diğer sistemlerden ayrılır. Zira o, daima yolun en güzelini ve insan fıtratına en uygun olanını işaretler.”[1]
Türkiye’nin her bakımdan refahını ve kalkınmasını; uluslararası ölçekte borçlanan ve mahkûm edilen bir ülke değil, zengin ve söz sahibi bir ülke olmasını arzulayan Fethullah Gülen, bu maksatla, iş adamlarına eğitimin yanı sıra, ekonomi alanında da dışa açılma tavsiyelerinde bulunmuştur ve bir değerlendirmesinde şunları söylemiştir:
Her mü’min, –meşru dairede olmak şartıyla– mutlaka zengin olmalıdır. Gerektiğinde sermayeler birleştirilmeli, yurt dışında, yurt içinde, yatırımın geçerli ve rekabete açık olan türlerinde mutlaka yatırıma gidilmelidir. Müsbet ve dinî ilimlerle yetişmiş insanlar vasıtasıyla gelecek asırları kucaklamak için ekonominin bu mevzudaki müessiriyeti (etkinliği) unutulmamalıdır. Bu açıdan, mü’minlerin yurt içinde ve yurt dışındaki servet yollarını keşfedip, zengin olmaları şarttır. Zira, her şeyleriyle Allah yolunda ülke ve insanlık adına hizmete kilitlenmiş bu insanların ticarette çalışmaları, parayı koruma korkuları –niyetlerinden dolayı– düşman karşısında nöbet tutmadaki korku gibi birer sevap vesilesi olabilir. Hayır yolunda ve o hayra vesile olacak hemen her meşru sebep bir ibadettir. Öyleyse bu ülkenin ekonomi ve eğitim açısından kalkındırılması, birlik ve beraberliğimizin temin edilmesi, hep alan, isteyen ülke olmaktan kurtulması mülâhazasıyla yapılan sınaî, iktisadî her teşebbüs bir ibadet hükmündedir.[2]
Orta Asya’ya açılma konusundaki şu sözleri onun ekonomide özel teşebbüse ve devlete bakışını gösterir niteliktedir:
“Ticarî ve sınaî sahada Orta Asya’ya açılma konusunda şunları ifadeye çalıştım: Orta Asya’ya açılmada çok geç kaldık. Bunda devlet ve millet olarak hazırlıksız yakalanmamızın payı oldukça büyük. Hele ticarî ve sınaî yatırım sahalarında, eğitim alanında olduğu kadar bile başarılı olamadık. Hadiseler beklenildiğinin aksine tabiî seyri içinde gelişti ve milletçe gereken performansı gösteremedik. Halbuki çeşitli kurullar teşkil edip, Orta Asya’nın ticarî ve sınaî sahalarla alâkalı ihtiyaç haritasını çıkartarak, iş adamlarımızı oralara hem de bilinçli olarak teşvik edebilirdik. Yani bir anlamda rehberlik hizmeti verip, neticeyi değiştirebilirdik. Devlet, bu mevzuyu daha köklü bir şekilde ele almalıydı. Yani enformasyon büroları kurarak, kanunî düzenlemelerde bulunarak, oralara gidip yatırım yapacak iş adamlarımıza kolaylıklar göstermeli, ülkeler arası düzeyde anlaşmalar yapılmalıydı. Ne var ki, bütün bunların yapıldığını söylemek oldukça zor. O halde, mademki devlet çapında bu mesele ele alınmıyor, –hepsi elde edilemeyen bir şey bütün bütün terk edilmemeli– düsturunca millet olarak, halk olarak biz, bize düşeni yapmalıydık veya halen de yapabiliriz. Bu uğurda boşa geçen her saniye, bizim dünyamız adına büyük bir kayıptır.”[3]
Fethullah Gülen Hocaefendi, bir televizyon programında ise şunları söylemiştir:
“Günümüzde ticarî hayatla iştigal eden her müteşebbisin, küçük küçük, köşe başlarında yer alan bakkal dükkanlarıyla yarınlara yürünemeyeceğini bilmesi gerekir. Öyleyse, güvenilir ve piyasayı bilen, kabiliyetli, kapasiteli insanların önderliğinde büyük ortaklıkların tesis edilmesi mutlaka gereklidir. Gümrük Birliği’ne girme, Orta Asya ülkelerine açılma gibi gelişmelerle Türkiye’nin ufku açılmakta ve ticarî hayatta yeni bir dönem başlamaktadır. Bu gelişmelerin ülke ve insanımız adına geniş imkânlar sağlayacağı kanaatindeyim. Bütün bu fırsatların yerinde ve zamanında değerlendirilmesi için de büyük sermaye ortaklıklarının kurulması, yerinde birtakım finans kurumlarının garantörlüğünde dış dünyaya açılmanın vaktinin gelip geçtiği düşüncesindeyim.”[4]
- tarihinde hazırlandı.