Bid’at ve Öze Bağlılık
Soru 1 - Müslümanlar arasında yaşayıp bir kısım entrikalarla İslâm'ın bazı esaslarını değiştirmeye çalışan komiteler için Üstad hazretlerinin “ehl-i bid’a” tabirini kullandığı da düşünülürse, “Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim.” (Mâide, 5/3) âyet-i kerimesine muhalefet sayılabilecek bid’at mefhumunun sınırlarından bahseder misiniz?
- Bid’at; lügat itibarıyla, daha önce mevcut olmayan, sonradan ortaya çıkan amel ve inançlar demektir. Istılahta ise, Resûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Ashâb-ı Kirâm dönemlerinde görülmediği ve onunla amel edilmediği halde sonradan ortaya çıkan ve ibadet kabul edilen fiiller, Sünnet’e aykırı davranışlar manasına gelmektedir. (00.57)
- Hazreti Sâdık u Masdûk (aleyhi ekmelüttehâyâ vetteslimât) şöyle buyurmuştur: “Sonradan ortaya çıkan her şey bid’attır; her bid’at sapıklıktır ve her sapıklık insanı ateşe sürükler.” (02.25)
- Kimi âlimler, bid’ate sözlük anlamından daha geniş bir mana yüklemişler ve Allah Resûlü’nden sonra meydana gelen her şeyi bid’at saymışlardır. Bu sebeple de sonradan çıkan amel ve inançları iyi ve kötü olmak üzere ayırmak mecburiyetinde kalmışlardır. Bazı âlimler ise, bid’atı “Resûlullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra ortaya çıkmakla beraber dinle, özellikle de ibadetle ilgili olup ilave veya eksiltme özelliği taşıyan her şey” şeklinde tarif etmişlerdir. Bu ulemaya göre, doğrudan dinle ilgisi olmayan ve ibadet özelliği taşımayan yeni icatlar bid’at sayılmaz. Bu bakımdan örf ve âdet türünden olan davranışlar bid’at kavramının dışında değerlendirilir. (03.58)
- Üstad hazretleri, “Ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar bid’attır.” der ve bid’at mefhumunun din ve ibadetlerle ilgili meselelerde söz konusu olduğunu belirtir. Ona göre, “Her bid’at dalalettir ve her dalalet Cehennem ateşindedir” hadis-i şerifi ve “Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim.” (Mâide, 5/3) âyet-i kerimesinin bildirdiği üzere, İslam’ın kaideleri ve Sünnet’in düsturları tamamlandıktan ve kemâl noktasına erdikten sonra yeni icatlarla o düsturları beğenmemek veyahut -hâşâ ve kellâ- eksik görmek manasına gelen bid’atlar dalâlettir, ateşe sürükleyicidir. Ezcümle; Ezan’ın lafızlarını değiştirmek böyle çirkin bir bid’attır. (09.53)
- Ezansız seneler.. Kur’an-ı Kerim’in mealini okuma/okutma bid’atı.. ve bir milletin özüne yönelişi... (12.45)
- Hazreti Üstad, camilere bid’atların girmesini, bir dönemde beklenen ferec ve fütühâtın gerçekleşmeyişine sebep olarak zikretmiş; en çirkin bid’atin ve ateşe sürükleyen dalaletin, Ezan’ın yasaklanması ve mealinin okutulması gibi dinin esasına dokunma manasına gelen icatlar olduğunu vurgulamıştır. (19.45)
Soru 2 - Bazı kimseler, Salât-ı tefriciye, Hizbü’l-masûn, Salât-ı münciye gibi halkın sevip okuyageldiği bir kısım dualara da bid’at diyor ve Resûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’den nakledilmeyen duaların okunmasına karşı çıkıyorlar. Bu türlü meselelerde, “bid’at-ı hasene” ve “bid’at-ı seyyie” şeklindeki taksimatın göz önünde bulundurulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? (24.25)
- Dua her dilde ve her şekilde yapılabilir; dikkat edilmesi gerekli olan, dinin ruhuna aykırı isteklerde bulunmamak ve temel disiplinlere zıt sözler söylememektir. Bu açıdan da, duaların illa Resûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in mübarek sözleriyle yapılması şart değildir. Ne var ki, bir mü’min -bildiği kadarıyla- İnsanlığın İftihar Tablosu’nun ifadelerini kendi sözlerine tercih etmelidir. (25.15)
- Cenâb-ı Hakk’a nasıl teveccüh edilmesi gerektiğini ve O’ndan neyin ne şekilde istenileceğini en iyi bilen zat Allah Resûlü’dür. Bu itibarla da, Hazreti Sâdık u Masdûk (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in ifadeleriyle dua etmek daha güzeldir. Fakat, insan hangi dil ve hangi kelimelerle maksadını daha güzel seslendirebiliyorsa, o ifade tarzıyla taleplerini Mevlâ-yı Müteâl’e arz etmesinde hiçbir mahzur yoktur. (26.05)
- Selef-i sâlihîn efendilerimiz, aslı Kur’an-ı Kerim’e ve hadis-i şeriflere dayanan dualar yazmış ve münacaatlar derlemişlerdir. Bu dualar, dinin vaz’ edildiği dönemde bilinmiyor olsalar bile, özleri itibarıyla temel disiplinlere ters düşmedikleri, namazın içine dahil edilmedikleri ve belli bir zamana bağlanmadıkları için bid’at sınırları içinde mütalaa edilemez. (30.23)
- Bazı âlimler bid’atı, “hasene” ve “seyyie” olmak üzere ikiye ayırır, yapılması mahzurlu olmayanlara bid’at-ı hasene, yapılması mahzurlu olanlara da bid’at-ı seyyie derler. İhtimal, İmam-ı Rabbânî gibi, bid’at-ı haseneyi kabul etmeyen çoğu âlimler, diğerlerinin bid’at-ı hasene çerçevesine soktukları şeyleri bid’at olarak görmemekte ve onlara bid’at ismini vermemektedirler. Çünkü, bu gibi şeylerin Kur’ân ve Sünnet’te dayanakları vardır; dolayısıyla, bunlara sonradan çıkmış şeyler nazariyle bakılmaz. (33.03)
- Hazreti Ömer (radıyallahu anh), Mescid-i Nebevî’de teravih namazını cemaatle kılanları görünce, “Bu ne güzel bir bid’at!..” demiştir. (35.07)
- Hâsılı; tariflerden, yapılan izahlardan ve verilen misallerden anlaşılmaktadır ki; iman esaslarını, İslâmî şeâiri ve ibadetlerle alâkalı sünnetleri bozmaya, değiştirmeye, kaldırmaya ve unutturmaya yönelik icatlar ve yeni uygulamalar gerçek anlamda bid’at sınıfına girmektedir. Çünkü, asıl itibarıyla bid’at, ahkâmla ilgili bir esası kaldırıp yerine beşerî ve arzî bir “yeniliği” getirmektir. Kitap ve Sünnet’in ruhuna aykırı olmayan günlük hayatla alâkalı, evrad ve zikirle ilgili uygulamalar bid’at olarak değerlendirilemez.
- tarihinde hazırlandı.