Sevgi ve En Sevgili

Soru: 1) Bir menkıbede, Visâl ismindeki sevdiğine kavuşma arzusuyla yola çıkan bir gencin, bu vesileyle hidayete erdikten sonra onunla evlenme imkanı bulunca, mecâzî aşkı geride bırakıp “Ey Visâl, vesile oldun asıl matluba ermeye! Şimdi araya girip ayrılığa sebebiyet verme!..” dediği anlatılıyor. Visâl ile ittisâlin beraber olma ihtimali yok mudur? Hakiki aşka erilince mecâzî olan tamamen terk mi edilir?

  • Soruya esas teşkil eden söz bir menkıbede zikredilmektedir: Visâl ismindeki sevdiğine kavuşma arzusuyla yola çıkan bir genç, bu vesileyle hidayete erdikten sonra onunla evlenme imkanı da bulunca, ona şöyle seslenmiştir:

    يَا وِصَال! كُنْتِ وَسِيلَةً لِلاِتِّصَال، فَلاَ تَكُونِي سَبَبًا لِلاِنْفِصَال
    “Ey Visâl, vesile oldun asıl matluba ermeye! Şimdi araya girip ayrılığa sebebiyet verme!..” (01:10)
  • Mü’min, her şeyden evvel, her şeyden sonra, her şeyin önünde, her şeyin arkasında mutlak Mahbub, mutlak Maksud, mutlak Mâbud olarak Allah’a dilbeste olur; O’nu diler ve her hâliyle O’nun kulu olduğunu haykırır; sonra da başta İnsanlığın İftihar Tablosu olmak üzere anne-baba, refika-yı hayat ve evlat gibi insanları sever ki, böylece diğer sevgiler de Allah’a karşı samimî alâka duymanın birer ifadesi olarak değerlendirilebilir ve Allah’tan ötürü bir sevgi sayılabilir. Sevgi meselesinde önemli olan, “mahbub” mevzuunda tercih ve sıralama hatası yapmamaktır. (04:50)
  • Mecazî sevgili ile beraber olmayı, Mevlâ-yı Müteâl’in sevgisine ve O’na ulaşmaya engel gibi gören, kalbi ile Mahbub-u Hakiki arasında hiçbir perde olmamasını dileyen insanların hali hususîdir. Dolayısıyla, menkıbede anlatılan gencin sözünü, önemli bir makamı ihraz etmiş ve belli bir ufka ulaşmış Hak Dostları’nın genel hissiyatının beyanı olarak kabul etmek gerekir. Ne var ki, o düşünce ve buna uygun gidişat, herkesten beklenemez/beklenmemelidir. (07:07)
  • İslâm tarihinde, Cenâb-ı Hakk’ın ekstra lütuflarıyla serfiraz böyle kâmet-i bâlâlar da mevcuttur. Hatta, bu iffet âbideleriyle alâkalı, ilmi ve davayı izdivaca tercih eden ve hayatları boyunca hiç evlenmeyen âlimler manasına gelen “el-Ulemaü’l-Uzzâb” unvanıyla kitaplar yazılmıştır. Kanaatimce, şahsî haz ve lezzetleri adına hiçbir mülahazası olmayan, nâm-ı celîl-i Muhammedî’nin her yanda duyulması için maddî-manevî nimetlerden fedakarlıkta bulunan bu kahramanlar mutlaka takdirle anılmalıdır. Ne var ki, onların özel durumları, objektif kural olarak kabul edilmemeli ve herkese uygulanmamalıdır. İradenin hakkını verebilen o dava adamlarının hallerine sübjektif olarak bakılmalı ve meseleye dinin ruhundaki denge zaviyesinden yaklaşılmalıdır. (08:10)
  • İlmi ve imana hizmeti izdivaca tercih eden ve hayatları boyunca hiç evlenmeyen Hak âşıkları, bu hallerine göre de tedbirler almışlar; iffetleri mevzuunda kılı kırk yararcasına yaşamışlardır. Mesela; İmam Nevevî, dünyayı elinin tersiyle itmiş, hatta yeme-içme için yaratılmadığını düşünerek ve sofra başındaki vaktini dahi zâyi sayarak ömrünün büyük bir bölümünde günde sadece bir bardak süt ile iktifa etmiş; hayatını ilme ve dinin neşrine adamış ve her gün bir kısım hakikatleri kaleme alarak bir ömre raflar dolusu kitap sığdırmıştır. (10:12)
  • Asrın Çilekeşi, “İzdivacı hiç düşünmediniz mi?” diye soranlara “Âlem-i İslâm’ın dertlerini düşünmek kendimi düşünmeme fırsat vermedi; Ümmet-i Muhammed’in derdi bana onu unutturdu!” demiştir. Tabiatı, donanımı, konumu, misyonu ve içinde yaşadığı şartlar itibarıyla kendisi için izdivacı terketmeyi uygun bulmuş; fakat, bunu bir esas gibi görmemiş/göstermemiş, sünneti terk olarak kabul etmiştir. (12:22)

Soru: 2) Cenâb-ı Allah, şöyle buyuruyor:

قُلْ إِنْ كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَاؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُمْ مِنَ اللهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُوا حَتَّى يَأْتِيَ اللهُ بِأَمْرِهِ وَاللهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ

Bu ayet-i kerimede (Tevbe, 9/24) geçen maddelere, Allah ve Rasûlü’nün sevgisine alternatif olabilecek boyutta tehlikeli hususlar nazarıyla bakılabilir mi? Mü’minlerin bu ilahi beyandan almaları gereken mesajlar nelerdir? (17:08)
  • Soruda zikredilen ayet-i kerimeye şöyle meal verilebilir:
    “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabanız, ter dökerek kazandığınız mallar, kesâda uğramasından endişe ettiğiniz ticaret, hoşunuza giden konaklar, size Allah’tan ve Rasûlünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ve önemli ise, o halde Allah, emrini gönderinceye kadar bekleyin! Allah öyle fâsıklar güruhunu hidâyet etmez, umduklarına eriştirmez.” (19:05)
  • Bazen hoşa giden konaklar, içinde huzur duyulan yazlık ve kışlıklar da imtihan vesilesi olabilir, insanın içinde dünya sevgisini ve tûl-i emel hislerini coşturabilir. Körfeze nazır çok güzel bir evin balkonundan etrafı seyrederken dünyanın çok cazip göründüğünü hissedince bir daha o balkona çıkmamaya ahd etmiş ve bu ahdimi de yerine getirmiştim. (22:51)
  • Ayette zikredilen hususlar aslında birer nimettir; meşru dairede bu nimetlerden istifade etmede ve onlara karşı kalbî alaka duymada bir mahzur yoktur. Fakat, zaruret ve ihtiyaç ölçüleri tam belirlenemez, onlara karşı alâkanın sınırları korunamaz ve yanlış tercihlerden uzak durulamazsa, işte o zaman, çeşit çeşit imtihan, bela ve musibetlerin gelip çatması kaçınılmazdır. (25:00)
  • Âlem-i misâlde, mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden muhteşem bir meclise çağrıldığını ve Ümmet-i Muhammed’in (aleyhissalatu vesselam) maruz kaldığı musibetlerin hikmetleriyle alâkalı fikrinin sorulduğunu anlatan Hazreti Üstad, verdiği cevabın bir kısmında şöyle demiştir: “Yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş vakit namaz için Hâlık Teâlâ bizden istedi. Tembellik ettik; beş sene yirmi dört saat talim, meşakkat ve tahrikle bir nev’i namaz kıldırdı. Hem senede yalnız bir ay oruç istedi. Nefsimize acıdık; kefâreten beş sene oruç tutturdu. İhsan ettiği malın zekâtını istedi. Buhl ettik, cimrilik yaptık, zulmettik, O da bizden müterakim zekâtı aldı.” (28:40)
  • Haccın en önemli hikmetlerinden biri, muhtelif kavimlerin bir araya gelip, orada kardeşlik bağlarını kuvvetlendirmeleri, ferdilikten çıkıp birlik ruhuna ermeleri ve ümmet-i Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) dertlerine beraberce çözümler geliştirmeleridir. Mü’minler en büyük tokadı Hac ibadetinin gereklerini yerine getirmediklerinden dolayı yemişlerdir. (32:20)
  • Her sene milyonlarca insan Arafat’ta vakfe yapıyor. Orada bir iki milyon müslüman -aynı duygu ve mülahazalarla- yüreklerinden deseler ki “Ya Rab, gökleri parça parça et, yere indir!..” Vallahi indirir, billahi indirir, tallahi indirir!.. Bu insanların bir milyonu dese ki “Allahım benim canımı al, fakat âlem-i İslam’ı kurtar; âlem-i İslam ayağa kalkmayacaksa benim yaşamamın manası yoktur!..” deseler, -yine yemin ediyorum- vallahi, billahi, tallahi, Cenâb-ı Hak, âlem-i İslam âbidesini ayağa kaldırır. Heyhat, öyle bir ferdîlik var ki; herkesin sadece kendini düşünmesi ama ümmet-i Muhammed’in (aleyhissalatu vesselam) dertleriyle dertlenmemesi var ki (32:50)
  • Hazreti Ömer (radıyallahu anh) bir gün, “Yâ Resûlallah! Seni nefsimden başka her şeyden daha çok seviyorum!..” der. Resûl-ü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Hazreti Ömer’in elini tutar ve “Beni nefsinden/canından çok sevmedikçe kâmil iman etmiş olamazsın ey Ömer!” buyurur. O da hemen, “Seni canımdan da çok seviyorum yâ Rasûlallah!” der. Bunun üzerine Sâdık u Masdûk Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), “Şimdi oldu.” buyurur. (34:30)

Bamteli