Yürüyün Şeytan ve avenesine rağmen!..
“Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur.”
- Hedefi belli olmayan gemiye hiçbir rüzgâr yardım etmez. Pusulasız giden geminin rotası denizin dibidir. İnsan mutlaka yüksek hedeflere bağlanmalı ve nereye, niçin gittiğini çok iyi belirlemelidir.
- Rasûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde, “Bir kavmin efendisi, onlara hizmet edendir.” (Deylemî, Müsned, II, 324) buyurmuştur. Bu açıdan adanmış ruhlar, hangi ülkede ve toplumun hangi kademesinde bulunurlarsa bulunsunlar, insanlığa hizmet etmeyi en büyük pâye bilmelidirler.
- “Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur.” Derdiniz dünya, makam mansıp, istikbal olursa, şeytan sizi yürüdüğünüz yoldan saptırır. Siz O’nunla meşgul olmazsanız, şeytan sizi meşgul eder. Öyleyse, bu yolda yürüyen insanlar, dünyayı asıl maksat yapmamalı; yeryüzünü imar etmek, insanları barıştırmak, birbirine sevdirmek ve siyahı beyazla, kuzeyliyi güneyliyle kucaklaştırmak için çalışmalıdırlar.
Allah Rasûlü’nün temsili tebliğine denk idi, belki onun da önündeydi.
- “Hal ile halledilmedik hiçbir mesele yoktur.” sözü sabit bir gerçektir. Temsilin te’siri, dünya kadar kitap okumaktan daha müessirdir. İnsanlığın İftihar Tablosu’nun en müessir yanlarından biri, belki en başta geleni, tebliğin yanındaki engin temsilidir.
- Dini anlatmak ve din esaslarını başkalarına sunmak her dönemde farklı şekillerde ve değişik yollarla olabilir. Belli şartlar altında ve zamanın değişmesiyle, tebliğ yol ve usulleri de değişebilir. Belki değişmeyen tek esas vardır; o da, tebliğin temsille derinleştirilmesi; yani tebliğin yanında, tebliğ edilen şeyin temsil edilmesidir.
- Temsil, insanın deyip anlattıklarını kendi hayatına tatbik etmesi, önce kendisinin yapmasıdır. Peygamberlerin önemli bir vasfı tebliğdir. Tebliğ, nebinin Allah’tan aldığı vahyi başkalarının sinelerine ifâza etme vazifesidir. Bu çok önemli, baş tacı bir misyondur fakat buna denk, belki onun da önünde temsil, yani duyurduğu, bildirdiği hakikatleri kendisinin de milimi milimine yaşaması gelmektedir.
“Siz, usulünce iyilik, doğruluk ve güzelliği teşvik edip yayan; kötülük, yanlışlık ve çirkinliğin de önünü almaya çalışan insanlar olmalısınız!”
- Mü’minlerin en önemli vazifelerinden biri iyilik, doğruluk ve güzelliğin temsilcisi ve teşvikçisi olmalarıdır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ
“(Ey Ümmet-i Muhammed!) Siz, insanların iyiliğine olarak ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Usulünce iyilik, doğruluk ve güzelliği teşvik edip yayar, kötülük, yanlışlık ve çirkinliğin önünü almaya çalışırsınız; elbette Allah’a inanıyor (ve bunu da zaten inancınızdan dolayı ve onun gereği olarak yapıyorsunuz). Eğer Kitap (Tevrat) Ehli de (sizin gibi) iman etmiş olsaydı, (keşke şimdi olsun etseler,) hiç şüphesiz bu haklarında hayırlı olurdu. Gerçi içlerinde (gerçekten inanmış) mü’minler de vardır, fakat onların çoğu (Din’den çıkmış) fasıklardır.” (Âl-i İmrân, 3/110) - Mü’minlerin aksine münafıklar kötülük ve çirkinliği teşvik edip yayarken, iyilik, doğruluk ve güzelliğin önünü almaya çalışırlar:
اَلْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِن بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ أَيْدِيَهُمْ نَسُوا اللّهَ فَنَسِيَهُمْ إِنَّ الْمُنَافِقِينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
“Erkek olsun kadın olsun, bütün münafıklar birbirinin aynısıdır: kötülük ve çirkinliği teşvik edip yayarken, iyilik, doğruluk ve güzelliğin önünü almaya çalışırlar; ellerini de hayır, iyilik ve Allah yolunda infaktan yana pek sıkı tutarlar. Onlar (hayatlarında kulluk noktasında) Allah’ı unuttular; Allah da (mükâfat noktasında) onları ‘unutup’ terketti. Muhakkak ki münafıklar, fasıkların (Allah’a itaatsizlikte, günahta ısrarlı olanların) ta kendileridir.” (Tevbe, 9/67) - Aynı hakikat bir ayet-i kerimede de şöyle ifade edilmektedir:
وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ أُولَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
“Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar birbirlerinin velîleri, çok yakın yardımcıları ve birbirlerinin işlerine vekildirler. Usulü dairesinde doğruyu ve iyiliği teşvik edip yayar, yanlışın ve kötülüklerin önünü almaya çalışırlar. Namazı bütün şartlarına riayet ederek, vaktinde ve aksatmadan kılarlar ve zekâtı tastamam verirler; Allah’a ve Rasûlü’ne daima itaat içindedir onlar. Onlardır Allah’ın merhametle muamele edeceği seçkin kimseler. Hiç şüphesiz Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.” (Tevbe, 9/71)
Şayet hak yoldaysanız, şeytan ve avenesinin karşınıza çıkması meselesi Kur’ânî bir realitedir.
- Hazreti Üstad’ın doktorluğunu yapmış olan Sadullah Nutku Ağabey, “Kızımı gelin edemedim.. oğlumu everemedim.” diye diye ölen ve ruhunu teslim ettikten sonra sol gözü bir türlü kapanmayan bir hastasının halini yorumlarken demişti ki: “Sol göz dünyaya, sağ göz âhirete bakar. Tûl-i emel ile, dünyada daha yapacak işleri olduğunu düşünerek öldüğünden sol gözü açık gitti.” Evet, iki gözünü de dünyaya teksif eden ahireti göremez. Hâlbuki dünyaya dünyalığı ahirete de ebedîliği ölçüsünde teveccüh etmek lazımdır.
- Maneviyata karşı gözlerini kapayanlara şeytanlar sırnaşık olur. Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur:
وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمَنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَرِينٌ
“Kim, (Kur’an’ı göz ardı eder) Rahmân’ı hatırlayıp anmaktan bile bile yüz çevirir, (sanki O mevcut değilmiş ve kendisini görmüyormuş gibi bir hayat sürerse), ona bir şeytan sardırırız da, artık o şeytan onun ayrılmaz yoldaşı olur.” (Zuhrûf, 43/36) - Hazreti Üstad, “Mühim ve büyük umûr-u hayriyenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır.” diyor. Evet, eğer hayırlı işlerin arkasındaysanız, şeytan ve onun cinnî-insî dostları sizinle de mutlaka uğraşacaklardır. Ebu’l-Leys Semerkandî, “Tenbîhü’l-Gâfilîn” isimli kitabında, Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselam) “Senin dünyada en büyük düşmanın kimdir?” diye sorunca, Şeytan’ın “Sensin” dediğini anlatır. Çünkü iblisin oyunlarını bozanların başında İnsanlığın İftihar Tablosu vardır.
- Şayet hak yoldaysanız, şeytan ve avenesinin karşınıza çıkması meselesi Kur’ânî bir realitedir. Bunu çok iyi bilen Sahabe efendilerimiz, normal şartlarda insanın ürkeceği, korkacağı ve telaşa kapılarak ne yapacağını şaşıracağı yer ve hallerde bile حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ deyip metafizik gerilime geçmişlerdir.
- Kur’an ve Sünnet ile kendinizi test ettikten, dünya adına herhangi bir hedef arkasında koşmadığınızı bir kere daha gözden geçirdikten ve kendinizi ciddi bir nefis muhasebesine tâbi tuttuktan sonra “Elhamdülillah, yürüdüğümüz yol, günde kırk defa tekrar ederek ‘Allahım, bizi sırat-ı müstakîme hidayet buyur’ deyip dilediğimiz, Nebilerin, sıddıkların, şehitlerin, salihlerin yürüdüğü yol.” diyebiliyorsanız.. bir diğer taraftan da şayet dini ve diyaneti özüyle benimseyememiş, sindirememiş, içselleştirememiş, dini dünyasını mamur kılma adına kullanan zalimler aleyhinizdeyse, yürüdüğünüz yol doğrudur. Bu iki delilin pozitif olanını sağ tarafınıza alın, diğerini de sol yanınıza; Allah’ın izni ve inayetiyle, birer asâ gibi dayanın onlara; hiç tereddüt etmeden ve hızınıza hız katarak, Allah’ı sevdirme adına koşun dünyanın dört bir bucağına!..
Mü’minlerden öyle yiğitler vardır ki Allah’a verdikleri sözü yerine getirip sadâkatlerini ispat ettiler. Diğerleri de sıranın kendilerine gelmesini beklemektedirler.
- Kur’an-ı Kerim’de iman kuvveti ve Allah’a teslimiyet sayesinde asla sarsıntı yaşamayan mü’minler sena edilmekte; ezcümle şöyle denmektedir:
الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَانًا وَقَالُوا حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
“Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine, ‘Düşmanlarınız olan insanlar size karşı ordu hazırladılar, aman onlardan kendinizi koruyun!’ dediklerinde, bu tehdit onların imanlarını artırmış ve ‘Hasbunallah ve ni’me’l-vekil – Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!’ demişlerdir.” (Âl-i İmrân, 3/173) - Kur’an-ı Kerim, kâmil mü’minlerin sadâkatini şu ilahî beyanla da adeta destanlaştırmaktadır:
مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللّٰهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُمْ مَنْ قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلاً
“Mü’minlerden öyle yiğitler vardır ki Allah’a verdikleri sözü yerine getirip sadâkatlerini ispat ettiler. Onlardan kimi adağını ödedi, canını verdi; kimi de şehitliği (sıranın kendisine gelmesini) gözlemektedir. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler.” (Ahzâb, 33/23) - Evet, bazıları verdikleri sözün gereğini yerine getirdi, bazıları da beklemeye durdular: “Acaba bize ne zaman sıra gelir?!.” Ashâb-ı Kirâm dönemi itibarıyla, insanlar, Mus’ab bin Umeyr, Abdullah ibn-i Cahş, Sa’d ibn-i Rebi’, Mikdat bin Amr gibi sahabîlerin, atlarını mahmuzlayıp adeta ateşin üzerine sürüyor gibi yiğitçe gittiklerini görünce “Acaba bize ne zaman sıra gelir?” dediler. Bu “Bize ne zaman sıra gelir?!.” düşüncesi, kıyamete kadar, o rehberlerin arkasında yürüdüğüne inanan insanların genel mülahazasıdır.
Cennet, Rüyet, Rıza ve Rıdvan yolunda, değil sair musibet, ölüm de cana minnet!..
- Hazreti Câbir şöyle anlatır: “Uhud günü babam yüzü örtülü olarak getirilmişti. Üzerindeki örtüyü kaldırdım. Müşrikler, burnunu ve kulağını kesmişler ve onu tanınmaz hâle sokmuşlardı. Kendimi tutamayarak ağladım! O sırada halam Fâtıma da geldi. Feryat edip ağlamaya başladı. Onu teselli etmek için Rasûlullah şöyle buyurdu: Ne diye ağlıyorsun?! O şehit kaldırılıncaya kadar melekler onu kanatlarıyla gölgelendirmekten geri durmadılar.” Peygamberimiz, Hazreti Abdullah’ın Amr bin Cemuh’la (radıyallahu anhüm ecmaîn) birlikte defnedilmesini emretmiş, “Bunlar hayattayken birbirlerini seven en iyi iki dosttu.” buyurmuştu.
- Bir gün İnsanlığın İftihar Tablosu, Câbir bin Abdullah’ı mahzun görmüştü: “Ey Câbir, ne oldu sana? Seni üzgün ve kalbi kırılmış görüyorum.” dedi. Hazreti Câbir de “Ey Allah’ın Rasûlü, babam şehit oldu!” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz şu müjdeyi verdi: “Baban şehit olunca Allah onu huzuruna aldı ve ona ‘Ey kulum, dile Benden, dilediğini sana ihsan edeyim!’ buyurdu. Baban da ‘Ya Rabbî, ben Sana hakkıyla kulluk edemedim. Beni dünyaya geri göndermeni, Peygamberimin yanında savaşıp Senin uğrunda bir kere daha şehit olmayı dilerim!’ dedi. Allah da, ‘Ben şehitlerin geri dönmeyeceklerine hükmettim.’ buyurdu. Sonra baban ‘Öyleyse ya Rabbî, bunu geride kalanlara ulaştır.’ deyince Cenâb-ı Hak onun isteğini kabul buyurdu.” Bu hadise üzerine şehitlerle ilgili âyet-i kerimeler vahyolundu.
- Bedir Harbi bütün şiddetiyle devam ederken Rasûl-i Ekrem şöyle buyurmuştu: “Muhammed’in varlığı kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, bugün Allah’ın rızasını umarak, sabır ve sebat göstererek çarpışanları ve arkasına dönmeden ilerlerken öldürülenleri, Allah muhakkak cennetine koyacaktır!” Ensardan Umeyr b. Humam Hazretleri, elinde hurmasını yerken Rasûlullah’ın bu müjdesini işitti ve “Ne iyi, ne iyi! Cennet’e girmek için şu heriflerin elinde ölmekten başka bir şey lâzım değilmiş!..” diyerek elindeki hurmaları yere attı ve hemen kılıcını sıyırarak, şehâdetin faziletine ve ahiret hayatının ehemmiyetine dair müessir beyitler söyleyip düşmanın üzerine hücum etti. Gidiş, o gidiş oldu. Bir daha geri dönmeyen Umeyr, birçok müşriği öldürdükten sonra, kendisi de arzuladığı şehâdet mertebesine ulaştı.
Adanmış ruhlar hak yolda seferberlik çağrısını duyar duymaz iki elleri kanda da olsa koşarlar!..
- Sahabe-i kiramdan Hazreti Hanzala bin Âmir evlendiği gecenin sabahında Uhud Harbi için Rasûlullah’ın çağrısını duymuştu. Hemen koşup orduya yetişmiş ve derken Uhud’da şehit olmuştu. Cihad emrini duyunca gusletmeye dahi vakit bulamamış bu insan hakkında İki Cihan Serveri “Birinci kat semada teneşir tahtası kuruldu.. ve Hanzala’nın nâşı orada melekler tarafından yıkandı ” buyurmuştu. Evet, Allah Rasûlü’nün emrine itaatte zirveyi tutanlara Cenâb-ı Hak ayrı bir teveccühte bulunur; bundan dolayıdır ki Hazreti Hanzala’nın nâşı meleklerce yıkanmıştır ve o aziz sahabi tarihe “Gasîletü’l-melâike” (meleklerin gusül yaptırdığı insan) unvanıyla kaydolmuştur.
- Bugüne kadar yapılanları Cenâb-ı Hak size avans olarak verdi. Şimdiye kadar verdikleri bundan sonra lütfedeceklerinin referansıdır. El verir ki, siz doğru bildiğiniz yolda yürüyün. Tabii ki, bunca felaketlere rağmen hala ayakta durmanız, şeytanları şirazeden çıkarıyordur; nam-ı celil-i Muhammedî’nin dünyaya yayıldığını gören şeytan, yeryüzündeki avenesini üzerine salacaktır. Hatta sizin önünüzü kesmek için 24 saat mesai yapıyor ve yaptırıyordur. Şu halde siz de mesainiz sekiz saatse onu on sekiz yapmaya bakmalısınız.
- İyiler iyilikleriyle yâd edilecekler, siz yâd-ı cemîl olacaksınız; kötüler kötülükleriyle, zalimler zulümleriyle, yalancılar yalancılıklarıyla, müfteriler iftiralarıyla, zift medyası da kendi ziftleriyle yâd edilecekler ve yâd-ı kabîh olacaklar.
- “Onlar Allah’ın nûrunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek isterler. Allah ise, nûrunu tam parlatmaktan başka bir şeye razı olmaz. İsterse kâfirler hoşlanmasınlar!” (Tevbe, 9/32) Allah nurunu tamamlayacaktır isterse münafıklar ve zalimler bunu kerih görsünler. Bir meşale ki Allah yakmış, onu kimse söndüremez. Lâ yentafî; sönmez ve söndürülemez.
- “Gevşeklik göstermeyin, tasalanmayın; eğer inanıyorsanız üstünsünüz.” (Âl-i İmrân, 3/139) Hiç endişeye kapılmadan açılın yeryüzünün dört bir yanına. “Bir mum, diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından hiçbir şey kaybetmez.” diyen Hazreti Mevlânâ’nın mesajını almış insanlar olarak, ellerinizdeki ışık kaynaklarıyla nur saçın bütün dünyaya.
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org’da yayınlandı.
- tarihinde hazırlandı.