Devlet ve millet malına karşı titizlik
Aradan az bir zaman geçti, Allah Resulü Muaz bin Cebel'i Yemen'e vali tayin etti. "Sen git Yemen'e talim et, dini onlara öğret, namazlarını kıldır, namazla emret, dinlerlerse zekatla da emret, dinlerlerse şununla da emret" dedi, oraya gönderdi. Ve Cenabı Hak, Muaz'a orda servet ihsan eyledi. Eline geçirdiği şeylerle ticaret yaptı, yine verip dağıtmasına rağmen servet yaptı. Muaz, Medine'ye döndüğü zaman güneşi gurup etmiş olarak buldu; Fahr-i Kâinât Efendimiz dar-ı bekaya irtihal buyurmuştu. Ayrılırken huzur içinde Resul-i Ekrem'in vârisi olarak gitmişti, dönerken mahzun çehrelerle karşılaşıyordu. Ebu Bekir'e biat etti, teslim oldu. Teslim adamıydı. Ve sonra evine oturdu, o hüzün devrinin havası neyse ona dem tuttu, onun türküsünü söylüyor, ona göre bir şeyler mırıldanıyordu.
Derken Hazreti Ömer, Hazreti Ebu Bekir'in kapısına gitti. "Ya Eba Bekir, Muaz Yemen'den döndü, elinde bir kısım serveti var, sermayesi var. Ben endişe ediyorum; bu orada âmilliği esnasında halktan elde ettiği şeyler olabilir. Kanaatimce sadece 'kut-u layemut'unu ona vereceksin, elindeki şeyleri ondan alacaksın. Ancak geçinebileceği kadar bir şey vereceksin ve diğerlerini elinden alacaksın." dedi. O orda âmillik vasıtasıyla elde ettiği servetten ticaret yapmış, vakıa kendi kazanmıştı ama anapara devlete aitti. Hazreti Ebu Bekir, "Ben Resul-i Ekrem'in bir valisini böyle müşkil bir duruma düşürmek istemem. Onu Allah Resulü oraya gönderdi." dedi. Ömer, "Sen düşürmezsin ama benim içtihadım bu, ben gidip kendim söyleyeceğim ona." dedi. Muaz ibn Cebel'i -şerefli sahabi ikisi de- bir yerde kıstırıverdi; "Muaz, sen Yemen'e giderken bir kuruşun yoktu. Dönerken çoluk çocuğunun iaşesine medar olabilecek bir kısım servetle döndün. Bana kalırsa senin bunu beytülmale iade etmen lazım." dedi. Muaz, "Ben kendim kazandım. Ben bunda bir haram görmüyorum ya Ömer. Veremeyeceğim bunu" dedi. Ertesi gün Ömer evindeydi, Muaz geldi kapıyı çaldı; "Ya Ömer haklıymışsın. Bu gece ben bir rüya gördüm: Bir sel akıyordu, beni de içine atmışlardı, gidiyordum, kenardan elini uzattın da tuttun beni dışarıya çıkardın. Anladım ki devlete ve millete ait şu iki kuruş dahi alnımın teriyle kazansam bile semere ona bağlı olduktan sonra beni baş aşağı götürecek. Anladım ki haklıymışsın" diyordu.
İşte bu, sahabenin umumi havası. Olunca verir. Olunca içtimai yarayı tedavi eder; hayat-ı içtimaiyedeki rehneleri kapatır. Olmadığı zaman da sabreder, Allah'a bağlanır. Söylenen sözler gönülde makes bulmuştu. Her söz harfiyen yerine getiriliyor, hemen tatbikat buluyordu.
Bu klip Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 9 Şubat 1979 tarihinde İzmir Bornova Merkez Camii'nde vermiş olduğu vaazdan istifade edilerek hazırlanmıştır. Vaazın tamamına Nil.tv sitesindeki http://www.nil.tv/vaaz-detay/vaaz/tumu/seri/451 adresinden ulaşabilirsiniz.
- tarihinde hazırlandı.