"Benim Gibi Birine Ayda 500 Dolar Yeter"
İzlenim
Fotoğraflar…
Fethullah Gülen'in ütopyası nedir biliyor musunuz? Gülen, Türkiye'yi dünyanın bir parçası olarak görmüyor. Peki nasıl görüyor Türkiye'yi? Türkiye'yi merkezi bir yere koyuyor. Bu bence şöyle ifade edilebilir: Gülen, dünyayı Türkiye'nin bir parçası gibi görüyor. Nereden hükmediyorum buna derseniz; Gülen'in tavrından, söyleminden ve kavramlara yüklediği derin anlamlardan çıkarıyorum. O, Türk milletini, Türk tarihini, tarihi birikimini, Türk Müslümanlığını çok önemsiyor. Benim baktığım yerden görülenin açılımı: Bu toplum adam olmaz. Gülen'in baktığı yerden görülen ise, bence bir ütopya; geleceğin mimarı Türkler…
Geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
Çok defa, "Allah'ım bana ve kardeşlerime dünyada servet verme" diye dua ettim, Rabbim de bu duamı kabul buyurdu. Tabii ki, biz de ağaç kovundan çıkmadık, Cenab-ı Hakkı'nın lütfettiği şeyler vardı; kardeşlerimin, babadan kalma 55-60 senelik matbaacılıkları vardı; fakat şimdi bir yerde işçi olarak çalışıyorlar. Araplar, onlar gibi olanların halini ifade için "Devenin kuyruğu ne uzar ne de kısalır" derler.
Bu durumlarından müteessir değilim, Allah'a hamd ediyorum; onlara, 'Çocuklarınızla birlikte böyle yaşayın ve böyle ölün. Bu haliniz hizmetin itibarıdır' diyorum.
Neden böyle bir duaya ihtiyaç duydunuz?
Allah'ın bir lütfudur ki, insanlar bize güveniyorlar, şuraya verin, buraya verin deyince itimat edip veriyorlar. Az bir sızıntı olsa, bir yere biraz fazla gitse bu güven sarsılır.
Bakın, bu konuyu serrişte edenler olduğu için açmak mecburiyetinde kalıyorum; yoksa söylemek istemezdim bunları: Benim 55 yaşına kadar yatağım olmadı. Üzerime bir battaniye alır, hasırın üstünde yatardım, hayatımı böyle fakirane geçirdim; ama artık nöropatiden dolayı öyle yapamıyorum. Sadece sağ yanıma yatabiliyorum, sol tarafa ve sırtüstü yattığım zaman kalbim sıkıştırıyor. Durumum böyle olunca da arkadaşlar bir yatak aldılar.
Merak edilen konulardan birisi de, böyle fakirane yaşayan bir insan ABD gibi pahalı bir ülkede nasıl yaşayabiliyor?
Bu konu farklı maksatlarla ortaya atıldığı için, sizi tenzih ederek, hazımsızlık yapanlara söyleyeyim: Benim hakkımda böyle diyenlerden hiç birisi için ben böyle bir soru sormadım. Benim gibi, şeker hastası, günde 1200 kalori alan, ağır şeyler yiyemeyen, yemek ihtiyacını çok defa yoğurt ve çorbayla karşılayan bekâr bir insan, ABD'de olsa 500 lirayla (dolar yerine lira diyor) geçinir. Bu tür şüpheler uyararak karalamak isteyenlerin tavrını fevkalade yakışıksız ve münasebetsiz buluyorum.
Bunları hiç söylemek istemezdim. Çünkü, isterdim ki, imkânım olsaydı da, o telif ücretlerini de yemeseydim. Buradaki ikametim için arkadaşlar gönderiyorlar ben de kerhen kabul ediyor ve ancak zaruri ihtiyaç çerçevesinde kullanıyorum. Zaten burada başka türlü durmam mümkün değil ve böyle bir telif ücretini alma mevzuunda da kimsenin bana bir şey demeye hakkı yoktur.
Soruldu, açıkça söyleyeyim: Arkadaşlar, -rahatsızlıklarım da olduğu için- ihtiyaten bir miktar bankada bulunduruyorlar; her sene için de 30 bin gönderiyorlar. Az önce dediğim gibi, zaruri ihtiyaçlarımı gideriyor, geri kalanını da millete tavsiye ettiğim üzere eğitim hizmetlerine bağışlıyorum. Bana gönderilmeyen ve birikmiş olan teliflerin de Allah rızası için bazı yerlere ve muhtaç kimselere verilmesini söylüyorum. Allah'ın huzuruna girerken arkada beş on kuruş bile olsa bir şey bırakmak istemem.
Huntington'ın 'medeniyetler çatışması' tezinin gerçekleşeceğine ihtimal veriyor musunuz?
Huntington'ın tezine kaynak teşkil eden fikirler aslında daha evvel başkaları tarafından da dile getirilmişti; fakat günümüzün anlayış ve idrakine göre, farklı bir üslupla yeniden ortaya konulunca, dedim ki, "Başlangıçta böyle geniş bir kehanette bulunduklarına göre, muhtemelen, medeniyetleri, kültürleri ve değişik diyanet mensuplarını birbiriyle vuruşturmak için zemin hazırlayanlar var."
Benim aklıma ilk gelen bu oldu; tabii ki. Belki de başaramayacaklar ama biz bunların olabileceğini ve oldurmak isteyenlerin mevcudiyetini hesaba katarak dünyanın değişik yerlerinde "sulh adaları" diyebileceğimiz beyaz adalar oluşturmazsak, bir gün denizlerdeki dev dalgaların telâtumu (çarpışması) gibi hadiselerin telâtumu arasında insanlık boğulur gider.
Bu hareketin ufkunda ne var?
Dünya kavgasından herkesin belli bir ölçüde endişesi var. Konuya sosyologların, psikososyologların gözüyle bakınca durum pek iyi gözükmüyor. Sürekli bazı mülahazaları kaşıyanlar, insanları karşı karşıya getirmek isteyenler var; farklı dinde, diyanette olanlar da birbirlerine aynı mülahazalarla bakmaya devam ederse –muhakkak demeyelim ama- böyle bir kavga muhtemel görünüyor. İnsan olarak, bu meseleye bir çare bulmak lazım.
Kavga vesilelerini elimizden geldiğince toprağa gömecek, üzerine altından kalkamayacağı şekilde ağır taşlar koyacak, daha ziyade sulha, sükûna, huzura giden mülahazaları öne çıkaracak, anlaşma ve uzlaşma yollarını açacak çare bulmak lazım.
Dini açıdan bakınca görülen ne?
Hadis kitaplarında "kitabu-l fiten" başlığı altında ele alınan bahisler vardır. Bu bölümlerde, Efendimiz'in kıyamete kadar zuhur edecek hadiseler hakkında vermiş olduğu haberler yer alır. Bu tür haberlerle Efendimiz başta o günün insanlarını, sonra da bizleri irşat etmiş.
Mesela, İstanbul'un fethini söylemiş, Hallikan petrollerinden haber vermiş, Fırat ve Dicle civarından bahsederken altından bir dağ çıkacağını söylemiş, belki de 'altın' sözüyle o bölgedeki petrollere işaret etmiş. Bunları haber verdiği gibi aynı şekilde bir takım korkunç fitnelerin de zuhur edeceğini bildirmiş. Mesela, Hıristiyanlığın içinden zuhur edecek büyük bir deccal'den bahsetmiş; 'Mesihi Deccal' ifadesiyle anılan bu şahsın Allah'a inanmayan, sistemleri altüst eden ve iflasıyla da nelere sebebiyet vereceğine işaret etmiş.
Müslümanların içinden çıkıp, insanları Karmatiliğe, Batıniliğin değişik türlerine sürükleyenleri de deccaliyetin içinde düşünenler olmuş, aynı zamanda kuzeyden geleceğine dair işaretler olduğu için son dönem itibariyle deccaliyetin komünizme işaret ettiğini düşünenler de olmuş. O zaman haber verilenlerin pek çoğu zuhur etmiş, diğerleri de zuhur edecek gibi görünüyor.
Bir zaviyeden bakınca da dünyanın akıbeti pek şirin görünmüyor.
Peygamberin verdiği haberlere iman edenler bu hadiseler karşısında ümitsizliğe düşmeyecekler mi?
Bu haberler tedbirler geliştirmeleri için müminlere ihbar ediliyor; yoksa ümitsizliğe düşsünler, oturup dünyanın başına geçirilecek belaları beklesinler diye değil. Siz müminler emniyetin, güvenin ve sulhun temsilcileri olarak, vazifenizi yapın deniliyor.
Yine mesela, Efendimiz buyurmuş ki, "Taberiye gölünü kurutacaklar da arkadan gelenler, 'eskiden burada su varmış' diyecek." Burada Efendimiz istiare-i temsiliye yoluyla bir şey ifade etmiş; belagat ilminde uzman olanlar onun bu ifadelerini yerinde değerlendirerek işaret buyurmuş olduğu hususları tespit edeceklerdir. İlahiyat eğitimi almış insanlar hadiseleri değerlendirirken, sosyologların meseleye bakışının yanında bir de dini kaynaklarda yer alan bilgileri değerlendirdikleri için endişeleri daha fazla olur. Bunun için de fitneleri önlemeyi, herc-ü merc dalgaları karşısında bir dalgakıran oluşturmaya vazife bilirler.
Türk insanının dünyanın değişik yerlerinde açtığı kültür lokallerini, okulları, üniversiteleri ben bir yönüyle geleceğin sulh adacıkları, bir yönüyle de bu tür hadiselere karşı dalgakıranlar olarak görüyorum.
Hareketin çabaları öngördüğünüz o dalgaları kırmaya yeter mi?
Anadolu insanları olarak bizim gücümüz, imkânlarımız ve idrakimiz bu kadarına yetiyor. Belki daha geniş ufuklu kişiler de vardır ve onlar daha büyük şeyleri planlayabilirler; eğer böyle insanlar varsa ve daha büyük şeyler yapmaya muktedirseler çıksınlar ve yapsınlar. Anadolu insanının aklı bu kadarına eriyor; bu millet aklının erdiği kadarını da yapıyor ve ben de onların yaptıklarını takdirle karşılıyorum.
- tarihinde hazırlandı.