"İran Tedavim İçin Uçak Gönderdi Türkiye Geçmiş Olsun Bile Demedi"
Uzun süredir hasta olan Azerbaycan'ın ünlü şairi Bahtiyar Vahapzade, Türkiye'ye kırgın. Felç geçirdiğinde İran'ın kendisini tedavi etmek için "özel uçak" göndererek jest yaptığını söyleyen şair, "Türkiye devleti, böyle bir jest bir tarafa, geçmiş olsun bile demedi." diyor.
Azerbaycan edebiyatının dünyaca tanınan şairi Bahtiyar Vahapzade, uzun süredir hastalıklarla mücadele ediyor. Şair, uzun bir sessizliğin ardından ilk kez Zaman okurları için konuştu. Türk okurunun yakından tanıdığı ve şiirine aşina olduğu Vahapzade, birçok kez ziyaret ettiği Türkiye'nin hasretini duyuyor ve bir kez daha Türkiye'ye gelmek istiyor. Türk ve Azeri edebiyatının ortak değerlere sahip olduğunu vurgulayan şair, Türkçenin yaşadığı yozlaşmadan da derin üzüntü duyuyor. Vahapzade'nin en büyük umudu ise dünyanın dört bir yanında açılan Türk okulları. Şair, bu okulların Türkçeyi bir dünya dili haline getireceğine inanıyor. Bahtiyar Vahapzade ile hastalığını, Türkiye hasretini ve Türkçenin geleceğini konuştuk.
Uzun süredir rahatsızsınız ve kimseyle konuşmuyordunuz...
Gördüğünüz gibi konuşmakta zorluk çekiyorum. Epeyi süre oldu, ne sizinle ne de başka gazetecilerle bir araya gelemedik. Fakat rahatsızlığıma rağmen, sizinle hasret gidermek maksadıyla bir araya geldim.
'Dost kara günde belli olur.' derler. Rahatsızlığınız süresince sevenlerinizden umduğunuzu gördünüz mü?
Felç geçirdiğimde İran kendi büyükelçisi vasıtasıyla ülkesinde tedavi ettirmek üzere "özel uçak" göndererek, teklifte bulundu. Üzülerek söyleyeyim ki, Türkiye devleti, geçmiş olsun bile demedi. Bu da çok ağırıma gitti. Hiç olmazsa Bakü büyükelçisi arayıp geçmiş olsun diyebilirdi. 80 yıllık yaşamım boyunca Farsları hiç sevmedim. Eserlerimde de bunu gösterdiğim halde bana sahip çıktılar. Türkiye'nin hasretiyle, sevgisiyle yaşamama rağmen umduğumu göremedim.
Bunu neye bağlıyorsunuz?
Türkiye'nin sivil insanları, sivil toplum örgütleri beni hiç yalnız bırakmadı. Erzurum'dan İstanbul'a kadar birçok dostum aradı. Devlet düzeyindeki şahısların aramamasına gelince, bilmiyorum. Ama şunu çok iyi biliyorum ki, SSCB'nin en ihtişamlı döneminde olduğu gibi, nefesimin son anına kadar Türkiye'ye olan sevgimi kalbimde yaşatacağım. Bunu kalemimle de yazarak sonraki nesillere bırakacağım.
Eserlerinizde Türkiye'ye duyduğunuz sevgiyi şiirleştirdiniz. İlk defa ne zaman Türkiye'ye gittiniz?
Türkiye' ye ilk olarak 1961 yılının Şubat ayında gemiyle gitmiştim. Ruslar o zaman Türkiye'nin çok geri kaldığını söylüyorlardı. İçimden dua ederdim, inşaallah Rusların anlattığı gibi değildir diye. İstanbul'a geldik, gemide o kadar büyük laflar eden Ruslar, kuzu kesilmişlerdi. İstanbul'da ilk olarak bankaya gitmiştim. Para bozdurmak için kimliğimi göstermen lazımdı. Sovyet pasaportunu uzattım. Bankadaki memur "Hangi millettensin?" diye sordu. Türk'üm dedim. Memur, "Ama Rusları çok seviyorsunuz." deyince çok zoruma gitti. Paraları değiştirdi ve bir makbuz uzattı. İlk defa Türkçe olarak ve üzerinde de Bahtiyar Vahapzade yazan bir makbuzu görmüştüm. O makbuzu hayatım boyunca muhafaza ettim. Hem de cüzdanımın bir köşesinde. O makbuza bakarak, 'Benim de devletim var.' diyerek...
Daha sonra da gittiniz değil mi?
Toplam altı kez Türkiye'ye gittim. Şu andaki tek arzum ölümden önce son bir kez daha Türkiye'yi görmek. Birinci ziyaretimin yeri başka. Ama 1979 yılındaki ziyaretim de ayrı bir öneme sahip. Dedeman Oteli'nde kalıyordum. Ramazan ayıydı. Sabah ezanıyla uyanmıştım. İstanbul'un semalarında, sabahın sessizliğini bozan, gökleri yankılayan bir ses... O sesi en son, 4 yaşımda işitmiştim. Aradan yıllar geçtikten sonra, bu sesi, özlemini iliklerimde hissettiğim güzel Türkiye'mde dinlemek nasip olmuştu. Ezanların biri başlıyor, biri bitiyordu. Bir taraftan ağlıyordum, bir taraftan da "Allah Ekber" şiirimi yazdım.
Türkiye ve Azerbaycan edebiyatının yakınlığını nasıl görüyorsunuz? Birlikten söz edilebilir mi?
Niye mümkün olmasın? Ama çalışmadan olmaz. Yunus Emre, Türkiye'nin olduğu kadar bizimdir. Fuzuli, bizim olduğu kadar da Türkiye'nindir. Ama günümüz İstanbul Türkçesi yabancı sözlerle dolu. Artık 'pardon'lu ya da 'okey'li ayrık sözlerle kirlendi.
Sadece bağımsızlık günlerinde değil, SSCB döneminde de dille ilgili verdiğiniz mücadeleyi biliyoruz. Hayalini kurduğunuz dünyaya giden, bu yolu adımlayan bir çaba görüyor musunuz?
Bütün kardeş ülkelerin istifade edeceği ve merkezi Türkiye'de olan bir "Türk dünyası akademisi" kurulmalı. Orada fen bilimlerinin yanı sıra tarihçi ve edebiyatçı olmalıdır. Ortak bir terminoloji merkezi olmalıdır. Niye bizim de dünyaca tanınan alimlerimiz, düşünürlerimiz olmasın?
Sizce bu fikrin altyapısı var mı?
Elbette ki var. Türkiye'de okuyan Orta Asyalı çocuklar, Orta Asya'da okuyan Türkiyeli öğrenciler var. Ama asıl altyapı, muhterem Fethullah Gülen'in teşvikiyle sadece Türk dünyasında değil, bütün dünyada açılan okullardır. Bu olay, Türkçeyi dünya diline çeviriyor. Türkiye'nin milli marşının kıymetini bilmeyenlerle Fethullah Gülen'in kıymetini bilmeyenler aynıdır. Niçin bu kadar büyük hizmetler yapan, ülkesini dünyaya hazırlayan bir insan Amerika'da yaşamalıdır? Rus, Fransız, İngiliz, Amerikalı, Afrikalı zenci çocuklar Türkiye'nin milli marşını okuyor. Bunları Samanyolu Televizyonu'nda gözyaşları içinde izliyorum. İşte onun için gönlüm rahat. Hayal ettiğim dünyaya giden yolda, o hedefe doğru hızla gidiliyor. Türkiye ziyaretim sırasında Fethullah Gülen Bey, bana sormuştu, bu eğitim serüvenini. Ben de "Bu hizmetlerin sesi ve etkisi sonra çıkacak. Kıymetini bizden sonra gelenler anlayacak." demiştim. (Enes Cansever/Bakü)
- tarihinde hazırlandı.