Cem Karaca'yı Uğurlarken
Fethullah Gülen, Barış Manço ve Cem Karaca. Bu üç ismi, 1970'lerde bir arada görmek veya anmak, Türkiye'nin, hattâ dünyanın o günkü şartlarında mümkün değildi.
Bu mümkün olmayış, şüphesiz bu zatların kendilerinden kaynaklanmıyordu. O yıllarda bu üç ismin üçünü de, çokları gibi ben de eserleriyle tanıyordum. Bu coğrafyanın yetiştirdiği değerler, o dönemki ideolojik kalıplar içinde değerlendiriliyordu. Fethullah Gülen, bütün varlığıyla ve kalbinin bütün vüs'atıyla bu ülkenin İslâmî, millî ve tarihî değerlerini savunuyor, bu değerler üzerinde hali yaşayacak, geleceği kuracak bir nesil idealiyle yanıyordu. Her bir va'zı bir feryat, bir gözyaşı, bir hicran ve bir ümit tufanıydı. Barış Manço, sağ görüşlü olanların sevip dinlediği, açık–kapalı ülkemizin millî–tarihî–içtimaî değerleri etrafında çalıp–söyleyen bir müzisyen olmasına mukabil, Cem Karaca, sol isyanı temsil ediyor, bir bakıma Dadaloğlu'nu, Köroğlu'nu güne taşımaya çalışıyordu.
Sonra zaman geldi. Empoze ideolojiler etrafında bölünen insanımız, bir zaman kendilerini karşı kutuplarda görenler, bilhassa Fethullah Gülen Hocaefendi'nin oluşturmaya çalıştığı diyalog ve hoşgörü ikliminin ılık havasında kucaklaşmaya başladılar. Hocaefendi, 12 Mart'ın arkasından yaşadığı tutukluluk günlerini ve 12 Eylül dönemiyle ilgili hatıralarını anlatırken, çok önemli iki noktaya dikkat çekiyor ve şöyle diyordu: "Hapishanede solcularla beraber kaldım. İçlerinde öyle sağlam karakterli ve samimi insanlar tanıdım ki, hayalimde kalblerine imanı koyardım ve karşımda Sahâbe–i Kiram, bir Ömer, bir Ali, bir Halit temessül ederdi. 12 Eylül döneminde, bazı samimi gençlerin iyi niyetle de olsa 1970'lerde devlet rolü oynamaya çalışmasının da bir hata olduğunu belirten bir yazı yazdım. Onların içinde bulunup da, o günlerde hapis yatmakta olan bir gençten aldığım yanık mektubu hâlâ unutamam ve bu mektubu, bir hançer gibi halâ bağrımda hissederim."
Aynı hakim çevreler, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin başlattığı hoşgörü ve diyalog hareketinin ülke insanını bir araya getirmesine tahammül edemediler. Karaca, 1980'lerin büyük bölümünü vatan haini gibi Almanya'da geçirdi; çünkü vatandaşlıktan çıkarılmıştı. Türkiye'ye geldikten sonra, bilhassa bilâhare ülkede oluşan hoşgörü ve diyalog iklimi içinde, bir zaman bir araya gelmeleri âdeta mümkün görülmeyen insanlarla, en başta Fethullah Gülen Hocaefendi ile kucaklaştı.
Hocaefendi ile Cem Karaca arasındaki dostluk, artarak devam etti. Cem Karaca, Hocaefendi'nin şiirlerini kasete okudu; evlenirken onu düğününe davet etti. Hocaefendi, kendisine ancak teşekkür ve hediyelerle mukabele edebildi. Çünkü, hem sağlık problemleri, hem de sağlığını daha da bozan Türkiye'nin şartları, onun Cem Karaca'nın davetine bizzat icabetine mani idi. Cem Karaca, ebediyete yürüdü; arkada kalanlara büyük ders vererek. "Beni alkışlarla değil, tekbirlerle uğurlayın" vasiyetiyle, temelde her bir insanın fıtratında, özünde taşıdığı ve bu ülkenin aslî değerlerine vurgu yaparak. Hocaefendi, gurbet ellerde, yalnız, hasta ve ülkesine, inanıyorum ki, Türkiye'yi ona hapishane yapmak isteyenlerden kat kat fazla sevdiği bu topraklara hasret içinde yaşamaya devam ediyor. Ediyor, çünkü Türkiye, onun başlattığı hoşgörü ve diyalog iklimine hâlâ mütehammil değil; Cem Karaca'yı Almanya'da yaşamaya mahkûm, Hocaefendi'yi Türkiye'de görmeye tahammül edemeyenler, Türkiye'de bahar değil, daima kış istiyorlar.
Türkiye'yi idare edenler ne yaparsa yapsın, tam manâsıyla düzlüğe çıkmasının birinci şartı, onun, yıllarca atış tahtası haline getirdiği tarihi, bu tarihi oluşturan değerleriyle barışması, ülkeye hizmetten başka bir düşüncesi olmayan evlâtlarını kucaklaması ve bunun için de, kimsenin vatanı sevmede ve düşünmede kendisini başkasından önde görmemesidir.
- tarihinde hazırlandı.