Ah Vatan!
Kapı açıldı birden ve içeriye ak sakallı, nur yüzlü, mehip bir insan girdi. Konuşma kesilince bakışlar, o noktaya kayıvermişti. Gelen -ruhu şad olsun- Hacı Kemal Erimez'di. Göz göze geldiler hatiple. Biraz telaş, biraz endişeyle 'Geldi mi?' dedi. Hacı Kemal Bey, mutlu bir tebessümle tam 'Evet efendim geldi.' demişti ki; arkadan biri ekledi 'Uçaktan iner inmez secdeye kapandı ve vatan topraklarını öptü.' Bir anda iki büklüm olduğunu, kıpkırmızı kesildiğini gördüm hatibin, başını önüne eğmiş hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki salonda bulunanlar, ne olduğunu anlayamamış; ama o derin hüznü, sevgi ve hürmetle hallac edip o mahzun tabloyu yüreklerine nakşetmişlerdi. Kısa bir süre sonra anlaşıldı ki gelen merhum Bekir Berk'ti; hani o yıllarca vatan hasretiyle yanıp tutuşan; ama şeb-i arusa bir türlü vasıl olamayan Türkiye sevdalısı efsanevî avukat Bekir Bey. Kutsal topraklarda yaşarken bile Türkiye hasreti üzerine ağıtlar yakan o adam, artık hastaydı, ölüme hazırlamıştı kendini; belki de son arzusuydu 'İslam'ın son karakolu'na bir kere daha dönmek, belki de o yüzden havaalanında kimsecikler engel olamamıştı o garip öpüşmeye. Evet ben buna öpüşme diyorum; çünkü inanıyorum ki vefalı vatan toprağı da has evladına kavuşmanın zevkini yaşamıştı. Gurbeti yüreğinde derinlemesine duyan diriliş çiçeklerinin bahçevanı, bu manzarayı duyar duymaz gözyaşlarına boğulmuştu. 'Ben Mekke'de bile doğsam buralara gelmekliğim lazımdı!' cümlesi boşuna denmemişti zahir.
Ah vatan! Kaderin gizemli fırtınaları, senin âşıklarını dünyanın her yanına savurdu. Kimi bir düğüne gider gibi tavzif deyip yürüdü, kimi 'Vallahi Mekke beni senden zorla çıkarmasalardı senden asla ayrılmazdım' diyen kutsi ruhla aynı yazgıyı paylaştı. Sen de biliyorsun Medine'ye olan aşkı İkbal'i kıskandıracak kadar derin o ses, senin bağrında kaç kere şöyle yankılandı: 'Medine'nin bir avuç toprağını cennetlere değişmem; ama bir gün bu hizmeti bırakıp Medine'ye gidersem beni buraya sürüye sürüye getirin'. O asla bırakıp gitmedi; ama kader, ağlarını bir başka biçimde örmüştü çoktan...
Yıllar önce yine bir gurbet akşamıydı, nehrin öbür yakasına akseden şehrin güzelliği şairlere ilham verecek kadar coşkundu. Işıl ışıl gökdelenler modern şehir mimarisinin en şuh örneklerinden biriydi kuşkusuz. İşte o anda şu cümleler döküldü dudaklarından: 'Bu parıltılı binalar bana mütecessim lavları hatırlatıyor. En basit, en sade Anadolu köyleri bile bana daha şirin geliyor, vatanımı bir kere daha derinden derine özlüyorum...'
Rahmet ayının içimizi umutla dirilttiği bu kutlu günlerde gurbetten bahsedip sizi üzmek değil maksadım. İftarı ezan sesiyle, teravihi bülbül nameleriyle eda eden insanımıza, gurbetteki dostlarını da hatırlatmak istiyorum. Beyaz önlüklerini giymiş dünyanın değişik yerlerinde görev yapan melek misal öğretmenlerinizi, ekmek teknesini gurbet yamaçlarına kurmuş esnafınızı, 'İlim (hikmet) Çin'de de olsa alınız ' sözünü rehber edinip mastır, doktora kapılarını yaban illerde aralayanları; sözün özü, daussıla yazgısına düşmüş herkesi, içinde bulunduğumuz kutlu günler hatırına dualarınıza ortak ediniz lütfen. Onlar için özellikle dua ediniz; çünkü ezansız, minaresiz yaban illerde mü'minin en büyük yareni dostlarının vefası ve duası.
Vakıa, gurbettekiler çok metin, çok dirayetli. Onlardaki duygu ve düşünce ufkunu işaretleyen, bakın ne diyor: 'Nerede öleceğinizin hiç önemi yok; mühim olan ölüm sonrası gözünüzü ilk açacağınız yerdir, gözünü açar açmaz kendinizi Kabe'nin karşısında bulmaktır.' Başka hangi duygu vatandan ayrılığa teselli olabilir ki!
- tarihinde hazırlandı.