Belge Gerçek İse...

"İrtica ile mücadele eylem planı"nın gerçek olduğuna karar vermemiz için altındaki imzanın Kurmay Albay Dursun Çiçek'e ait olduğunun kanıtlanması yeterli.

İmzayı araştırmak ve doğru bilgiye ulaşmak zor değil. İmzanın, Genelkurmay karargâhında Bilgi Destek Dairesi'ne (Psikolojik Harekât) bağlı şube müdürü olarak görevli Albay'a ait olduğu kanıtlanırsa, o zaman soruşturulması gereken iki ihtimal var. Birinci ihtimal, bu belgenin emir-komuta zinciri dışında illegal bir ekip tarafından hazırlanmış olması. Kurmay Albay Dursun Çiçek'in de bu illegal oluşumun mensubu bulunması. İkinci ihtimal ise bu belgenin Karargâh prosedürlerine uygun olarak yukarıdan verilen bir emirle hazırlanması. Şayet belge gerçek ise korkunç olan bu ihtimal akla daha yakın. Zira tecrübeli bir Kurmay Albay'ın illegal bir örgütlenme kapsamında hazırladığı bir dokümanın altına görevini ve unvanını belirterek imzasını atması, her sayfasını paraflaması mantığa aykırı. Rüşvetin belgesinin olmaması gibi, bu kadar akla zarar entrikaların ve tezgâhların da belgesinin olmaması gerekir. Böyle bir belge ancak ve ancak devlet memuru mantığı ile amirin yazılı talimatı ile hazırlanır ve altına imza atılır.

Sorumlu kİm olur?

Bu durumda "İrtica ile mücadele eylem planı" Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kurumsal hiyerarşisinin "resmî" bir ürünü olur. Peki sorumlu kim olur? Böyle bir "resmî" belge, Karargâh'tan sorumlu II. Başkan'ın emir ve talimatı dışında hazırlanamaz. Bu durumda II. Başkan bu belgenin de doğrudan sorumlusu durumuna gelir. Hiyerarşide Şube Müdürü Albay ile II. Başkan arasındaki ara kademeyi oluşturan Bilgi Destek Daire Başkanı da doğrudan sorumlular arasında yer alır. "Siz böyle bir talimat verdiniz mi?" sorusunu hakaret olarak kabul eden Genelkurmay Başkanı da astlarını yeteri kadar denetleyemediği ve emrindeki personelin kurumsal himaye altında suç işlemesine engel olamadığı için dolaylı olarak sorumlu olur.

Bu "resmî" belge, bir rapor veya öneri değil bir "eylem planı". Öyleyse başından itibaren şu aşamaların geçilmesi lâzım. Önce siyasete ve topluma müdahale kararı verilmeli. Asker, dizginleri ele almaya ve siyasal alanı kendi tercihlerine göre tanzim etmeye karar veriyor. Bu plana, bahane olarak hep rejimi koruma gerekçesi kullanıldığı için "rejimi koruma planı" diyebiliriz. Önce rejimin tehlikeye düşürülmesi, sonra da kurtarılması lâzım. Bu kararın bir ana plana dönüşmesi lâzım. Sonra bu ana plana uygun olarak kullanılacak yöntemleri ve yapılacak işleri sıralayan en az beş adet eylem planına ihtiyaç var. Birinci ve en önemli plan, ele geçirilen "İrtica ile mücadele eylem planı". Diğerleri muhtemelen AK Parti'ye iktidar alternatifi yaratmayı amaçlayan yine siyasî başka bir plandan başlayarak, Kürt sorununu "bölücülükle mücadele planı" adıyla ele alan bir başka planla devam edebilir. Bu planlara, yargıyı AK Parti karşıtı bir güç olarak seferber edecek bir başka plan mutlaka eklenmiştir. Ekonomi dünyasını ve medyayı yönlendirecek başka planlar da pekâla hazırlanmış olabilir.

Bu durumda yapılan hazırlığın bir "askerî darbe" değil, derinden ilerleyen ve şartları oluşturmayı amaçlayan bir "müdahale" planı olduğunu kabul etmek gerekir. Belgenin ele geçirildiği yer ve kişi de, planlanan işlerin bir parçası olmalı. Planın kendisi bu planda sıralanan tezgâhları gerçekleştirecek bir örgütlenmenin ve örgüt mensuplarının mevcudiyetini haber veriyor. Medya manipülasyonlarından sokak aralarındaki provokasyonlara kadar uzanan ve her türlü kanunsuz eylemi organize edecek yeteneğe sahip bir örgütlenme söz konusu olan. Şayet belge gerçek ise bu belge bize doğrudan doğruya böyle bir suç örgütünün varlığını işaret etmiyor mu? Bu planın aynı zamanda bir "Ergenekon'dan çıkış" planı olduğunu, Ergenekon örgütü ile irtibatını gözden kaçıramayız. Üstelik bu irtibatın "kurumsal" nitelik taşıdığını, "eylem planının sorumluları" ile Ergenekon mensuplarını organik bir bağ ile birbirine bağladığını kabul etmemiz gerekmez mi? Belgenin hazırlandığı karargâh kadar bu belgenin ele geçirildiği yer de önemli. "Belge, o avukat bürosunda ne arıyordu?" sorusunun tek cevabı var: "İçerdiği eylemlerin icrası için."

Belge sahte İse...

Belgenin sahte olma ihtimali ne anlama geliyor? Başta Başbakan olmak üzere siyasî parti liderlerinin vurguladıkları üzere, bu belgenin sahte olması da vahim bir durum. Öncelikle böyle üst düzey bir sahteciliği organize edecek yetenekte bir merkezin var olması gerekiyor. Bunlar kim olabilir? Bu sorunun cevabı için bile önce şu sorunun sorulması lâzım: Bu sahte belgeyi hazırlayanların amacı ne olabilir? Ordunun toplum nezdindeki güvenilirliğini azaltmak ve AK Parti'nin ve cemaatlerin itibarını artırmak. Peki böyle sahte bir belge ile bu inancı sağlamak mümkün mü? Şu soruları peş peşe sormamız lâzım. Türk Silahlı Kuvvetleri, kendi bünyesinde hazırlanmış süsü verilen bir sahte belgenin yaratacağı tahribata karşı bu kadar korumasız mı? Başka bir soru. "İstihbarata karşı koyma" yeteneğinin, çok kritik bir askerî yetenek olduğunu hatırlatarak, aradan geçen bir haftalık uzun zaman içinde, basit bir belgenin sahte olduğu nasıl kanıtlanamaz? Belge sahte ise Kurmay Albay'ın ifadesini açıklamak veya hiç olmazsa sivil savcılara ifade vermesini açık yüreklilikle sağlamak çok mu zor? Neden askerî yargının koruması altında bir karanlık alan yaratılıyor? Peki o zaman bu sahte belgenin Ergenekon sanığının bürosunda ne işi var?

Çok daha önemli bir soru soralım. Belgenin sahte olduğunun ortaya çıkması kime ne kazandırır, ne kaybettirir? Bu sorunun cevabı da belgenin sahte olup olmadığı konusunda fikir verecektir. Belgenin sahteliği eninde sonunda kanıtlanacağına göre, bu işten TSK değil, bu belgeyi ciddiye alanlar yara alırlar. O zaman belgenin sahte olması, bizi en son tahlilde Ordu'nun itibarına destek için hazırlandığı sonucuna götürür. Bu sahte belgeyi hazırlayıp Ergenekon sanığının ofisine yerleştirenlerin amacı, o zaman sahteliğinin ortaya çıkmasından sonraki sonuçlara ulaşmak olmalıdır. Bu durum, sahte belgeye de "resmî" bir nitelik kazandırmaz mı?

Koskoca Türk Silahlı Kuvvetleri... Ülkemize yönelik her türlü tehlikeyi hakkıyla bilmesi gereken kurum kendisine yönelik bu sahtelikle de baş edebilmeli. Önce bu belgenin sahte olduğunu kanıtlamalı, sonra da kimler tarafından hazırlandığını bulmalı. Tekrar başa dönelim. Şayet belge gerçek ise hepimize çok iş düşüyor. Türkiye'nin karanlıkta kalmış kirli bir tarihi var. Bu belge şayet gerçek ise bu kirli tarihin kapısını açmış olacağız. Bu tarihle hesaplaşmak ve üzerine yeni bir gelecek inşa etmek için işe koyulmalıyız.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.