Git babana anlat bakalım

84 yaşında bir baba. Güngörmüş, acı çekmiş, yaşlı bir adam. “Bak evladım” diyor dolu dolu. “Fethullah Gülen Hocaefendi'ye senden daha çok dua ediyorum.” Oğlunun simasında beliren tepkilere aldırış etmeksizin üzerinde çok düşünülmüş bir hükmü fâş ediyor: “İnsan yetiştirmenin ne kadar zor olduğunu her baba gibi ben de iyi bilirim. İşte bu yüzden söylüyorum; Hocaefendi milyonlarca insan yetiştirdi. Bir nesil için kendini feda etti.”

Derin bir sessizlik. Oğlunda mütevekkil bir tebessüm. Ak saçlı, aksakallı baba: “Evladım ben Başbakanımız Tayyip Bey'e de, Cumhurbaşkanımız Abdullah Bey'e de her namazımda dua ediyorum. Onların doğru karar vermesinin sadece ülkemiz için değil, yeryüzü için de önem taşıdığına inanıyorum.” Babanın dua listesi bir hayli uzun. O listeye, bu ülkeye hizmet ettiğini düşündüğü herkesi ekliyor. Oğul, “Bakalım bunun sonu nereye varacak...” derken son hüküm geliyor: “Aman evladım sakın kavga etmeyin. Sizler kavga ederseniz nimetler gerisin geriye gidiverir; o karanlık günlere geri dönebiliriz.”

Parçaları birleştirerek arz ettiğim yukarıdaki tablo, sadece bir babanın feryadı değil. Anadolu'da böyle binlerce baba var, ana var. Yüreği tir tir titreyen gönül insanları son birkaç yıldır yapılan fitne kışkırtmalarından tedirgin. “AKP-Cemaat kavgası” denirken onların kalbine bir hançer saplanıyor. “Gül-Erdoğan çekişmesi” denirken onların yüreği ağzına geliyor. Bu muazzam ıstırabı toy delikanlılar, gamsız, dertsiz yaramaz çocuklar hissetmeyebilir. Anadolu'nun sinesinden yükselen sessiz çığlığı, hayatında uhuvvet için bir damla gözyaşı dökmemiş kalemşörler ve salon beyzadeleri duymayabilir, ama durum budur. İhtilafı körükleyenler kısa vadede bir popülarite yakalasa ve psikolojik bir avantaj sağlasa bile tarih onları hayır ile yâd etmeyecek. Bu topraklarda uhuvveti sarsan kim olursa olsun, hiçbir zaman hürmetle yâd edilmedi çünkü...

Yüreği tir tir titreyen gönül insanları son birkaç yıldır yapılan fitne kışkırtmalarından tedirgin. 'AKP-Cemaat kavgası' denirken onların kalbine bir hançer saplanıyor.

Her konuda herkes aynı şeyleri düşünmek zorunda değil. “Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır.” hükmündeki rahmet, farklı fikirlerin ortaya çıkacağı düşünce zenginliğini de işaretliyor. “Herkes benim gibi düşünmeli!” demek yerine “Farklı düşüncelerden nasıl istifade etmeliyim?” demek zorundayız. Rahmet ancak farklı fikirlerin rengârenk bir kanaviçe haline gelmesiyle tebellür edebilir.

Önemli bir tehlike: Muhafazakâr kesimin aydınları ve seçkinleri, neşet ettikleri zeminden her geçen gün biraz daha kopuyor. O kopuş bir çeşit sınıf atlama algısı, bazen de sarhoşluğu getiriyor yanında. Bu nedenle toplumun nabzı yeterince tutulamıyor. Daha kötüsü, dünyaya iktidar savaşları ve akıl oyunları açısından bakanlar ve her hadiseyi “güç savaşları” üzerinden okumaya çalışanlar uzaya fırlatılmışçasına kendi öz benliğinden uzaklaşıyor. Yeni inşa edilen sırça köşklerden Anadolu'nun yürek sancısını duymak çok da kolay olmasa gerek. “AKP-Cemaat kavgası” gibi yaldızlı laflar yeni medyanın bazı cengâver mensuplarınca cazip bir zevzeklik konusu gibi algılansa da, uhuvveti sarsıcı bütün yaklaşımlar kamu vicdanını yaralıyor. ‘Gül-Erdoğan kavgası'ndaki goygoyculuk da öyle. Tabii ki Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız arasında görüş ayrılıkları olabilir. O ihtilafın tesadüm-ü efkâr çerçevesinde cereyan etmesi ve yeni fikirlere zemin hazırlaması söz konusuyken her farklı düşünceyi bir fitneye dönüştürmek kime fayda sağlar ki!

Bugün kanlı bir terör örgütüyle bile “uzlaşma zemini" aranırken insanların “kardeşler”ini, “arkadaşlar”ını, “dostlar”ını küstürmelerinin ciddi bir anlamı olamaz. Kavgayı kimler körüklüyor? 1- Her ne olursa olsun fitne çıkarmaya ta baştan karar vermiş şer odaklar. 2- Dava adamı olamadığı için hevâ adamı olmuş, kıskançlık ve ihtirasın zebunu haline gelmiş insanlar. 3- Hangi badirelerden geçilerek bugünlere gelindiğini bilmeyen çilesiz, gamsız kişiler. Birinci zümreye söyleyecek sözüm yok; onlar cibilliyetlerinin gereğini yapıyor. Peki diğerleri? Onca devasa problem varken birbirinizi yerseniz, makam mevki derdine düşerseniz, birbirinize karşı gıybet ve kıyım yarışına tutuşursanız dönüp Anadolu insanına nasıl hesap vereceksiniz? Hangi ağzı dualı ana, hangi çilekeş baba incir çekirdeğini doldurmayacak mazeretlerinizi kabul edebilir? Sosyolojik yelpazede iç içe girmiş kitlelerden bahsediyoruz. Aynı evde, aynı mahallede, aynı camide... Davalar ortak, dualar müşterek. Bu gerçeği tarumar etmeye teşebbüs, fitne değil de nedir? Onu da Hazreti Peygamber şöyle tasvir ediyor: “( ) fitne zamanında oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan daha hayırlı olacak.” Ey yangına benzin dökeceğim diye birbirinin sırtına basanlar, kendinize yukarıdaki hadis-i şeriften bir yer bulun. Sonra gidin analara babalara sorun; nasıl dua alabileceğinizi onlardan öğrenin. Vesselam

‘Off the record’u da bilmiyorsanız

Türkiye’de gazetecilik yapan kişilerin önemli bir kısmı mesleğin teorik arka planını, maalesef, bilmiyor. Çoğu “alaylı” olduğu için mesleğin göbeğine cumburlop diye atlamış, bulduğu suyun derinliğini -ki bazen bu bir küvet derinliği bile değil- gazetecilik sanıyor. Bir kısmı da mesleğin felsefesini birazcık okumuş ama pratiğe geçince bir zamanlar öğrendiği her şeyi çöpe atmak zorunda kalmış. Temel bir problem bu! İnsanların iletişim fakültesinden mezun olup bir gazetede (TV’de, dergide vesaire) çalışmaya başladığı gün “Bildiğin her şeyi çöpe at, sana mesleği yeniden öğreteceğiz.” denilen tek ülke Türkiye’dir. Niye? Çünkü Türkiye’ye has illüzyonist gazetecilik evrensel meslek ilkelerini ayaklar altına almayı bir marifet sayar ve o hokkabazlığı gerçek gazetecilik gibi takdim eder

Uzun hikâye. Geçen hafta yazılanlara bakın, yukarıdaki sözlerimin ne manaya geldiğini anlayacaksınız. Biri çıkıyor, yazılmamak üzere yapılan görüşmelerin (off the record) gazetecilikte bulunmadığını iddia ediyor. Güler misin ağlar mısın? Böyle komik çıkarımlarda bulunanlar, nasıl oluyor da yıllarca gazetecilik yapabiliyor? Yazılmamak üzere konuşmalar yapılır gazetecilikte. Bunu her gazeteci bilir. Hatta bazen yazılmak üzere yapılan görüşmelerin (on the record) içinde bir kısım ‘off the record’ olabilir. Bunu yüzlerce kez yapan kişiler, nasıl olur da “Böyle bir şey gazetecilikte olmaz!” deyiverir. Sanki bulundukları her ortamdan izlenim yazmışlar ya da yaptıkları her ziyaretten bir köşe yazısı yazmışlar gibi... Ayıp.

Bir de “off the record”u “karartma” diye takdim eden internet cambazları var. Bu kişiler ya mesleği hiç bilmiyor; ya da psikolojik harekât yapma adına kendileri “karartma” yapıyor. Görünen o ki kendine gazeteci diyen kişilerin önemli bir kısmı mesleğin terminolojisine de felsefesine de vâkıf değil. Biraz da bu yüzden medyadaki düşüş önlenemiyor

Siyasetin alanı ve camia

Epey bir zamandan beri söylenen bir şehir efsanesi var: “Siyasetin alanı siyasetçiler tarafından doldurulur; o alana hiç kimse karışamaz.” Hatta işi biraz daha ileri götüren ve her yoruma karşı “Siyasetin alanına dair fikri olan ‘parti kurmalı’.” diye dayatanlar da bulunmakta. Bu fikir sivil toplum düşüncesini tamamen dışlayan ve modern yönetim biçimlerini görmezden gelen kibir dolu bir yaklaşım. “Siyaseti sadece siyasetçiler yapar” diye dayatırsanız köşe yazarlarının siyasi yorum yapmasına bile karşı çıkmak zorunda kalırsınız. Siyaseti yeni bir laiklik gibi algılamak çok komik.

Tabii ki siyaseti siyasetçi yapacak. Ancak bu arada siyasetin dışındaki unsurlar da fikirlerini söyleyecek. Akademisyenler, yazarlar, entelektüeller, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, demokratik örgütler Onlar da ülke gelişmelerini yakından izleyip fikirlerini hem kamuoyuyla hem de icraat sahipleriyle paylaşacak. Bu yüzden demokrasi bir bakıma paydaşlar yönetimidir, sivil denetimlere de açıktır, demokratik tavsiyelere de. Öbür türlüsüne demokrasi denmez... Tabii ki camia bir parti değildir. Hiçbir zaman olmadı; olmayacak da. Ne var ki ülkeyi yakından ilgilendiren konularda fikir beyan etme, hatta kamuoyu oluşturma hakkına sahiptir. Tıpkı bütün sivil toplum örgütlerinin sahip olduğu gibi. Mesela 12 Eylül referandumuna camia tarafından muazzam bir destek verildi. Fethullah Gülen Hocaefendi, “İmkân olsa, mezardakiler bile kalksa ‘evet’ dese.” dedi. Siyasete müdahale midir bu? Hayır. Particilik yapmak mıdır? Hayır! Ortada bir proje ya da icraat varsa ona destek vermek de karşı çıkmak da “siyasallaşmak” değildir. Tam aksine, sivil inisiyatifin demokratik sisteme katılması manası taşır.

Camia kendini siyasi bir parti olarak görmüyor. Her siyasi yapıya yakın durmaya gayret ediyor. O yüzden de her kitleden sempatizanı var. Ancak bu durum, camianın güncel konularla ilgili söyleyecek sözünün olmadığı manasına gelmez. Siyasete bir nevi kutsallık atfederek, “Siz ne karışıyorsunuz, siz gidin okul açın!” demek bir hazımsızlık değilse, demokrasiyi anlamamaktır. O zaman adama sorarlar: “Siyasetçi olmadığına göre sen neden bu konularda kafa yorup yazı yazıyorsun?” Bunun sonu var mı? İnsan biraz insaflı ve vefalı olur

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.