• Anasayfa
  • Baba - Fethullah Gülen Web Sitesi

Anne babanın günahları çocuğu etkiler mi?

Soru: “Çocuğun şaki mi said mi olduğu anne rahminde yazılır. Anne ve baba haram yediyse ondan meydana gelen çocuk haramzâde olur.” deniliyor. Çocuk dünyaya gelmeden hiçbir şeyden haberi olmadığına göre onun suçu nedir?

Her şey Levh-i Mahfuz’da tespit edilmiştir. Levh-i Mahfuz, ilm-i ilâhînin mahlukata taalluk eden plân ve alanının –dîk-i elfâzın sesi– unvanıdır. Kur’ân’da buna “İmam-ı Mübîn” de denilmektedir. Zerrelerin hareketinden sistemlerin deveranına kadar her şey bu Levh’te tespit edilmiştir. Levh-i Mahfuz’da yazılmadık hiçbir şey yoktur. Buna, doğacak bir çocuğun said mi şaki mi olacağı da dahildir. Buradaki her mesele, bu büyük defterden alınmak suretiyle küçük defter olan ve hakikî zaman’ın bir unvanı olan Levh-i Mahv ve İsbat’ta istinsah edilir. Yani gelmiş ve gelecek, illet-mâlul, sebep-müsebbep kıyamete kadar manzar-ı âlâdan kendilerine bakan ilm-i ilâhî altında, ne olacak, nereye gidecek, kaç adım ileriye veya geriye çekilecek… bütün bunların hepsi tespit edilmiştir ve bunu sadece Allah bilmektedir.

Ayrıca, bu büyük defterden (Levh-i Mahfuz) her hususun alınması ve teker teker Levh-i Mahfuz’un numunesi olan küçük defterlere istinsah edilmesi söz konusudur. Meselâ, rahm-i mâderde spermle yumurta buluştuğu andan itibaren gelişmeler başlayınca yeni bir kitabet de başlar. Kâinatın misal-i musağğarı (küçültülmüş bir örneği), büyük kitabın nüsha-i suğrâsı (küçük kopyası) yeni bir varlık meydana gelir. (Tabiî bu, âlem-i mülk itibarıyladır. Yoksa melekût âlemi itibarıyla insan, kâinattan daha büyüktür. Kâinat insanda matvîdir, dürülmüştür.[1]) Bu yeni varlık meydana gelince Allah’ın emriyle melekler büyük defterden onunla alâkalı hususları kaydederler. İster Levh-i Mahfuz’daki yazı olsun, ister Levh-i Mahv ve İsbat’ın bir parçası olan bu misal-i musağğardaki yazı olsun, her ikisi de Allah’ın ilmi ve ıttılâı altındadır.

Ne var ki, insanın iradesi, çevrenin tesiri ve aynı zamanda ortam şartları hesaba katılmadan bir takdir de yapılmamaktadır. Binaenaleyh Levh-i Mahfuz’da, şekavetine veya saadetine delâlet eden işler hesaba katılmadan bir insan hakkında ne “said” ne de “şaki”dir hükmü verilmez. Cenâb-ı Hak kişinin dalâlet yoluna gideceğini bildiği için o kişi hakkında “Dalâlete gidecek.” şeklinde yazılmıştır.

İlim maluma tâbidir. Levh-i Mahfuz’dan alınan bu şey, çocuğun kendi hususî defterine yazılırken aynı şekilde yazılır; ama bu arada çocuğun iradesi de göz ardı edilmez. Çocuğun iradesi, çevresi ve muhitin tesiri hesaba katılarak yazılacaklar yazılır. Öyleyse Levh-i Mahfuz’da anne karnındaki çocuğun said veya şaki yazılmasıyla, doğacak çocuğun said veya şaki olması arasında bir zıtlık yoktur. Belki burada o büyük kitaptan istinsah, teksir ve oradan alıp burada yenileme söz konusudur.

Peki anne baba günah işlemişse çocuğun ne günahı var, denebilir. Bazen anne baba haram yemiş, günah işlemişse bu işe sebebiyet vermiş olurlar; böylece çocukları da onun azabını çekerler. Meselâ, onlar büyük bir günah işlemişlerdir; çocukları da dünyaya sakat gelmiştir; kader, anne ve babaya çektirmiştir. Ancak burada şu da var; masum insanların çocukları da sakat doğabilir. Dolayısıyla bu meselede kat’î bir prensip söylenemez. Anne baba dalâlet içinde yüzmüşler, çocukları da şaki olmuştur. Onların işledikleri günahların çocukta bir günah ve anne babayı üzecek bir hâdise hâlinde zuhur etmesi, muhtemel hususlardan sadece bir tanesidir. Çocuğun iradesiyle dalâletini hazırlaması sebeplerden bir diğeridir. Bu itibarla bunların hepsini birden düşünmek icap eder.

Bundan başka; Allah, çocuk daha dünyaya gelmeden onun iradesini kötüye kullanacağını bildiği için, onun hakkında şaki ve tâli’siz yazmıştır. Fakat buna küçük bir sebep belki de anne babanın haram yemesidir. Burada çocuğun iradesi nefyedilmemektedir. Anne babanın faiz ve rüşvet yemesi, yalan söylemesi, zina etmesi çocuklarında böyle bir arıza olarak zuhur etmiştir. Biz, burada “Çocuğun günahı nedir ki?” deriz. Çocuk, kendi günahını, kendi iradesiyle yapmaktadır. Burada onun iradesi nefyedilmemektedir. Aklı başında herkes, kendisine Kur’ân’ın prensipleri altında bir istikamet verebilir. Çocuk günahın içine düşerken kendi iradesiyle gitmekte ve günaha inhimak etmektedir. Bizim, iradenin keyfiyetini bilip bilmememiz önemli değildir. Ama bu arada anne ve babanın işledikleri günahın bir zuhur ve neticesi olması da gayr-i mâkul değildir. Allah, çocuklarının maruz kaldığı şeyle esas ebeveyne çektirir. Meselâ, anne baba haram yemişler, fiilî, kavlî zina etmişler veya ahlâksızlığa müteallik işler yapmışlardır. Cenâb-ı Hak da, onların bu günahlarını çocuklarında gösterir ve onlar bu durumu her gördüklerinde ızdırap çekerler. Burada onları müteessir edeceği gibi çocuğun işlediği günahlar sebebiyle –işin içinde çocuğun iradesi de vardır– ahirette de azap etmek suretiyle anneye, babaya göstererek yine azap görebilirler. Nasıl ki burada sağlam bir İslâm terbiyesi vermediği çocuğu anarşist olmak suretiyle hem dinine hem vatanına hem de milletine düşmanlık yaparken mütedeyyin, vatanına milletine bağlı anne baba dilgir olur, yaptığı günahın cezasını yudum yudum yudumlar ve ızdırap çeker. Aynen öyle de öteki hayatta çocuğunun şekavetini gördükçe muzdarip olur ve günahının cezasını çeker. Fakat bu demek değildir ki, sadece anne ve babanın günahı çocuğu bu hâle getiriyor. Zira çocuğun iradesi de işin içinde olduğundan, ne Allah’a isnat edeceğimiz bir cebir (zorlama) ne de anne ve babanın günahı çocuğa yüklendi de çocuk masum olarak bunu çekiyor gibi bir durum söz konusudur.

[1] Bkz.: el-Münâvî, Feyzu’l-kadîr 5/366.

Anne-Baba

Anne-baba, insanın en başta hürmet edeceği kudsî iki varlıktır. Onlara hürmette kusur eden, Hakk'a karşı gelmiş sayılır. Onları hırpalayan, er-geç hırpalanmaya maruz kalır.

Anne-Baba

Anne-baba, insanın en başta hürmet edeceği kudsî iki varlıktır. Onlara hürmette kusur eden, Hakk'a karşı gelmiş sayılır. Onları hırpalayan, er-geç hırpalanmaya maruz kalır.

Anne-baba hakkı ve hizmet

Fethullah Gülen: Anne-baba hakkı ve hizmet

20. asırda en çok istiskal edilen, hatta hor ve hakir görülen değerlerin başında maalesef ana ve baba gelmektedir. Bu konunun; dinî inançları, içtimaî, iktisadî ve siyasî hayatlarına egemen olan kanunları itibarıyla Batı dünyasında bulunmasına makul izahlar getirebiliriz ama aynı şeylerin İslâm dünyasında olmasını izah etmek oldukça zor ve gariptir. Bir kere Kur’ân, ana‑babayı “vâlideyn” diye tesmiye ederek, ikisini bir varlık gibi göstermiş ve onların haklarını Allah ve Resûlü’nün hakları ile aynı çizgide değerlendirmiştir.[1] Ben şahsen, unutulan veya unutturulan bu gerçeğin neslimize tekrar hatırlatılması gerektiğine inanıyorum. Ayrıca bu konuda, eğitim ve öğretim vazifesi gören A’dan Z’ye hemen herkese çok ciddî görevler düştüğü kanaatindeyim.

Doğrusu, günümüzün hizmet erlerinin bile bu mevzuda hataları olabiliyor. Bazen bu hataları görüyor ve hicranla iki büklüm oluyorum. “Hizmet ediyor, Allah rızasını kazanmaya, ahlâk‑ı âliyeyi ihyaya çalışıyoruz.. ana‑babamızın haklarına tam anlamıyla riayet etmesek de olur…” gibi düşüncelerde olanları hatta bu düşüncelerini sesli olarak ifade edenleri affetmek içimden gelmiyor.

Bir kere, İslâm için hayatî meselelerle uğraşmak, ana‑ba­bayı ihmal etmeyi gerektirmez ki! Hele bunu bir kahramanlık emaresi olarak telâkki etmenin affedilir yanı, tarafı yoktur. Aslında çok iyi bir zamanlama ile hizmete devam edilirken, ana‑baba ziyaret edilerek, bakımları, görümleri yapılarak onların hakları da gözetilebilir. Bana göre hizmet deyip ana‑babalarını ihmal edenler ciddî bir aldanmışlık içinde, hatta yapmış oldukları yanlışlığın farkına varmadıkları veya onu yanlış telâkki etmedikleri için ayrı bir haybet yaşamaktadırlar. Ziya Gökalp’in ifadesiyle “cehalet‑i mük’ap” işte buna denir.

Bazılarının ana‑babaları, çocuklarının bu türlü hizmetlerde görev almasını istemeyebilir, bunu hazmedemeyebilir ve problem çıkarabilirler. Bu konuda ölçü, Peygamber Efendimiz’in: “Allah’a isyanın bahis mevzuu olduğu yerde, mahlukata –kim olursa olsun– itaat edilmez.”[2] hadisidir. Yani ana‑baba Allah’a ve O’nun emir ve yasaklarına muhalif bir şeyi emretmedikleri müddetçe, onların hak ve hukukuna riayet etmekle mükellefiz.

[1] Bkz.: Nisâ sûresi, 4/36; En’âm sûresi, 6/151; İsrâ sûresi, 17/23.
[2] Bkz.: Buhârî, ahbârü’l-âhâd 1; Müslim, imâret 39.

Anne-Baba Hiçbir Şey İçin Terk Edilmez

Anne, bir milleti yetiştiren ailenin en önemli unsurudur. O, İslâm nazarında o kadar mukaddestir ki, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem): "Cennet, annelerin ayakları altındadır" buyurur.

Baba Gitmesen Olmaz mı?

Kamyonlar uçsuz bucaksız çöllerin ortasında kendilerine eşlik eden yüklü bir toz bulutuyla el ele ilerliyordu. Konvoy az sonra büyük çadırların bulunduğu bir kamp yerine ulaştı. Etrafta binbir güçlükle dolaşan zenci kadınlar görülüyordu. Neredeyse iskelet halini almış yüzlerce insan bu çadırların arasında ne yapıyor olabilirdi?

Baba Okuluna Hoş Geldin!..

Hürrem Sultan'ın ülkesindeyiz. Kiev'de boz bulanık bir hava… Soğuk dişlerini içimize geçirmeye çalışıyor. Direniyoruz… Art ardına baskınlarla hırpalıyor bizi. Kar kokuyor Kiev sokakları.

Babanın Evladına Karşı Vazifeleri

Babanın evladına karşı vazifesi iki devre halinde mütalaa edilmektedir: Birinci devrede, baba çocuğu rüşde erinceye kadar onu biçime koyma ve ona bir şekil vermede mutlak olarak mükellef ve mesuldür.

Bir Baba Olarak Peygamberimiz

Hep zirvelerde dolaşan Allah Resûlü, hayatın hemen bütün ünitelerinde de hep zirvede olmuştu. İnsanlar O'nu ararken, ne kendi seviyelerinde ne de yaşadıkları asrın büyük insanları seviyelerinde aramamalıdırlar. Araştırmacılar O'nu ararken hep dünyanın en yüksek zirvelerini düşünmeli ve hayalen zirveler üzerinde dolaşmalıdırlar ki, kadrine ruhanîlerin destan kestiği o Zât hakkında kadirnâşinaslık yapmasınlar.

Evlat-baba ilişkisi

Evlat-baba ilişkisi

Soru: Babam beni birkaç defa kapı dışına attı. Şimdi geri çağırıyor. Ben de gitmek istemiyorum. Ne yapayım?

Bu, baba ile evladı arasında münasebet tekniği ile alâkalı bir mevzu. Bir babanın, soruda bahsedildiği şekilde, çocuğunu defalarca kapı dışarı atması, çocuğu isyana sevk eder ve ona günah işlettirebilir. Onun için bu durumda olan bir evladın, babasının gönlünü yaparak evden ayrılması herhâlde daha uygun olur.

Vâkıa, baba, evladını dövse, kovsa bile evlat yine de bu kadar geçimsiz olan babasının elini öpmeli ve onun duasını almaya çalışmalıdır. Ancak babadan, evladının tansiyonunun kabarmasına sevk edecek, onu isyana teşvik edecek, baş kaldırmaya götürecek davranışlar müselsel devam edip giderse o zaman çocuğa düşen şey aklı ve mantığıyla hareket etmektir. Bu durumda evladın, babasının elini öpüp, “Baba! Ben, her şeye rağmen seni ziyaret edeceğim, ihtiyaçlarını karşılayacağım. Ancak müsaade buyurursan ben başka bir yerde ev bulayım ve orada oturayım.” demesi uygun olur zannediyorum. Aklın ve mantığın yolu budur. Nitekim bu kadar hoşnutsuzluktan sonra o evde geçim olması beklenemez.

İki kudsî varlık; anne, baba

Maalesef, pek çok değer ölçüsünün unutulduğu, ailevî ve içtimaî esasların yerle bir olduğu zamanımızda, anne-baba hakkı da bu umumî yozlaşmadan nasibini aldı.

İnsanın en başta hürmet etmesi gereken iki kudsî varlık, bugünün şımarık nesilleri tarafından sadece birer yük gibi kabul edilir oldu. Aslında, daha küçük birer canlı halinde var olmaya başladıkları günden itibaren, hep anne-babanın omuzlarında dolaşan ve onların kucaklarında gelişip büyüyen çocuklardı yük olan; fakat, anne-babanın derin şefkati, yavrularını yük değil mukaddes birer emanet olarak görmelerini sağlıyordu. Onların hayat boyu devam eden fedakarlıkları karşısında çocukların da onlara sevgi ve hürmetle muamele etmeleri hem bir insanlık borcu hem de bir vazifeydi; her insan, kendi ebeveyninin kadrini bilmeli ve onları Hakk'ın rahmetine ulaşmaya vesile saymalıydı. Heyhat ki, günümüzde sadece Allah'a karşı saygısız olanlar arasında değil, O'nu sevdiğini iddia edenlerin içinde bile, anne ve babalarının varlıklarını istiskal eden, yaşamalarına karşı bıkkınlık gösteren ve sürekli saygısızlıkta bulunan insan bozması canavarlar türedi.

Huzurevi mi, hicran yurdu mu?

Ne acıdır ki, artık anne-babalar yalnızlığa ve kimsesizliğe mahkûm yaşıyorlar; biraz yaşlanıp elden ayaktan düşünce kendilerini düşkünler evinde buluyorlar. Önceleri "darülaceze" denilen, şimdilerde biraz kibarlaştırılarak "huzurevi" adı verilen bu hicran yurtlarıyla teselli olmaya, senede bir gün kendilerine uzatılacak çiçeklerle avunmaya çalışıyorlar.

Oysa, insan çocuklarını bağrına basamadığı, torunlarını kucağına alamadığı, ne ihtimamla büyüttüğü ciğerparelerini sevemediği ve onlara bakıp bakıp "Yavrularım!.." diyemediği bir yerde nasıl huzurlu olur ki!.. Kendisine sevgi ve hürmetle nazar eden yakınlarının bulunmadığı, onun için bir tencerenin kaynamadığı ve çoğu zaman arayıp soranının olmadığı bir yerde mutluluğu nasıl bulur ki!.. Biz kendi kafamızda mevhum bir huzur tasarlamışız; o talihsizler yuvasına "huzurevi" demekle onun sakinlerinin de gerçekten huzurlu olacaklarını sanmışız. Allah'tan ki bu müesseseler ve oralarda bazı samimi gönüller var da yaşlılarımızı bütün bütün sokağa terk etmiyoruz; kendileri gibi muhtaç kimselerin arasına atıp bıraksak bile hiç olmazsa bir rahat yatak, bir sıcak çorba imkânı sağlıyoruz. Akabinde, onların da bizim var olduğunu vehmettiğimiz huzuru duymaları için zorlayıp duruyoruz. "Daha ne olsun, ne güzel yiyip içip yatıyorlar!" der gibi bir tavır takınıyoruz.

Halbuki, insan hayvanlar gibi yiyip içen, sonra da yan gelip yatan ve bu şekilde saadete eren bir mahluk değildir. İnsan, çevresine alâka duyan, tabiata açık bir fıtratı bulunan, evlat ve torunlarıyla, hatta torunlarının torunlarıyla münasebeti olan ve ancak tabiatından kaynaklanan bu alâka ve münasebetlerin gerekleri yerine getirildiği zaman huzur bulan bir varlıktır. Bir tüketim mevsimi halini alan hususî zaman dilimlerinde "dostlar alış-verişte görsün" kabilinden sözde arayıp sormalar ve sun'î tavırlar mutlu etmez insanı. Senede bir eline tutuşturulan bir demet çiçek sadece onun gönlündeki hasret ateşini alevlendirmeye yarar, dindirmez hicranını. O, alâkaya, sevgiye ve içten bir tebessüme muhtaçtır; yalnızca yeme, içme ve sıcak döşekte uyuma karşılamaz manevî ihtiyaçlarını.

Kur'an üslubu ve valideyn

Ayet ve hadislerde anne-baba hukuku üzerinde ısrarla durulmuş ve onların haklarının gözetilmesi ve valideyne zulüm etmekten kaçınılması hususunda tergîb (teşvik etme, isteklendirme) ve terhîblerde (sakındırma, uzaklaştırma) bulunulmuştur. Zira, insan tabiatında başkalarıyla alâkadar olma ve onların ihtiyaçlarını görme isteği sınırlıdır; cibilli olarak onda kendisini anne-babasına adama iştiyakı yoktur. Her insan mutlaka anne-babasına karşı belli ölçüde bir alâka duyar; ama valideynin şefkati evladı için kurban olmayı dahi sıradan bir iş haline getirse bile, çocuğun anne-babayı görüp gözetmesi biraz iradesini zorlamasına bağlıdır. Oysa, çocuk kendisini onların hoşnutluğunu kazanmaya vakfetse, valideynin memnuniyetini Hakk'ın rızasına vesile bilerek hizmette hiç kusur etmese, sürekli onların gözlerinin içine baksa ve onları asla incitmese, hatta bir manolya gibi buruşup solmalarından korkarak onlara dokunurken bile dikkatli davransa... anne ve babanın bütün bu güzel muamelelere hakkı vardır. Bundan dolayı da, Kur'an ve sünnet, iradenin hakkının verilmesi icap eden böyle önemli bir mesele üzerinde ısrarla durmakta ve tergîb ü terhîbler sıralamaktadır.

Dinimizde valideynin hukuku o kadar önemlidir ki, Sâdık u Masdûk (sallallahu aleyhi ve sellem), bir soru üzerine "Cihada denk bir amel bilmiyorum" demesine rağmen, huzuruna gelerek cihada katılmak istediğini söyleyen pek çok sahabiye "Annen, baban sağ mı?" diye sormuş, "evet" cevabını alınca da, "Git, anne-babana hizmet et. Senin cihadın onların yanında; yapış annenin ayaklarına, Cennet orada." buyurmuştur.

Yine, hadis kitaplarında Fahr-i Kâinat Efendimiz'e biat etmek için gelen birinden bahsedilir. Ashab-ı Kiram'ın altın halkasına girmekle şereflenen o sahabi, en kutlu elleri tutar ve "Sana biata koştum ama annem babam arkada hicranla ağlıyorlardı." der. Şefkat Peygamberi (sallallahu aleyhi ve sellem), hemen ellerini geri çeker, memnuniyetsizliğini ifade eder şekilde şöyle seslenir: "Dön anne-babana, dön de ağlattığın gibi güldür onları."

  • Pek çok değer ölçüsünün unutulduğu günümüzde, anne-baba da bu umumî yozlaşmadan nasibini alarak bugünün şımarık nesilleri tarafından sadece birer yük gibi kabul edilir hale geldi.
  • İnsan, çevresine alâka duyan, evlat ve torunlarıyla, hatta torunlarının torunlarıyla münasebeti olan ve ancak bu alâka ve münasebetlerin gerekleri yerine getirildiğinde huzur bulan bir varlıktır.
  • İnsan tabiatında cibilli olarak kendisini anne-babasına adama iştiyakı yoktur. Bu açıdan, çocuğun anne-babayı görüp gözetmesi biraz iradesini zorlamasına bağlıdır.

Hizmet mazeret olamaz!..

Temel kaideler zaviyesinden bakacak olursak, anne-babanın hukukunu gözetme hususunda hiçbir mazeret geçerli değildir; her fert onlara karşı vazifelerini eksiksiz eda etmek mecburiyetindedir.

Bu vazife, herkes kadar hizmet erlerini de alâkadar eden bir mesuliyettir. Emr-i bilmaruf nehy-i anilmünker düşüncesinden ve dine hizmet gayesinden kaynaklanan bir kısım zaruretler bazılarımızı bazı yerlere bağlayabilir; ailemizden ve vatanımızdan uzak diyarlarda yaşama ile karşı karşıya bırakabilir. Fakat, ne ile karşılaşırsak karşılaşalım, nerede yaşarsak yaşayalım, bunlar sıla-yı rahimi ve valideyni görüp gözetmeyi ihmal etmemize mazeret sayılamaz. "Hizmet adına koşuyorum, öyleyse, onların hukukunu gözetmesem de olur" mülahazası bir aldanmadan ibarettir. Dahası, anne-babaya bir başka kardeşin ya da akrabanın bakıyor olması da diğer çocukları mesuliyetten kurtarmaz; onların hakları diğerleri üzerinde devam eder.

Bu açıdan, hizmet mülahazası ve hicret düşüncesi çok önemli olsa da, anne-babayı ihmal etmeye sebebiyet vermemelidir. Sevgi erleri engin bir şefkatle bütün insanlığın saadeti adına diyar diyar dolaşırken, kendi anne-babalarını, aile fertlerini ve akrabalarını da unutmamalıdırlar. Belki iki vazifenin de hakkını beraberce verebilecekleri hizmet zeminleri ve imkanları oluşturmaya çalışmalıdırlar.

Keşke şartları zorlasanız ve anne-babanızı yanınıza alsanız. Şayet, buna muvaffak olabilecek imkanlara sahip değilseniz, o zaman da hiç olmazsa belli bir zaman takdir ederek onları devamlı ziyaret etseniz, ellerini öpüp gönüllerini alsanız; birkaç gün yanlarında kalarak hal hatırlarını sorsanız, bazı işlerini görseniz, ihtiyaçlarını giderseniz. Onlara gerçekten değer verseniz, saygı ve hürmet gösterseniz ve tecrübelerinden, bilgi ve becerilerinden istifade etseniz. Yine imkân bulabilirseniz, onları kısa süreliğine de olsa ara sıra kendi evinizde misafir etseniz; hizmet ettiğiniz beldeyi, arkadaş çevrenizi ve hayat tarzınızı onlara gösterip gönüllerine itminan salsanız.

Bunların hiçbirini yapamıyorsanız -ki bunlar yapılamayacak şeyler değildir ve onlar için ne yapsanız değer- içinde yaşadığınız çağın muvasala ve muhavere imkanlarını kullansanız; sık sık telefon etseniz, hatta görüntülü telefonlarla ya da internet aracılığıyla onlarla görüşseniz; siz onların güzel yüzlerini görseniz, doysanız; onlar da sizi mimiklerinizde bile seyretseler, hasret giderseler.. ve ister yanınızda kalsınlar ister misafir olarak gelsinler isterse de telefon ve internet vasıtasıyla sizinle görüşsünler, bütün bu görüşüp konuşmaları, yapılan hizmetlerin büyüklüğünü anlatma yolunda birer fırsat olarak değerlendirseniz. Gayesiz ve başıboş olmadığınıza inanmalarını sağlasanız; vazifenizin mahiyetini ve keyfiyetini anlatarak, vesile oldukları için onların hasenat defterlerine de pek çok sevap yazılacağına, buradaki hasret ve hicrana bedel ötede ebedî vuslatı kazanacaklarına onları inandırıp yüzlerini güldürseniz.

Haftanın Duası

Rabbimiz! Önümüzden, arkamızdan, sağımızdan ve solumuzdan gelebilecek bütün tehlikelerden bizi muhafaza buyur.. açığıyla-gizlisiyle, büyüğüyle-küçüğüyle her türlü şirkten ve şirk şaibesinden emin eyle.. bizden yüz çevirme; çevirme ve bize şefkat ve re'fetinle teveccühte bulun.. rızıkların en güzeli olan mağfiretinle bizi yarlığa ve iyilik düşüncesine kilitlenmiş salih kullarından eyle! Duamızı, Senin yüce Habîbine, salât ü selam ederek bitiriyoruz; dualarımızı kabul buyur Rabb'imiz!

Sözün Özü

20. asırda en çok istiskal edilen, hatta hor ve hakir görülen değerlerin başında maalesef ana ve baba gelmektedir. Bu konunun; Batı dünyasında bulunmasına makul izahlar getirebiliriz ama aynı şeylerin İslâm dünyasında olmasını izah etmek oldukça zordur. Bir kere Kur'ân, ana-babayı 'valideyn' diye isimlendirerek, ikisini bir varlık gibi göstermiş ve onların haklarını Allah ve Resûlü'nün hakları ile aynı çizgide değerlendirmiştir. Ben şahsen, unutulan bu gerçeğin neslimize tekrar hatırlatılması gerektiğine inanıyorum.

Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.