Hızır (aleyhisselâm) İle Görüşülebilir mi?
İnsan, düşünce ile alâkalı meseleler üzerinde durup, o meseleleri ihtiva eden kitapları tetkik ettiği nispette derinleşir. Kalbî hayatı ile ilgili meseleler üzerinde durup, onlara inhimak ettiği zaman, kalbî hayat açısından buud kazanır. İlmî meseleler üzerinde ısrarla durup, bu mevzuda her gün yeni yeni terkiplere ulaşabildiği, yeni yeni komprimelere varabildiği nispette de ilmî derinliklere erer. Bütün bunları aşarak sırf rızâ-i ilâhî ve Cenâb-ı Hakk'ı hoşnut etme üzerinde ısrarla duran bir insan da Allah'la olan münasebetlerinde derinleşir (Hâlık-mahluk, kul-Mâbud münasebetlerinde).
Aslında, Allah'la münasebette derinleşen bir insan, netice ve encam itibarıyla, diğer yollarla elde edilebilecek her şeyi de elde edebilir. Belki çok az bir çalışma, cüz'î bir malumat ile Cenâb-ı Hak, onun ilmine keramet-i ilmiye lütfetmek suretiyle, birini bin yapar ve onu yılların gayretiyle elde edilemeyecek neticelere ulaştırır. Artık böyleleri bir defa okur ama, ondan binlerce terkibe varabilir.
Zâhirî ilimler, öğrenildiği kadar insanın dimağ ve kalbinde yer işgal eder ve insanın sa'yi nispetinde bir arzı (eni) bir de tûlu (boyu) olur. İnsanın, Allah ile münasebetlerinde derinleşmesi sayesinde ise, hem bâtın âlemine ait mârifet, hem de zâhir âlemiyle alâkalı müktesebat elde edilir. Evet beriki sadece zâhirde kalırken, bu, bâtın âlemin sınırlarını aşar, zâhiri de kavrayabilecek noktaya ulaşır.
Maddeciliğin esas alındığı bir asırda yaşadığımız için, her şey maddî kıstas ve maddî kriterlerle ele alınır oldu. Bu itibarla da pek çoğumuz mâneviyata karşı yabancılaştık ve ruhî değerlerden yoksun kaldık. Bu hızlı maddîleşme, dimağımızdan mâneviyatı silip süpürüp götürdü. Rahmet-i ilâhiyeden ümit ve recâ ediyoruz bizleri yeniden, mânâ ve ruh insanları hâline getirsin...
Allah'la münasebette derinleşen bir insan, gayb âlemine muttali olur, melâike-i kiramla görüşebilir, cinlerle münasebete geçer, ruhanîlerle muhabereye girişebilir, Hızır'ı (aleyhisselâm) görür, hatta onun makamına yükselir.. Hazreti Mesih'le hemdem olur; Hazreti Mehdi ile tecdit musahabesinde bulunur... Evet, insan Allah ile münasebette derinleşir, şekilden, suretten kurtulup ruhun bütün dinamiklerini Allah'a vâsıl olmada kullanabilirse, olur bütün bunlar...
Binaenaleyh, bazı kimselerin "Hızır (aleyhisselâm) ile görüşüyorlarmış, nasıl olur? Biz de görüşebilir miyiz?" gibi mülâhaza ve düşünceleri, biraz işin dışında olma ve yabancılıktan kaynaklanıyor. Hızır'ı (aleyhisselâm) görmek herkes için mümkündür. Kim bilir, belki camide, saflarınızın arasında bile bulunabilir. En azından, camilerde, Hızır'ın (aleyhisselâm) mübarek gölgesinde, seyr u sülûk eden birisi mutlaka vardır. İçinizde melâike-i kiram da vardır. Belki âlem-i cismaniyette, âlem-i cismaniyeti seyre dalan yani sizin bakışlarınızda fâni olan ve sizin bakışlarınızla âlem-i şehadeti seyre dalan ruhanîler de vardır. Sizin içinizde, kalb ve hissiyatınızla bütünleşen latîf mahluklar da vardır. Ama hissedemezsiniz bunları... Cenâb-ı Hak maddî sahada beşerin inkişafına muhâzi olarak, mânevî sahada da bizleri inkişafa muktedir kılsın!...
Sıdkına, sadakatine, sadık ve masduk olduğuna inandığımız Efendimiz'den (sallallâhu aleyhi ve sellem), devrimize kadar pek büyük sâfi kimseler, ruh-u sâfiyeye mazhar olan kişiler, Hızır'la (aleyhisselâm) da, melâike-i kiramla da, ruhanîlerle de görüştüklerini ifade ediyorlar.
Efendimiz'den (sallallâhu aleyhi ve sellem) başlayarak, devrimize kadar temâdi edip gelen bu büyük kimselerin evet, Allah'tan çok korkan, kalbleri haşyetle tir tir titreyen bu zatların, böyle bâlâ-pervâzâne iddialarda bulunmaları mümkün değildir. Bunlar kat'iyen doğru söylemektedirler. Biz de aksine ihtimal vermeyecek şekilde buna inanıyoruz.
Ehl-i keşif ve ehl-i müşâhede, Hızır'ın (aleyhisselâm) hayatta olduğuna kâildirler. Muhaddisîn-i kiram devrinde, Buhârî ve emsali bazı kimseler "Vefat etmiş." diye hükmetseler bile, başta müçtehitlerden dört imam ve sair fukahâ, Hızır'ın (aleyhisselâm) hayatta olduğu kanaatindedirler. Binaenaleyh, ister zıllinde olsun, isterse bizzat kendisiyle olsun, bazı kimseler onunla mülâkat temin edebilirler veya o, onlarla görüşebilir...
Hızır'la görüşebilecek kimseler, Hızır makamına yükselmiş kimselerdir. Kısacası kendini aşmış, benliğini yenmiş kimseler. Bir misalle arz edeyim. Malum, Yunus Emre, Taptuk'un evine hep düz odun taşırmış. "Niçin hep düz; ormanda hiç eğri odun yok mu?" demişler. "Taptuk'un evine, odunun bile eğrisi giremez." demiş. Evet düz gidecek ve hedefe varacaksın..! Ok gibi düz ol ki, dosdoğru hedefe varasın...
Taptuk denemiş. (Bunu Belhli İbrahim Edhem, Mevlâna, Şibli ve Şems-i Tebrizî için de söylerler...) Müridlerinden bir başkası, eline kovaları almış çeşmeden geliyor. Bu arada âdeta, mahmuzlu çizmelerle atı mahmuzlar gibi, varıp Yunus'un ayaklarına ve kalçalarına dürtüyor ve kanatıyor. Kapının önüne kadar hiçbir şey demiyor. Kapının önünde: "Biz o meseleyi çoktan Sarıköy'de bıraktık." diyor. Yani nefsimizi düşünmeyi, bu acıları kâle almamayı, biz çoktan köyümüzde bıraktık, demek istiyor. Mürid şeyhine geliyor. Şeyh: "Ne dedi?" diyor. Mürid: "Sarıköy'de bıraktık." diyor. Şeyh: "Hâlâ kendini düşünüyor. Olmamış, daha çekmesi lâzım." cevabını veriyor.
Yunus ne güzel der:
"Vurana elsiz gerek
Sövene dilsiz gerek
Derviş gönülsüz gerek
Sen derviş olamazsın."
Devrin mürşidleri, mübelliğleri de böyle olmalı.. yani, vurana elsiz, sövene dilsiz, Kur'ân talebesi gönülsüz gerek. Kırılan, darılan Kur'ân talebesi olamaz. Hızır'la görüşmek için kendini düşünmemek lâzım. Nakşibendîlerin
"Der tarîk-i Nakşibendî lâzım âmed çâr terk:
Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk."
diye, dört esasları vardır. Bu devirde Hızır'ı görme maksadını da terk lâzım geldiğinden, bizim yolumuzda da dört şey vardır. "Acz-i mutlak, şevk-i mutlak, fakr-ı mutlak, şükr-ü mutlak, ey aziz."
Bâlâ-pervâzâne: Yüksekten uçarcasına, haddini aşarcasına.
Ehl-i keşif ve müşâhede: Eşyanın perde arkasına, gaybî âlemlere ait bilinmezleri Allah'ın izni ölçüsünde keşfedip, görebilen kişiler.
İnhimak etmek: Bir konuda yoğunlaşmak, derinleşmek.
Muhaddisîn-i kiram: Değerli hadis âlimleri.
Mübelliğ: Allah'ın dinini insanlara anlatan, bildiren kimse.
Müktesebat: Elde edilmiş, kazanılmış bilgiler.
Seyr u sülûk: Belli bir usûl dairesinde kalb ve ruhun hayat çizgisinde gönül ayağıyla Allah'a yürümek.
Zıll: Gölge.
28 Ekim 1977, İzmir Bornova Merkez Camii
- tarihinde hazırlandı.