Duaların hususiyetlerinden
Kur’ân‑ı Kerim veya hadis‑i şeriflerde zikredilen duaların bizlere bakan iki yönü vardır:
1. Bunların inananlara hedef göstermeleri.
2. Gösterilen bu hedefe yürümek için tazarru ve niyazın yanında iradeleri devreye sokarak bilfiil çalışmamız. Meselâ; “Rabbimiz, bizi inkâr edenler için bir imtihan yapma, (bizi onların baskı ve işkencesi altına düşürme) bizi bağışla. Rabbimiz, yegâne galip ve hikmet sahibi ancak Sensin, Sen!” (Mümtahine sûresi, 60/5) âyetinde Cenâb‑ı Hak, evvelâ bizlere, kâfirlere imtihan vesilesi olmamak hedefini göstermektedir. Bu açıdan inanan insanların her fırsatta hakikî melce ve mence olan Rabbisine bu mânâda sığınması gerekir. Yalnız kavlî olarak yapılacak olan bu dua, fitneye maruz kalmamak için vesilenin sadece bir yanını teşkil eder. Buna iradî olarak, fitne yollarına sapmama gayretini de ilave etmek gerektir.
Öte yandan; fitne, bela ve musibetlere maruz kalmanın, o insanın işlediği günahlarla ciddî bir irtibatı olduğunu da unutmamak icap eder. Onun için âyette “Bizi fitneye maruz bırakma.” ifadesinden sonra, hemen arkasından “Allahım, bizi mağfiret et.” denilmektedir. Çünkü yine Kur’ân’ın ifadeleriyle “İnsana gelen her iyilik Allah’tan, her kötülük de kendi (işlediği günahlar yüzü)ndendir.” (Nisâ sûresi, 4/79) Hatta hadislerdeki ifadelerden de anlaşılacağı üzere, mü’minin ayağına bir dikenin batması, bir yerde sıkılıp terlemesi, arabasıyla giderken bir yerde kaza yapması bile, insanın içindeki veya davranışlarındaki bir bozukluktan ya da işlediği bir günahtandır.[1] Bundan dolayı Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayatı boyunca büyük‑küçük başına gelen her handikap karşısında Allah’a sığınmış ve “Estağfirullah” demiştir.[2]
Bu çerçevede Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) çokça tekrar ettiği
اَللّٰهُمَّ يَا مُقَلِّبَ الْقُلوُبِ ثَبِّتْ قَلْبِي عَلَى دِينِكَ
“Ey kalbleri evirip çeviren Allahım! Benim kalbimi dinin üzerine sabit kıl!”[3] duasını ele alacak olursak; insan bunu bir taraftan kalb ve lisan ile söyleyip “Müsebbibü’l‑Esbab” olan Allah’tan kalbin İslâm’da sübutunu istemeli, diğer taraftan da sebepler adına bu mevzuda yapılması gereken şeyleri mutlaka yapmalıdır.
Allah’tan istenilen bu hedefe ulaşabilmek için de erkân‑ı imaniye didik didik edilmekle beraber, “âyât‑ı tekvîniye” de hallaç edilmelidir. Yine –imana girmeye mâni ve imandan çıkmaya vesile olduğundan dolayı– kibirden, zulümden yani haddini bilmemezlikten uzak durulmalı ve inhirafa sevk edecek bütün vesilelerden sakınılmalıdır. Daha sonra da fiilen ve iradî olarak tesbite çalışılan imanı sabit kılması için Allah’a dua edilmelidir. Zira insan ne kadar gayret ederse etsin, şayet Allah’ın inayeti yetişmez, o iman denen ilâhî meşaleyi yakmaz ve O, onun sönmemesini temin buyurmazsa iman nuru söner gider…
- tarihinde hazırlandı.