Zikrin hakikî manası ve zikirde ölçü
Soru: Allah’ı ne kadar zikretmeliyiz ya da zikir ne ölçüde olursa yeterli denebilir?
Cevap: Zikir; anma-hatırlama, belli duaları belli bir sayı ve şekilde okuma, Allah’ı dil ve kalb ile yâd etme ve hayatı duyarak yaşayıp varlığın koridorlarında gezerken hemen her nesneden Allah’a ait bir mesaj alma demektir. Her ne kadar zikir dendiğinde, Esmâ-i Hüsnâ’dan bazılarını veya bir kısım duaları tekrar etme anlaşılıyorsa da asıl olan kalb ve lâtife-i Rabbâniye’nin bu hatırlama ve anmaya bağlanmasıdır.
Dille yapılan zikirde özellikle Cenâb-ı Hakk’ın isimleri tekrar edilmektedir. Bir mürşidin irşadı ve gözetiminde, o “En Güzel İsimler”den bazıları belli bir sayıya göre söylenmektedir. Sayı mevzuunda Kitap ve sünnette kat’î bir şey yoktur. Fakat selef-i sâlihînden bazıları, o mübarek isimleri ebced hesabındaki karşılıklarına göre çekmişlerdir. Mesela, Allah lâfz-ı celâlinin ebced karşılığı 66’dır. Zikir sırasında bu lâfz-ı celâli bazıları 66 kez, bazıları da 66’nın katları adedince tekrar etmişlerdir. Bununla beraber, Esmâ-i İlâhî’den hangisinin sizin üzerinizde galip ve hâkim olduğunu biliyorsanız, o isme devam etmenizi tavsiye etmişlerdir. Mesela “Lâtîf” ismine mazhar olabilirsiniz. O zaman her namazdan sonra onu 129 defa söylersiniz; çünkü bizim bildiğimiz iki ebced hesabından birine göre Lâtîf ismi 129’a denk düşmektedir.
Zikir adına bazıları “Lâ mevcûde illallah” bazıları “Lâ meşhûde illallah” ya da “Lâ ilâhe illallah” ve bazıları da “lâ” dan sonra bütün Esmâ-i İlâhiye’yi birden mülâhaza ederek “illallah” demişler ve böyle küllî bir şuur ve küllî bir mülâhaza ile “kelime-i tevhîd”e devam etmişlerdir. Tekkelerde zikir dendiğinde çoğunlukla “Lâ ilâhe illallâh” çekme anlaşılmıştır. Bu zikir “Ondan başka Ma’budu bi’l-Hak, Maksûdu bi’l-istihkak yok; sadece o var” mânâsını ifade etmesi açısından kâmil bir zikirdir. Hemen hemen bütün değişik tasavvuf yolları veya tarikat versiyonları “Lâ ilâhe illallah”ta birleşir, onu çeker, sonra da “Muhammedu’r-Resûlullah”la zikri bağlarlar.
Aslında zikir daha şümullü düşünülmelidir; yani anma, unutan bir insanın hatırlaması olarak değil de hatırlamanın sürekli olması, her fırsatta onu bir kere daha yâd etme ve bunun insan tabiatının bir yanı haline gelmesi şeklinde anlaşılmalıdır. Bu zaviyeden namaz, oruç, zekât, hac ve tefekkür de bir zikirdir.
Mesela, namaz, zatında potansiyel olarak hatırlatıcı bir güce sahiptir. Kur’ân-ı Kerim, “Beni hatırlamak için namaz kıl” (Tâhâ, 20/14) âyetiyle bu hakikati nazara verir. “Gündüzün her iki tarafında ve gecenin saçaklarında (gündüze yakın olan saatlerinde) namaz kıl! Muhakkak ki, iyilik kötülükleri giderir. İşte bu, (Allah’ı) ananlar için bir hatırlatmadır” (Hûd, 11/114) âyeti de bu hususu ifade eder. Bu âyetten anlaşılan şey, kılınan her namazın, yekün bir hasenât teşkil etmesi ve bu hasenâtın seyyiâtı silip süpürüp götürmesidir. Ayrıca, âyet-i kerîmenin sonunda, “İşte bu, Allah’ı ananlar için bir hatırlatmadır” (Hûd, 11/114) denilerek, namazın hatırlatıcı gücü bir kere daha nazarlara verilmektedir.
İşte zikri, Esmâ-i Hüsnâ’dan bazı isimleri çokça tekrarlama, Cenâb-ı Hakk’ı anma; hatırlamayı namaz, oruç gibi ibadetlerimizle sürekli hale getirme ve bu yâd etmeyi tefekkürle iyice derinleştirerek bütün benliğimize mâl etme çerçevesinde anlamak lâzımdır.
Zikirde zirve nokta başta “Lâtife-i Rabbâniye” olmak üzere vicdanın bütün rükûnleriyle Allah’ı yâd etmek, yâni varlık kitabında sürekli parlayıp duran ve her an bize ayrı ayrı şeyler fısıldayan ilâhî isim ve sıfatları düşünmek; enfüsî ve âfâkî yollarla varlığı ve varlığın perde arkası sırlarını araştırmak; her zaman bir nabız gibi atan varlığın ona şahitlik edişine dair mülâhazalarla oturup kalkmak şeklindeki kalbî zikirdir.
Zikrullahın muayyen bir vakti yoktur. Zikretme, zamanın her diliminde serbest dolaşıma sahiptir ve herhangi bir hâl ile de mukayyet değildir. “Onlar Allah’ı ayakta, oturarak, hatta yanları üzerinde yatarken de anarlar” (Âl-i İmrân, 3/191) fehvâsınca ne zaman ne de hâl itibârıyla zikrullaha tahdid konmuştur.
Ayrıca, Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de “Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin, sık sık anın. Onu sabah akşam takdis ve tenzih edin” (Ahzâb, 33/41-42) buyurmaktadır. Bu, bize gösterilen bir hedef, yakalamamız gereken bir ufuktur. Cenâb-ı Hakk’ı bize bahşettiği nimetler ölçüsünde anmaya çalışmamız gerekir. Ne var ki, hiçbir zaman Rezzâk-ı Kerîm’in nimetlerine gereğince karşılık veremeyiz. Veremeyiz, zira her gün binlerce defa onu ansak, nimetlerine şükretsek de bu Cenâb-ı Allah’ın üzerimizdeki nimetlerine karşı çok az bir şükür sayılır. Çünkü “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız” (İbrahîm, 14/34) fehvasınca onun sayılamayacak kadar çok nimeti vardır üzerimizde.
- tarihinde hazırlandı.